İhsan Oturmak'ın cezaevinde resim eğitmeni olarak geçirdiği dönemden yola çıkan "Açık Stratejiler Dizisi" sergisi izleme/gözleme pratiklerinin günümüzdeki politik anlamlarını karşımıza getiriyor
14 Mart 2019 09:30
İhsan Oturmak kuşağının en üretken sanatçılarından. 2012 yılında Rotary Sanat Yarışması ve Espace Culturel Louis Vuitton'daki Journeys sergisi vesilesiyle adını duyduk, ancak sonrasında birçok mekânda işlerini görmeye başladık. 2016'da DEPO'da solo sergisi Üç Kusurlu İşlem: Aşiret, Mektep, Medeniyet sergisiyle eğitim sistemine baktı. 2017'de Kasa Galeri'de üç sanatçıyla birlikte İmkânsız Uzam sergisinde yer aldı. Geçen yıl da Ölüme ne iyi gelir? sergisinde Galata Rum Okulu'nda imgebilimci Zeynep Sayın ve fotoğrafçı Alp Sime'yle çalıştı. Şimdi de Öktem & Aykut Galeri'deki solo sergisi Açık Stratejiler Dizisi'yle karşımızda. Sergi 23 Mart'a kadar görülebilecek.
Oturmak'ın kendine özgü figüratif yöntemi bu sergide de devam ediyor. Sanatçının cezaevinde resim eğitmeni olarak geçirdiği dönemden yola çıkan sergi izleme/gözleme pratiklerinin günümüzdeki politik anlamlarını karşımıza getiriyor. Oturmak'la sanat pratiği ve son sergisi Açık Stratejiler Dizisi üzerine konuştuk.
Çalışmalarınla ilgili genel bir konudan başlamak istiyorum. Farklı medyumları da kullanmana rağmen, resim senin açından hep başat üretim formu oldu. Resim senin açından ne anlam ifade ediyor? Resimdeki ısrarının sebebi nedir? Heykel, video gibi farklı formları ne ölçüde çalışmalarına ekliyorsun?
Açıkçası, görsel eğitim sürecini kendi içinde değerlendirdiğimde, hem toplumun hem de eğitim sisteminin sanatçı adayları için sabit kalıplar oluşturduğunu düşünüyorum. Görsel sanatlar eğitimi almış kişinin sadece resim yapması ve özellikle hayırlı olanın yağlı boya olması, ya da heykel çalışıyorsa alçı gibi sabit form oluşturma tekniklerini kullanması isteniyor. Bu tarz ilk form oluşturma tekniklerini sık sık kullanmaya başlayınca zamanla alışkanlığımız hâline gelir ve bir yerden sonra reddedemeyeceğimiz bir anlatım aracımıza dönüşür. Dünya üzerinde bu kadar malzeme varken sadece bir, iki tanesiyle yetinmemiz mantıklı bir şey değilmiş gibi geliyor.
Başlangıçtan bugüne gelene kadarki sürecimi değerlendirdiğimde bunun sabit eğitim formlarının edindirdiği alışkanlıklar mı, yoksa kendi isteklerimin sonucu mu olduğunu pek çözümleyemedim.
Ama her sanatçının bakışı farklı olur. Kimisi için biçimin kendisi ön plandadır, tamamıyla biçimle ilgilenir. Kimisi içinse düşünülen ön plandadır ve düşünüleni biçime iliştirir. Tabii, ikisini bir arada değerlendirenler de vardır.
Belli bir dönem sadece biçimle ilgilindendim. Bu ilgilenişim, biçimin kendisini merkeze almamdan ziyade biçimi kullanma ve tanıma isteğimdendi. Daha sonra bir şekilde üreyen düşünceler oldu. Bu düşünceleri doğru yere yerleştirmek için farklı malzemelere ihtiyaç duydum. Yoksa edindiğimiz alışkanlıklarımızı terk etmek pek kolay değil. Sanatla ilgilenen herkes ilgilendiği düşünceyi daha iyi açıklayabilmek ya da daha çok gizleyebilmek için belli malzemelere ihtiyaç duyar. Bunlar klasik bir sanat eğitimin bize verdiği yağlı boya, akrilik, karakalem, modelaj, grafiksel etki, fotoğraf vb. herhangi bir teknik olabilir. Her sanatçı ele aldığı temayı daha iyi ifade ettiğini düşündüğü bir malzemeyi kullanır. Ya da birkaçını.
