"Ödünsüz bir hayat"

"Çocukluğumdan beri tanıdığım, henüz entelektüel değerini anlayacak yaşta olmadığım için güzelliğini hayranlıkla seyrettiğim, o aklımla zarafetine hapishaneyi bir türlü yaraştıramadığım, sonra nice kitabı çevirisinden okuduğum, daha da sonra birlikte çalışma onuruna erdiğim Seçkin Selvi’nin hayatı... Ve o hayat öylesine zengin ki, hâlâ yepyeni şeyler öğreniyorum."

06 Ocak 2022 19:30

“Çıktığım duruşmalardan birinde yargıca da söylemiştim: Öyle bir ülkeyiz ki, dövecekleri zaman da, sevecekleri zaman da bizden başkasını bulamıyorlar. Bir yabancıya takdim edecekleri zaman da memleketin yüz akı diye seni takdim ediyorlar, hapse atacakları zaman da seni atıyorlar.”

Seçkin adlı kitapta Seçkin Selvi söylüyor bunu.

Türkiye’de aydının durumunu bundan daha iyi özetleyen kaç cümle kurulmuştur acaba? Üstelik yalnızca devletin tavrı da değildir bu. Ne zaman ki, işleri aslında hiçbir zaman düz gitmeyen memleketimizde işlerin “şimdi” ya da “artık” ters gitmeye başladığı düşünülse, sokaktaki insanın da sesi “Memlekette aydın mı var ki?” diye yükselmeye başlar. Aydın, tam da sizin aklınızdan geçeni sizin yerinize zahmet edip söylemesi gereken, tam da sizin eteğinizi toplayıp harekete geçmeniz gereken yerde tüm tehlikelere bağrını siper edip savaşması gereken gönüllü muhafızdır sanki. Ama tam da sizin istediğiniz kadar, sizin istediğiniz gibi. Emeği ve mücadelesi sizin konforlu dünyanızın ve görüşlerinizin biraz dışına çıkacak olsa, derhal “vatan haini” ilan edilmek için orada beklemektedir. “Hani, nerede aydınlar?” diye her sorunuzda aslında gayet iyi bilirsiniz nerede olduklarını: Hapiste, işkencede, sürgünde, nefret söylemlerinizin hedefinde, Madımak’ın ateşindedirler. Aydından çoğu zaman ne olduğu gayet muğlak olan beklentilerini karşılamasını talep eden toplumun nerede ve neden orada olduğunu da, aslında aydınlar tarafından üretilmiş ciltler dolusu kitap, araştırma, çalışma gayet güzel anlatır. Zahmet edip de bakılırsa tabii. Bilmiyorum kaç ülkenin tarihi aydın için böylesine kesintisiz bir cehennem olmuştur. Yine bilmem ki, kaç toplum aydınına sahip çıkmakta, minnet borcunu ödemekte bu denli cimri davranmıştır? Kanımca, bu konuda yalnızca, –aydın olsun olmasın– toplumuna karşı her zaman ceberrut olan devletten söz etmek eksik kalır, toplumun aydına karşı olan duyarsızlığını da konuşmalıyız.

O nedenle bir aydın hakkında –üstelik ölüp de badem gözlü olmadan, yaşarken, henüz aramızdayken, teşekkürlerimizi ve minnetimizi gözleriyle görüp kulaklarıyla duyabilecekken– yazılmış bir kitapla karşılaşmak çok önemli. Ömrü kesintisiz bir mücadele ve çalışmayla geçmiş olan Seçkin Selvi’ye, en azından onun çevirisi sayesinde ulaşabildiğimiz kitaplar için borcumuzu ödemeye bir kitap yeter mi bilmiyorum ama Zeynep Miraç, hepimizin yerine bu borcun altına girmiş. Emeğine sağlık.

Seçkin, çocukluğumdan beri tanıdığım, henüz entelektüel değerini anlayacak yaşta olmadığım için güzelliğini hayranlıkla seyrettiğim, o aklımla zarafetine hapishaneyi bir türlü yaraştıramadığım, sonra Sokağın Dili Olsa’dan başlayarak nice kitabı çevirisinden okuduğum, daha da sonra birlikte çalışma onuruna erdiğim Seçkin Selvi’nin hayatını anlatıyor. Ve o hayat öylesine zengin ki, hâlâ yepyeni şeyler öğreniyorum. 200’ü aşkın çeviri, ciltler dolduracak kadar tiyatro yazısı, yetiştirilmiş onlarca öğrenci karşısında Seçkin Selvi’ye Türkiye’nin sunduğu ise hapisler, soruşturmalar, parasızlık… Üstelik bu bir tek Seçkin Selvi’nin makus kaderi de değil, Türkiye’de aydına reva görülenlerin toplamından oluşan bir hayat. O nedenle Seçkin önemli bir kitap. Çünkü Seçkin Selvi’nin dostluklarla örülü hayatının öyküsü dostlarının başlarına gelenlere de dokunuyor, değiyor.

Seçkin, aynı zamanda Cumhuriyet’in kuruluşuna denk gelmiş bir kuşağın çocuğu olmanın da öyküsü. Bu anıları Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki kalkınma ve aydınlanma hamleleri sayesinde okuyup doktor olmuş ve yaşamını kendisine “babalık” etmiş, Cumhuriyet’in değerlerine sahip çıkmaya adamış, yetim bir babanın kızının yaşadıkları olarak okuduğunuzda, dönemler boyunca devletin yaşattıklarına ilişkin de birçok ipucu görüyorsunuz. Çocuklara okuma olanakları sağlayarak, fabrikalar açarak, istihdam yaratarak köklü bir kalkınma hamlesini yürüten ve bunda da mutlaka büyük ölçüde başarılı olan ama bütün bunların yanı sıra her türlü sol siyasete karşı amansız bir duruşu olan devletin, toplumda yükselen talepler karşısında nasıl tavır değiştirdiğini, topluma karşı ne denli ceberrut bir hale büründüğünü de yine bu kitapta görmek mümkün. Seçkin Selvi’nin hayatı tam da bunun öyküsü çünkü.

Editörlükten başlayarak her türlü entelektüel emeğin işletme giderlerinden sayılmaya başlandığı, kurumsal itibarın sosyal medya üzerinden PR çalışmalarıyla sağlanabileceği inancının yükseldiği yayıncılık dünyamızda, aydın karşısındaki yükümlülüğünü kabul ederek Seçkin Selvi’ye olan borcumuzu ödemekte Zeynep Miraç’la işbirliğine girerek bu kitabı yayımlayan Doğan Kitap’a ve Cem Erciyes’e de ayrıca teşekkür etmek gerekiyor tabii ki…

 

GİRİŞ RESMİ:

Seçkin Selvi. Fotoğraf: Gökhan Celem