"Mark Lanegan’ın müzik dünyasına mirası sadece inanılmaz sesiyle sınırlı değil. Aşağı yukarı beş sene üzerinde çalıştığı ve 2020’de yayınlanan otobiyografisi Sing Backwards and Weep, sözünü en az esirgeyen müzik otobiyografilerinden biri – hele hele yazarın kendi yaptıklarına dair."
21 Nisan 2022 20:00
Kimileri için kederle doluydu vokali. Gırtlağından gelen o gür bariton sesin ardında büyük acılar sezer, parçalarında huzur bulurdu. Kimileri ise yoğun hisler, tutkular, dertler, kırgınlıklar ve daha nice metaforlar arardı. Belki de sesi yerin ta yedi kat altından geliyordu – ne de olsa en yakın arkadaşları onu “Old Scratch” yani “şeytan” diye çağırmıyorlar mıydı? Ona sorsanız sesinin sırrı daha aleladeydi: Günde en az iki paket sigara ve elbette genler. Grunge akımının son asi vokalistlerinden Mark Lanegan’ın karanlığa da aydınlığa da ihtişam kattığı, en basit besteleri bile biricik mistik ezgilere dönüştüren ikonik sesi şubat ayında söndü.
Gelin görün ki grunge müziğindeki yeri değil Lanegan’ı ayrı kılan. Aslına bakarsanız vokalistliğini yaptığı Screaming Trees grubu, Alice in Chains, Soundgarden, Pearl Jam ve tabii Nirvana gibi diğer Seattle gruplarının hep gölgesinde kaldı – müziği grunge’ın karanlık atmosferini sevenler için yeterince kasvetli değildi; rock&roll sevenler onları fazla punk, punk sevenler ise fazla rock&roll bulurdu. ‘90’larda çıkardığı solo albümleri Lanegan’a sadık bir dinleyici kitlesi kazandırdı, ayrıca “süper grup” Queens of the Stone Age’in (QOSTA) ilk albümlerinde de ışıltılı vokaller yaptı. Ama Lanegan’ın asıl altın çağı 2000’li yılların ortasından itibaren Mark Lanegan Band adı altında çıkardığı ilk albüm Bubblegum, sonrasında da Greg Dulli ve Isobel Campbell ile yaptığı ortak albümlerle birlikte başladı. Artık aranan bir vokalistti. Sayısız besteci ile çalıştı, John Cale, Nick Cave gibi kahramanlarıyla sahnelere çıktı. Bambaşka müzik türlerine ufkunu hep açık tuttu. 2010’lu yıllardaki albümlerini ise hayranı olduğu Joy Division gibi grupların post-punk atmosferiyle melezledi. ‘90’ların Seattle sahnesinde harlanan sesini, zamanı biraz geriye sarıp ‘80’li yılların Manchester sahnesinden esinlenen bestelerle demledi. Lanegan, Screaming Trees’de yaptıkları müziği ahenksiz bulur, kendilerine özgü bir kimliği olan gruplara özenirdi. Özellikle son on yılda çıkardığı albümlerde hep arzuladığı gibi farklı etkileri bir üslup etrafında harmanlayarak ördü müziğini. Sanatının olgunluk dönemine grunge akımı fırtınası dindikten yıllar sonra ve müzikal olarak daha uzaklardaki denizlerde erişecekti.