Benim ilk dönemlerimde ilgilendiğim konular malzeme olarak benden farklı bir çaba beklemiyordu. Vermek istediğim durumu açabilmek için iki boyutlu bir zemin ve yağlı boya yeterliydi. Ama durumlar, konular ve vurgular değiştikçe işlemek istediğim her durum için farklı bir malzeme kullanma ihtiyacı hissettim.
Örneğin, kara tahtayı daha iyi hissettirmek için tebeşir kullanma ihtiyacı hissettim. Tebeşir kullanmaya başladım. Tebeşirin tinerle değil suyla daha iyi etkileşime geçtiğini gördüm. Su kullanmak zorunda kaldım. Su, yağlı boyadan ziyade akrilikle kullanıldığı için, belli yerlerde akrilik kullandım. Böyle devam ederek işlerime farklı birçok malzeme ekledim.
Bir yerden sonra işlerimde asamblaj bir etkinin varolmaya başladığını gördüm. Benim için bu asamblaj etki üçüncü boyuta geçmenin ilk aşamaları oldu. Olay böyle devam ederken bazı durumların asamblaj etkisiyle de kendini iyi açıklayamadığını gördüm. Böylelikle yerleştirmelere ihtiyaç duydum. Açık Stratejiler Dizisi'nde ilk defa bir video denedim. Ama videoda bile resim vardı. Üst üste eklemlenen bir süreç yaşadım diyebilirim.
Son üç yıl senin için yoğun geçti. 2016'da DEPO'da solo sergin Üç Kusurlu İşlem: Aşiret, Mektep, Medeniyet'i açtın. 2017'de Kasa Galeri'de üç sanatçıyla birlikte İmkânsız Uzam sergisinde yer aldın. Geçen yıl da Galata Rum Okulu'nda yer alan Ölüme ne iyi gelir? sergisinde imgebilimci Zeynep Sayın ve fotoğrafçı Alp Sime'yle birlikte çalıştın. Bunun yanında birçok karma sergide ve 2018 yılında gerçekleşen 4. Mardin Bienali'nde yer aldın. Çağdaşın birçok sanatçıya göre daha yoğun üretiyorsun. Bu açıdan nasıl çalışıyorsun? Bir sergiye nasıl hazırlanıyorsun?
Bu sorudan önce çok mu az mı üretiyorum diye düşünmemiştim. Ama bütünüyle düşündüğümde, yoğun bir dönem geçirdiğimi görüyorum. Doğrusu, bunun daha çok düşüncelerinizi doğru yere kanalize etmekle ilgili olduğunu düşünüyorum. Çok yoğun duygular yaşıyorsunuz. Üzerine yine çok düşünüyorsunuz, araştırıyorsunuz. Ve bunu bir yerlere aktarmanız lazım. Yoksa delirirsiniz. Bunun da en iyi yolu üretmek. Sergiler de genelde bu sürecin bir vitrini oluyor.
Açık Stratejiler Dizisi sergine gelelim. İlk başta eserlerinin güncel politik olaylar ve durumlarla ilişkisi yoğun bir şekilde hissediliyor. Sen bu noktada güncel tartışmalarla işlerin arasında nasıl bir bağ kuruyorsun, bunlar birbirini nasıl etkiliyor?
Bir işe başlamadan önce genelde bir düşünce sistemine girerim. Bu düşünceler daha çok noktası olmayan cümleler gibiler. Düşünceler bir yerden sonra kendiliğinden sorulara dönüşür. Ve bu sorular beni alan keşfine yönlendirir. Bu keşif genelde cevap aramak için çıktığım bir yol olsa da, bu alan keşiflerinden tekrar sorularla dönerim. Bu sistematiklik anlamsız bir devir gibi gelse de düşüncelerimi dizginlemem açısından iyi geliyor. Çünkü cevap aramakla meşgul olmayan zihin, kendiliğinden korkular yaratıyor. Şimdilik bu süreç korkularımdan kurtulmamın mantıklı bir çözümü gibi duruyor.
Açık Stratejiler Dizisi sergisi olaylara bakış açısı yönünden bir önceki sergilerimden biraz farklı oldu. Çünkü alan keşfi için kullandığım yer bir cezaeviydi. Üç sene eğitmenlik yaptığım bu cezaevi, sorularımın yönünü de değiştirdi. Dışarıda oluşturduğum düşünceler daha çok mahkum olma hâliyle ilgiliyken, içeriye girdikten sonra bu düşüncelerin gözeticiye (gardiyana) yönlendiğini deneyimledim. Bu deneyim serginin de asıl problemine dönüştü. Çünkü bu iki düşüncenin çarpışma hâlinden çıkan şey aslında zihnimizde karşılaştığımız tüm çarpışmaların da bir örneği.
