Merhaba Petek, ilk kitabın Ara Kat Sesleri ile yeni kitabın Manevra Alanı arasında yaklaşık iki yıl var, bu iki yıl süresince neler oldu, şiirle aranda neler gelişti?
Merhaba Ertuğrul, iki yıl, kitapların okurla buluşması arasında var sadece. Ara Kat Sesleri kitaplaştığında, Manevra Alanı’nın büyük bir bölümü oluşmuştu. İki yıl arasındaki en önemli değişken, kapalı, sınırlı bir alanda yaşamaya çalışmamızdı. Online iş görüşmeleri, müze ziyaretleriyle dolu aylar geçirdim. Psikolojiyle daha çok ilgilenir oldum. Ev içinde kaldıkça, temas etme, iletişim kurma gibi ihtiyaçlarım belirdi. Ki kendimi hep yabani olarak niteler, bununla övünürdüm. Sosyal medyada hak mücadelelerine destek verdim, spor yaptım, eğitim aldım. Tüm bunlar da bir yaşam mücadelesiydi ve birçok etkenle harmanlanıp şiirleşti. Daha içe çekildiğim, kendimi dinlediğim, sorgulamaların, hesaplaşmaların, kırılmaların onarma halini aldığı, dönüştüğü biçimleri şiire taşıdığımı düşünüyorum.
Manevra Alanı ismi itibariyle hayatın içinden, otoparktan bir kesit sunuyor bize. Kitabın isminin hikâyesi nedir acaba?
Manevra Alanı bir hareket ifadesi, bir kavisle başka yöne açılma, bir seçim yapma alanı. Değişim alanı. Ara Kat Sesleri kitabımın kapağında bir apartman fotoğrafı vardı ve bir apartman imgesiyle çok ilişkiliydi oradaki şiirler. Manevra Alanı, sorun yumağından çıkma sürecini içeriyor daha çok. Kitaptaki ilk şiir bir postpartum şiir olan monografiti. Zaman algısının yittiği, uyku-uyanıklık arası geçen birbirinin tekrarı günler… Çocukluk, çocuk, anne olarak ebeveynlik deneyimi gibi meseleleri olan bu şiirde, tüm bu karmaşadan belli bir süre sonra gerçekleşti yazma eylemim. Meselemin yazıya dönüştüğü an, buradaki zorlukları atlattığım ve yeni zorluklara doğru yol aldığım bir alana girmiştim bile. Yani beklentiler, hedefler, deneyimler sonunda duyguların bir şekle bürünmesi için gösterilen çaba, umutlu bekleyiş ve umuda doğru yürüme arzusu da var Manevra Alanı’nda. Kitaptaki şiirlerimin tamamını kapsayan bir tanım Manevra Alanı.
Manevra Alanı’nda toplumsal-ekonomik dertleri fazlaca olan bir şiir personası ile karşı karşıyayız diye düşünüyorum, neler dersin bu tespitimle ilgili?
Elbette, katılıyorum. Temelinde var olmak ve özgürlük yatıyor bu durumun. Ekonomi bugün önemli bir belirleyici. Ekonomi eğitim hakkı, desteği, adalet, sağlık gibi çok önemli ve hayati meselelerle doğrudan ilişkili. Böyle olmamalı ve olmayabilir için sorunun altını çizerek doğrulara yönelen bir başka frekans aralığı.
Pestisit, siyanür, besin zinciri, vb. kelime kullanımların var kitabında ve bu bize bir ekolojik duyarlığı hissettiriyor. Neler söylemek istersin şiir-ekoloji bağlamında?
İnsan, dünyanın sağlığını olumsuz etkileyen bir faktör. Doğanın işleyişine yönelik her müdahale eko-krizi büyüten yeni bir dalga ve antroposen yıkım olarak tüm canlılığı doğrudan etkiliyor. Doğa bir endüstri malzemesi değil! Hammadde değil, yakıt değil!
Zihnim bu sorunlarla dolu. Endişe ettiğim, kaygı duyduğum bu konular da benim gündemimde ve şiirimde yer buluyor. Örneğin Larvalar adlı şiirimde insanın vahşice yok ettiği doğanın aynı üslupla karşılık verdiği vahşi bir manzara yer alıyor. Bu manzara doğanın gözünde doğal bir süreçken, insan gözü onu iğrenç ya da vahşi olarak yorumlamaya meyilli.
Covid 19 ile doğayla temasımızı sınırladığımız, doğaya yaptıklarımız ve sonucu üzerine yaşayarak deneyime dönüştüğünü izlediğimiz bir alanda bekliyoruz. Öncesinde Avustralya yangınları, ülkemizde geniş hektarlarda yaşanan yangınlar, gıda ürünlerine ulaşım, hormonlu üretim, sağlıklı gıdaya erişimin güçlüğü, su sorunu, İstanbul’da yaşanan müsilaj sorunu, depremler, seller… Gündemimizde olan her şey şiire dahil. İnsan, ihmalleri, hataları, hırslarıyla büyük sorunlara sebep oluyor. Burada büyük bir bozulma var ve ne zaman iyileşecek zarar verdiğimiz şeyler, yeni zararlar üretirken bilmiyoruz. Benim şiirim sorular, sorunlar ve meraktan geçiyor.
Covid karantinaları sürecinde gündemdeki bir hashtag olan #stayathome (#evdekal)’u kitabında kullandığını görünce sormak istedim: Covid-19’dan sonra sence günlük hayatımızda ve şiirde neler değişti, ya da değişti mi?