‘90’lı yıllar boyunca uyuşturucu bağımlılığıyla boğuşan, uçarı, geçimsiz, donanımsız olduğu kadar aşırı gururlu ve özgüvensiz bir müzisyendi Lanegan. Ekmek teknesi sesiydi. Ama söylemek istediği besteler hakkında kafası hayli karışıktı, başkalarının katkılarına muhtaçtı. Sesini nasıl kullanacağına dair daha tam olarak yetkin sayılmazdı. Grunge döneminin sona ermesi birçok grubu kadük hale getirirken, ona o kadar yaradı ki… 2004’ten itibaren fazlasıyla üretken bir sanatçıya dönüşüverdi. Müziği gelişti, genişledi. Hem The Afghan Whigs’in –Trees gibi bir başka gölgede kalan grunge dönemi grubu– bestecisi Greg Dulli hem de İskoç grup Belle&Sebastian’ın vokalisti Isobel Campbell vokal aralığını bütün nüansları ve renkleriyle kullanmasını sağlayan şarkılar yazdılar ona. Soulsavers, UNKLE ve Moby ile birlikte yaptığı parçalarla bir parça soul’a ve o çok sevdiği elektronik müziğe de açıldı. Sadece 2011-2021 arasında dördü Mark Lanegan Band adı altında, ikisi solo, ikisi de Britanyalı gitarist Duke Garwood ile olmak üzere yeni parçalardan oluşan tam on albüm çıkardı. Bununla da kalmadı. Biri şiir, biri şarkı sözleri, biri anıları olmak üzere beş kitap hazırladı. Son olarak 2021’in Aralık ayında, koronavirüse yakalandıktan sonra komada tutulmasını ve hastanede aylar süren tedavi sürecinde yaşadıklarını muzipçe anlattığı Devil in a Coma (“Şeytan Komada”) adında bir kitap yayınlamıştı. Lanegan’ın kendini tiye alan kara mizahına aldanmayın, koronavirüs eroin bağımlılığı yüzünden hoyratça yıprattığı bedeninde kalıcı hasarlar bıraktı ve üzerine nice şarkılar yazdığı ölüm, kitap çıktıktan sadece iki ay sonra buldu onu. “Çanlar benim için o kadar çok çaldı ki, bugüne kadar sağ kalmış olmam inanılır iş değil” diyordu kitapta. 57 yaşındaydı. “Bunun sonsuza dek sürmesine hiç ihtimal vermiyorum.”
Mark Lanegan’ın müzik dünyasına mirası sadece inanılmaz sesiyle sınırlı değil. Aşağı yukarı beş sene üzerinde çalıştığı ve 2020’de yayınlanan otobiyografisi Sing Backwards and Weep (“Geriye Doğru Söyle ve Hüngür Hüngür Ağla”), sözünü en az esirgeyen müzik otobiyografilerinden biri – hele hele yazarın kendi yaptıklarına dair. Kitap Seattle sahnesinde yolları kesiştiği birbirinden ikonik müzisyenlerle ilgili de çok sayıda anekdotlar içeriyor. Anıların bazıları komik, bir kısmı hazin, çoğu hüzünlü. Ancak müzik endüstrisini ve rock gruplarının iç dinamiklerini hiç süslemeden, güzelleştirmeden, yalın bir şekilde yansıtması açısından da son derece çarpıcı. Lanegan’ın kendi kişiliği ve davranışlarına dair müsamahasız tavrı anılarına sahicilik katıyor. Sahnede bir eli mikrofonda, başı önüne eğik, kımıltısız, adeta bir put gibi duran, seyircileri kerhen, yarım ağızla selamlayan Lanegan, bu vakur “ağır ağabey” imajına sığınmayıp gözünü hiç kırpmadan hayatı boyunca sebep olduğu irili ufaklı rezillikleri, hatta nasıl dibe vurduğunu anlatmaktan çekinmemiş. Biyografi yazmak konusunda acı tecrübeler yaşayan, yazdıklarını gözden geçirip yumuşatmak zorunda kaldığını söyleyen özü sözü bir başka bir müzisyen, Joy Division ve New Order gruplarının basçısı ve Lanegan’ın otobiyografisinin kısa önsözünün yazarı Peter Hook’un sözüne kulak verecek olursak:
“Dürüstlüğü karşısında hayretler içerisindeyim. Söylemek istediğim şeyler, adını vermek istediğim kişiler, çaresizce anlatmak istediğim ama yapamadığım gerçekler… hepsi burada. Çok kıskandım.”