Kendinizi tanımlamaya çalışırken, cevap arama isteğiniz sizi açık olana yönlendiriyor. Bu açık olan şey öz olanın kendisi, özle ilgilenirken ister istemez gündelik olanla da ilgileniyorsunuz. Ama gündelik olanın bile politik olduğu coğrafyamız bizi etkiliyor. Yaşamımıza şekil veriyor ve ürettiklerimizin temel sebeplerinden biri hâline gelebiliyor. Bu coğrafyanın her tarafı sorunlarla yüklü olunca, farkında olmadan bir bakmışsınız siz de sorunlu biri hâline gelmişsiniz. Sorunlu biri olunca, sorunlarınız ürettiklerinize, yaşamınıza yansıyor. Ve işleriniz politik olarak okunuyor. Aslında sanatçı politik iş üretmemeli, böyle bir çabaya da girmemeli bence. Çünkü bir açıdan politik yapılan iş iktidardır ve kendi fikrini dayatır. Belki zaman, mekân ve yaşanılan durumlar o an için o işi politik gösterir. Aksi durumda, anlamsızdır. Sergide “Normal Aksama” işimde ambulans, itfaiye gibi yardım araçlarının kaza yapmış hâllerini kullandım. Bu araçlar aslında çok gündelik olanla ilgilidir. Yardıma ihtiyaç duyma hâlinin simgeleştiği bu işlerde, ihtiyaç ve karşılanma arasındaki ilişkinin tezatlığı üzerine yeni bir önerisizlikti. Bu araçların üzerindeki yazılar, edinmiş oldukları itibar onları dokunulamazlaştırıyor. Bu dokunamamazlık da bir yerde onu politikleştiriyor. Bu sebeple işin politik okunmaktan başka çaresi kalmıyor. Bence bir sanatı hem politik hem başka şey kılan, zaman, mekân ve o dönem oluyor.
Bu noktada belki de senin şu cümleni tekrar değerlendirmekte fayda var. "Beden ile tin'in birlikteliği canlının varlığı ile ilgili ise düşünce ve teknik de yapılan işin niteliğiyle ilgilidir." Sen işlerinde düşünce ve teknik arasında nasıl bir bağ kuruyorsun? Ele aldığın politik olayların sertliğiyle işlerindeki renk kullanımının keskinliği arasında nasıl bir bağ kurulabilir?
Düşüncenin işleyişi her zaman için biçime yeni yollar, yeni alternatifler yaratmak için çalışmak zorundadır. Bu nedenle çalışmalarımı yaparken düşüncelerimin yakın akrabası olan formlardan uzak durmamaya çalışıyorum. Çünkü yaptığım her şeklin aslında düşüncemin de şekillenmiş en sade hâli olduğunu biliyorum.
İşlerimde figürler çoğunluktadır. Çünkü işler sorunlarla ilgilidir. Sorunlar da hep insanlarla ilgili, böyle olunca var olan bütün problemleri figürlerin bedenlerine yerleştirmeyi seviyorum. Böylelikle sorunu günlük yaşamda olduğu gibi objeleştiriyorum. Figürler çoğaldıkça sorunun büyüklüğü merkezileşir ve izleyici üzerindeki etkisi artmaya başlar. Tabii, bunun yanında, çokluk kendinden bir sistematiklik getirir. Bu sistematiklik bir yerde varolan durumu anıtsallaştırır.
Bunun yanı sıra, harfler, kelimeler ve cümlelerin varlığı fikirlerle ilgilidir. Havada dolaşan her ses resimde kendini bir biçim olarak belirler. Böylelikle kalıcılığını belli bir dönem korumaya çalışır.
Işık ise ne oblik ışıktır, ne de ışık kendindendir. Hem ikisini barındırır hem ikisinden vazgeçer. Hem ışık bir yerlerden geliyormuş gibi gelir, hem de sanki ışığı merkezden yayıyormuş gibi bir izlenim vardır. Bu aslında Doğu ve Batı ışığının karşı karşıya denk gelmesiyle açıklanır. Çünkü oblik ışık Batı'nın ışığıyken, Doğu'da kendinden ışığı barındıran objeler vardır. Bu durum resimlerimin içeriğiyle de ilgilidir. Çünkü işlerde her zaman geleneksel olanla modern olanın çatışması vardır. Bu, işlerin ışığında da mevcuttur.
