Madam Marta Amati’nin hikâyesi, bu topraklarda bir Yahudi olarak yaşayan Rita ile bir Ermeni olarak yaşayan Berge’nin hikayesiyle iç içe geçiyor...
28 Mart 2019 11:00
Rita’yı yaklaşık beş yıl önce tanıdım. İçine doğduğu Yahudi kültürünün bir kolunun, Sefarad Yahudileri’nin kaybolmaya yüz tutan dilini yaşatmak için bir belgesel çekmişti: Las Ultimas Palavras. Kocaman parlak gözleri her şeye bir çocuk gibi şaşarak bakan bir kadındı. Hep öyle kaldı.
Rita herkesin görmediği şeyleri görür, inceliklere, ayrıntılara yönelir. İsimler, meslekler, aile yadirgarları üzerine kafa yorup, emek verip üç kitap daha hazırlamıştı vaktiyle. İşte o meraklı gözler, bu kez de, bambaşka bir amaçla gittiği İzmir’de, Beth-Israel Sinagogu’nun balkonundaki çerçeveli fotoğrafa takılıp kalmış. Fotoğrafta geri planda iki erkek müzisyen, önde ise çelimsiz gövdesi, koyu renk camlı gözlükleri, kendine has ve biraz demode şıklığıyla bir kadın kemancı görülüyor.
Hikayemiz Rita’nın, ölümünden 28 yıl sonra Madam Amati ile tanışmasıyla açılıyor. İlk anda sorup soruştursa da Madam hakkında etraflı bir bilgi edinemiyor Rita. Buna çok şaşırıyor. İşte bu şaşkınlık, bir ülkede azınlık olarak yaşamanın, cemaat kültürüne sıkı sıkı tutunmanın ne demek olduğunu gösteriyor bize. Bir Yahudi yalnız olamaz çünkü. Cemaatin bir parçası olur, kimsesi yoksa bile. Kimlerden olduğu, köklerinin hangi coğrafyaya dayandığı, medeni hali, işi-gücü, hali-vakti bilinir. Hikayemizin çıkış noktası olan sinagogun adı bile (İsrail’in evi) büyük bir ailenin parçası kılar cemaati, iyi ve kötü yanlarıyla, kolektif travmalarıyla. Rita ile Madam Amati’nin karşılaştığı mekan, yani sinagog, bu cemaatin bir özelliğini daha gösteriyor okura. Kadının, dini mekanlar ve ritüllerdeki yeri, konumu… Tıpkı camilerde olduğu gibi, sinagoglarda da kadının sınırlı bir mekana, nişlere doğru itildiğini öğreniyoruz. Hal böyle olunca, sinagog içinde oluşturulan müze mekandaki fotoğrafta bir kadının görünmesi iyice şaşırtıyor Rita’yı.
Rita, Madam Amati’nin peşine düşmeye karar verince, ilk aklına gelenin fotoğrafçı arkadaşı Berge Arabian olması da tesadüfe benzemiyor pek. Suriye’de doğup Kanada’ya göçen, sonra yolu İstanbul’a düşen Berge, kendisi gibi yerinden edilmiş Madam’ın halinden anlayacak, derdine ortak olacak, şehre onun gözünden bakacaktır. Madam’ın İzmiri’ne Rita ile birlikte geldikleri ilk gün Berge, acımasız kentsel dönüşüm ve hafızasızlık çağında, onun sokaklarını arşınladığı eski İzmir’den geriye kalanın yalnızca gökyüzü, deniz, gölgeler ve ağaçlar olduğunu anlar. Bunları vizöründen geçirerek kitabın sayfalarına, Amati’nin serüvenine eşlik etsin diye yerleştirir. Hasılı, Madam Amati’nin hikayesi, aslında üç kişinin hikayesidir. Madam’ı sorup soruşturdukça katman katman açılacaktır.
Rita ile Berge, sokaklar, evler, ibadethaneler ve okullar dolaşarak, adı ve birkaç suretinden başka ipucu bırakmadan dünyadan göçen Madam Amati’yi aramaya başlarlar. İzmir’in Levanten, Katolik ve Ortodoks Rumlarından, Macaristan ve Almanya’daki resmi kayıtlardan bir şeyler öğrenirler. Bir de, öğretmenlik mesleğinin genç zihinlerde bıraktığı izlerden. Onu tanıyan eski kuşak ile eski öğrencileri rehberlik eder onlara. Beth-Israel Sinagogu’ndaki düğünlerin değişmez kemancısı olarak hala bir grup İzmirlinin anılarındadır Madam Amati.