İletişimimiz değişti. Ev içinde bile yüz yüze iletişim yerine teknolojik cihazlarla iletişim kurar olduk. Daha çok tuşlarla konuşup, haberleşip paylaştık gündemimizi. Destek çağrılarına katıldık, özgürlük eylemleri yaptık, hukuk mücadeleleri verdik, tepki gösterdik… Sosyal medya, sosyal meydan oldu. Temiz havayı, doğayı özledik. Ona neler yaptığımızı izledik. Ama arka bahçede sürekli ve bıkmadan çöp üretmeye devam ettik, yetmedi, çöp ihraç ettik. Günlük hayatımızdaki karşılığı teknolojik iletişim, ekonomik zorluklar ve çöp üretimiyken sanat ve şiir olanakları matbudan dijitale doğru bir ivme kazandı. Erişimin kolaylaşması daha çok şiir okunmasını, üzerinde konuşulmasını sağladı bana göre. Şiir etkileşimimiz arttı. Şiir videoları, onlinesöyleşiler izleyip, e-dergileri, blog ya da web sitesindeki şiirleri daha sık takip etmeye başladım. Şiirin görünürlüğünün ve kolektif çalışmaların arttığını düşünüyorum.
Ara Kat Sesleri’nde ve Manevra Alanı’nda da düzyazı şiir görüyoruz…
Öykü de yazdığım için belki de bazı metinler kendiliğinden, biçimini düşünmeden düzyazı olarak var oldu. Çıkışı, varlığı yalnızca bu biçimde olabilirdi. Bunu ben önceden planlamadım, varoluş biçimleri böyleydi. Ve ben de varoluş biçimlerini değiştirmeye çalışmadım.
Dize içlerinde “.” işaretini bir ritim bozma aracı olarak kullanıyorsun: “karışıyor. mikrobun kıramadığını. karışıyor. hınzırca.” örneğinde olduğu gibi. Diğer taraftan çokça “:” kullandığını görüyoruz kitapta. Bu noktalama işaretleri konusunu açalım istersen biraz…
Yazdığım her metinde bir ritim kuruyorum. Benim için bu ritim aniden susup aniden yükselen bir ses olabiliyor. İnişli çıkışlı duyguları, dramatik yapıları, yazdığım her metinde coşkuyu, gerilimi hissettiğim şekilde anlatabileceğime dair bir inancım var. Kelime duraklarının bir yutkunma refleksi olarak görülmesini ve bunun okur tarafından da hissedilmesini istedim. Düğümlenme, fakat bir gayretle yeniden dökülen sözcük öbekleri... Ve tek bir kelimeyle ya da duraksamalarla anlatmak istediğimi, duygu ve düşüncemi karşılasın istiyorum bozduğum bu ritim. Çünkü gündelik hayatımızda da sıralı bir konuşma şeklimiz yok. Sesimizin yükseldiği, alçaldığı, titrediği, sertleştiği, keskinleştiği, fısıldadığı anlar oluyor. Şiirde de olabilir.
Çocukluk üzerine de düşündüğünü biliyorum. Öte yandan Manevra Alanı’nın bölüm başlarında kızın Masal’ın sözleri bulunuyor, çocukluk ve şiir bağlamındaki düşüncelerini öğrenmek isterim.
Çocukluk ve şiiri oyunla birlikte düşünebiliriz. Çocuktaki oyun kurma ihtiyacı, arzusu ve tutkusunu tanıyorum, anlıyorum. Benim şiirle olan iletişimimin de böyle bir yönü var. Çocuklukta oyunla ilgili odaklanma ve ‘an’da kalma heyecanını, şiirde bir dizeyi oluşturma, günlerce, aylarca bir meselenin etrafında o şiirin ruhuyla dolaşma, uygun kelimenin yerini bulduğu ‘an’la kurabilir şair. Bir taraftan da çocukça düşünmeye odaklıymışım meğer. Yıllarca şiir ve öyküyle uğraştıktan sonra ilk kitabım bir çocuk öyküsüydü. Meğer diyorum, çünkü bu kavramın etrafından dolaştığımı, ancak hiç adlandırmadığımı cinayşe fanzin’in “Çocukluk” dosyasıyla fark ettim. Bugünden çocukluğa dönüşler, bakışlar, çözülme ve çözümlemeler ‘çocukluk’ kavramını düşünmenin bir yönü, çocukça düşünüp çocuk diliyle anlatmak apayrı bir keşif alanı.
Son olarak, iki kitap çıkarmış bir şair olarak, yalanın hakikatin yerine göz diktiği post-truth dönemde, şiirin hakikatle bağını da düşünerek, şiirini nasıl ve nerede konumlandırıyorsun?
Post-truth dönemde her şey biraz bulanık. Haberi değil yorum izliyoruz ve gerçeğe ulaşmak için bilgi teyidine, güvenilirliğine ihtiyacımız var. Bu tekinsizlik içinde hayatımızın doğal akışı, sorumluluklarımız, heyecanlarımız, ideallerimiz de var. Gerçeklik bir çaba gerektiriyor. Şiir de gerçeklikten besleniyor. Fakat şair gerçekliği olduğu gibi aktarmalı mı, bilmiyorum. Kendi keşif alanımda gerçeklikle ve gündemle etkileşimli bir yapı kuruyorum. Güncelliği kendi gerçekliğimle ve kavrayışımla şiire dönüştürüyorum.