Yalnız, renkler her zaman için saha görevi görür. Batı ile Doğu'nun çatışmasına ev sahipliği yapar. Bu yüzden dingin, daha pastel ve doymuşluktansa türsüzlüğe daha yakındır. Bu da sanırım coğrafyanın bizim üzerimizdeki etkisiyle açıklanır. Ne Doğulu, ne Batılı olduğumuzdan, arada kalmak sanki bizi ifade ediyor.
Açık Stratejiler Dizisi’nde iki olgu dikkatimi çekti. Birincisi güç ilişkileri ve ikilikler. Birbirinin üzerini arayan iki polis, birbirine silah doğrulttuğunu düşündürten iki polis ekibinin resmi, çarpışan kamyonetler ve çarpışan lüks arabalar... Burada nasıl bir ikilik kurduğunu düşünüyorsun?
Aslında bu ikilikleri oluştururken ilk kaynağım, zihindeki karşıtlıklar oldu. Zihindeki bu karşıtlık farklı düşünen iki düşünce grubuyla açıklanabilir. Bu zihinde oluşturduğumuz iki birbirinden farklı hareket eden düşünce grupları sürekli birbiriyle didişir ama hiçbir zaman kendi kaynaklarını tespit edemezler.
Kaynak tespitini hiçbir zaman yapamayan bu iki düşünce grubunun, geçmişinde belli travmalar geçirdikten sonra ortaya çıktıklarını düşünmeye başladım. Tabii, iki düşünce grubu için aynı şeyi söyleyemesek bile, birinin geçmişinde mutlaka bir travma vardır. Travmayı geçireni kötü huylu, geçirmeyeni iyi huylu olarak da tanımlayabiliriz. Zihinde iki zıt düşünen bu çatışma hâlini dizginlemenin en iyi yolunun travmayla yüzleşmeleri olduğunu algılamaya başladım. Bu travma hâli, ancak iyi ve kötünün yüzleşmesiyle tanımlanabilir. Tabii, bu bir yönüyle bir çarpışmadır. Ortada mutlaka bir enkaz olacaktır. Ama enkazdan sonra ya bütünüyle bir ölüm gerçekleşecek ya iyi huylu yaşayacak ya da kötü. En azından çoklu karşıtlıklardan bir kurtuluş olacak. Polis, gardiyan ya da araç, özünde böyle algılanabilirler. Bu sürecin bir temsili aslında. Şimdi bakınca, Açık Stratejiler Dizisi sergisi bir bilimsel araştırma tekniği gibi oldu. Bir yerde kontrol grubu var, diğer yerde deney grubu.
Serginde ilgimi çeken bir diğer olgu da izleyiciler. Ev damlarından izleyicilere bakanlar, binaların pencerelerinden aşağıya bakanlar vs. Bu izleyiciler resminde nasıl bir anlam ifade ediyor? Ya da serginin ortasında ellerini kaldırmış arkası dönük aranmayı bekleyen insanlara bakalım. Bu heykellerle sergiyi ziyaret edenler arasında nasıl bir izleyici-izlenen iş ilişkisi var?
Eskiden beri bakma eylemini çok lüks görüyorum. Bir yanıyla da tedirgin edici. Bakan durumunda olmak ve hiçbir şey yapmamak. Çünkü diğer bütün eylemler senden çok daha fazla bir performans ister ve sonuç alma noktasında istediklerini yeterli seviyede karşılamaz. Bakmanın hem performansı azdır, hem istekleri karşılama etkisi fazladır, hem kendiliğinden çok etkilidir.
Aslında sergiye hazırlanma aşamasında çok sefer asıl bakanı sergiye gelen izleyici olarak düşündüm. Zaman geçtikçe seyircinin hareket hâlinde olması beni bu düşünceden cayırdı. Ve serginin böyle bir eklemlemeye ihtiyacı olduğuna karar verdim. Çünkü zihnimdeki bakan kişiler gerçekten bakan kişilerdi. Öylesine durmuş insanlar olmamalıydılar. Bir bomba patladıktan sonra bakan insanların ifadeleri olmalıydı.
Bundan sonrası için planların neler? Genç bir sanatçı olarak kendine nasıl bir yol çiziyorsun ilerisi için?
Temelde yaptığım işin pek planlamasını yapan biri değilim. Üretim süreci benim için daha ön planda oluyor. Üretim süreci bittikten sonra yaptığım işin daha iyi gösterilmesi için sadece çaba gösteririm. Bu dönemler nedense plan kurmak ya da yol çizmek biraz da anlamsız geliyor.