1903’te doğan Madam, tanıyanların onu bir virtiöz olarak anmalarına sebep olacak maharette keman çalmayı, Budapeşte’deki Liszt Müzik Akademisi’nde, dünyaca ünlü hocası Prof. Hubay’dan öğrenmiştir. Hayatını hep keman çalarak kazanan Madam, Otuzlar’ın Almanyasında bir kafede çalarken hayatını kökten değiştirecek bir olay yaşar, SS’lerin saldırısına uğrar. Yahudi olduğu iddiasıyla sürüklenerek dışarı atılır. Artık oralarda kalamayacaktır. Birçok akranı ve dindaşı gibi İstanbul’a göçmeye karar verir. Bunun için de Türkiyeli bir askerle anlaşmalı evlilik yapar. Bazı belgelerde Sadi olarak geçen soyadı buradan geliyor olsa gerektir. Bu adama olan minnettarlığının nişanesi, ölene kadar salonunda tuttuğu fotoğrafıdır.
1938’de geldiği İstanbul’da fazla duramaz, İzmir’e göçer. Bundan sonra hayatını burada geçirecektir. Sanatında usta bu kadın, şehrin ilk konservatuvarının da kurucularından olur. Önemli günleri Levanten bir ailenin yanında geçirse, yine kendisi gibi yalnız yaşayan yakın dostu müzisyen Mösyö Beroviç’le sık sık görüşse de, Madam Amati yalnız bir kadındır. Kemanıyla arkadaştır. Rita keman virtüözlerinin ortak özelliği olduğunu söylüyor bu arkadaşlığın:
“Keman çalanlar için keman aileden öte olurmuş. Kemanın kendi yaşam öyküsü, malzemesi, üretildiği yer, onu yapan kişi kemana karakterini verir, keman da onu çalan müzisyenin vücuduna yerleşir, adeta onun bir organına dönüşürmüş. Bu Madam için de böyleymiş.”
Sessiz sedasız ama tutkuyla bağlı olduğu enstrümanını her ihtiyaç duyulduğunda çalmaktan imtina etmeyen bu kadın, kırmızı ruju ve bolca sürdüğü allığıyla yerleşmiştir İzmirlilerin belleğine. Onu misafir eden Ugo Braggiotti, onun fiziksel görünüşünü şöyle tarif ediyor:
“Gençliğinde de çok güzel değildi herhalde. Garip bir burnu vardı, karga burunlu derler ya öyle. Kamburu vardı. Makyaj yapardı. Allık sürerdi bayağı cömert şekilde, yanakları hep kırmızı kırmızıydı. Ruj koyardı, biraz bozuk şekilde.”
Hayatının her anını sanatına, öğrencilerine adayan Madam Amati, tek varlığı olan evini, hayatının son günlerinde yakınlık duyduğu Mevleviliğin hizmetine sunmak, bir dergaha bırakmak ister. Ama cemaat mühimdir ya, papaz’ın iznini almayı da ihmal etmez. 1989’daki ölümüne kadar, hem Katolik cemaatinden, hem de Mevlevi dergahından iki kadın başucundan ayrılmazlar. Son günlerinde bir Müslüman ile bir Katoliği biraraya getirebilmek onu çok mutlu eder.
Rita ile Berge okura, İtalyanca “sevilen” anlamına gelen soyadını kendisi seçmiş Madam Marta Amati’nin hikayesini anlatırlarken, aslında bir göç hikayesi, bir tutku hikayesi ve yalnızlık hikayesi anlatıyorlar. Farklı dinlerden, kültürlerden cemaatlerin yaşantılarını, ritüellerini gözler önüne seriyorlar. Kimsesiz bir kadının hiç tanımadığı bir coğrafyada tutunma mücadelesini anlatıyorlar. Madam Marta Amati’nin hikayesi, bu topraklarda bir Yahudi olarak yaşayan Rita ile bir Arap olarak yaşayan Berge’nin hikayesiyle iç içe geçiyor. İki arkadaşın onu aramalarının hikayesine ve Madam’ın müziğe adanmış hayatına bir saygı duruşuna dönüşüyor.
Not: Kitaptaki malzemelerden oluşan sergi, İstanbul’da Schneidertempel Sanat Merkezi’nde 31 Mart’a kadar açık.