Lafı fazla dolandırmayalım, kitapta portesi çizilen Lanegan iyi kalpli bir insan sayılmaz. Böyle bir iddiası da yok. Yoksul bir kasabada, sosyopat bir anne ve ihmalkâr bir babayla büyüdüğünü teslim edelim. Ama kendisi de fazla parlak biri değil doğrusu. Kavgacı, aksi, asabi, fevri, kaba, inatçı, kindar, saplantılı, eril, aşırı gururlu, merhametsiz, tatminsiz, ketum, üçkâğıtçı, gamsız. Bu sıfatlar daha da çoğaltılabilir. Kitapta daha mütevazı bir şekilde dediği üzere, “vicdan muhasebesi ve kendimi gözlemleme, o zamanlar zaten dar olan kelime darağacımda yoktu”. Az bile söylemiş, inanın. Ama gelin görün ki gençliğinin güvensizliğini, kibrini, kötü huylarını öylesine tiye alabiliyor, yaptıklarıyla ilgili utanç verici detayları bahanelere hiç kaçmadan, kendini korkunç bir insan gibi göstermek pahasına uzun uzun anlatabiliyor ki… Hem anılarına inandırıcılık katıyor hem de ne bileyim, okudukça kanınız biraz ısınıyor doğrusu. Metin çok yerinde bir üslupla örülmüş. Lanegan yaptıklarıyla ne gurur duyuyor ne de pişmanlık. Ne günah çıkarıyor ne de nostaljiyle geçmişi yâd ediyor – duyduğu özlem yitip giden arkadaşlarıyla sınırlı. Bunda editörlerin de mutlaka bir payı vardır elbet, ama karşımızda geçmişinin defterini büyük ölçüde kapatmış biri olduğunu söyleyebiliriz. Kabullenmiş ve hayatına devam etmiş. Vurucu kıyaslamaları seven, iddialı bir kitap yorumcusu Sing Backwards and Weep için müzik biyografilerinin Knausgaard’ı gibi bir betimleme yapabilirdi. Çok da haksız sayılmazdı (ki Rolling Stones dergisi el artırarak, Amerikalılara daha fazla çağrışım yaptığından olacak, Bukowski yakıştırmasını kullanmaktan kaçınmamış). Bu görüşe kısmen katılabilirdim. Knausgaard’ın eseri hayatını karartan saplantıları, gençliğinde alkole düşkünlüğü etrafında şekilleniyor. Lanegan’ın otobiyografisi ise eroin bağımlılığının hayatındaki etkileri ekseninde gelişiyor. Ama neyse ki ortada böyle bir kanaat yok, Lanegan’ın da bu tarz benzetmelerden hoşlanacağını sanmıyorum (ayrıca Knausgaard’ın adını ilk kez Joseph Arthur'la söyleşisi sırasında duyuyor).
Lanegan’ın otobiyografisinin merkezinde çok sevdiği ve hayranlık duyduğu en yakın iki arkadaşının, aynı zamanda grunge akımının iki ikonunun ölümü var: Kurt Cobain ve Layne Staley. Kitap aynı zamanda üçüncü bir ölümün, seyyah şef Anthony Bourdain’in beklenmedik intiharının gölgesinde tamamlanmış. Zira Lanegan otobiyografiyi Bourdain’in ısrarları üzerine yazmaya karar vermiş. “[Şarkı sözleri kitabımın ardından] gerçek bir kitap yazmam için beni sürekli yüreklendirdi” diyor Lanegan, Bourdain hakkında The Guardian’da yayınlanan veda yazısında. “Bunu hiç yapmak istemiyordum –bana Everest’e tırmanmak gibi geliyordu– ama onun coşkusuna direnemedim ve yazmaya koyuldum.” Lanegan Bourdain’le, programı CNN’e geçtiğinde açılış müziğine beste yapılması vesilesiyle tanışıyor. Bourdain, ortak arkadaşı, QOSTA’nın gitaristi ve kurucusu Josh Homme’u arıyor, o da Lanegan’ı devreye sokuyor. “What a Wonderful World! şarkısını sanki Joey Ramone yorumluyormuş gibi bir şey istiyorum” diyerek siparişini veriyor. Ve ortaya Lanegan’ın şa-la-la-la-la şa-la-la-la-la-lalı nakaratıyla hatırlanan parça çıkıyor. Bourdain de bir söyleşide Lanegan’ın müziğiyle çok geç tanıştığını ama sonra “saplantıyla” dinlemeye başladığını anlatıyor. Kitap projesi için e-mail ile iletişimde kalıyorlar. Lanegan, programın 2017’de Seattle’da geçen bölümünde de Bourdain’in “mekânın yerlisi” konuklarından biri oluyor. “Etrafımdaki her şey ve herkes lanetli gibiydi” diye yazıyor Lanegan kitabında, hayatına dokunduktan sonra yiten insanlara dair.
Kurt Cobain, Layne Staley, Anthony Bourdain
Lanegan Amerika’nın dezavantajlı, yoksul taşra kasabalarından biri, Ellensburg’de doğup büyüdü. Ama doğru zamanda doğru şehrin taşrasındaki bir kasabaydı bu. Bir konser sırasında tanıştığı Dylan Carson –Earth ismiyle “doom metal” diye tarif edilen türün mucidi– yakın bir arkadaşının grubunun kasabasının kütüphanesinde konser vereceğini söyleyerek gidip dinlemesini ve tanışmasını önerdi. Bir insanın yaşadığı küçük bir kasabanın kütüphanesinde konser verecek bir grubun, bir gün rock müziği tarihinin seyrini değiştirmesinin ihtimali nedir ki? Trees o dönemde üç albüm çıkarmıştı, ancak küçük kulüplerde Amerika ve Avrupa turneleri yapmış olsalar da henüz fazla bir adı sanı yoktu. Lanegan’ın sosyopat bir dahi olarak tarif ettiği, grubun tüm şarkılarını besteleyen gitarist Gary Lee Conner’ın basçı kardeşi Van evlenip gruptan ayrılmıştı. Yerine geçecek bir basçı arıyorlardı. Nirvana’yı görür görmez Lanegan önce dev basçıları Krist Noveselic’i gözüne kestirdi. Nitekim cüsse, uzun boylu, iri yarı Lee Conner’la başa çıkabilmek için önemli bir kriterdi. Ama çalmaya başladıklarında bu düşüncesini unutuverdi. “O gürültü duvarı, sert melodik parçalar, solak gitarist vokalistin sesi…” diye anımsıyor. “Özel bir şeye şahit oluyordum. Belki de hayatımda gördüğüm en iyi gruplardan biriydi, üstelik kahrolası Ellensburg’ün Halk Kütüphanesi’nde.” Konserden sonra Cobain ile tanıştılar ve kısa sürede samimi dost oldular.
Seattle’a taşındıktan sonra Lanegan ile Cobain folk-blues müzisyeni Lead Belly’nin şarkılarından oluşan bir cover albümü yapmaya niyetlendiler. Projenin öncüsü Cobain’di, ancak ipleri eline almak istemiyordu. Birkaç jam session’dan sonra proje rafa kalktı. Aradan zaman geçti, Nirvana’nın albümlerini çıkaran müzik şirketi Sub Pop, Lanegan’a geri çevirmeyeceği bir ücret karşılığında üç solo albüm teklifinde bulundu. Lanegan da geri çevirmedi tabii. Ancak bir sorun vardı: Lanegan o güne kadar eline müzik enstrümanı almamıştı. Nota bilmiyordu. Ev arkadaşı Dylan Carson’un gösterdiği iki akorla, çalıştığı depoda mırıldanarak “bestelediği” vokallere ilkel melodiler uyarlayarak şarkılarını yazmaya başladı. “Bundan çok daha sonra, mağara adamı tarzındaki şarkı yazarlığımın aslında yapılmasını gerekenin tam tersi olduğunu fark ettim. Bestecilerin çoğu önce müziği yazardı, sonra müziğe uygun vokal parçaları sonra bulurdu.” Mırıldanarak uydurduğu melodileri eve gidene kadar saatlerce hatırlayabilme becerisini küçümseyedursun, Lanegan ilk solo albümünü hazırlarken Trees’in ilk albümlerinde kendi vokal aralığına uygun olmayan şarkılara sıkışmaktan da kurtulduğunu söylüyor. İlk kez kendi sesine uygun vokaller yapma şansına erişiyor böylece.
Albümün müziği için de arkadaşlarını seferber etti. Parçalara sade, karanlık, yavaş rock aranjmanları yapıldı. Cobain, Down in the Dark adlı parçada arka vokal için desteğe geldi. Bu sırada da askıya aldıkları Lead Belly cover albümünden bir parçayı uyarlamaya karar verdiler. O parça, Nirvana’nın 1993’ün sonunda MTV canlı yayınında çalacağı ve o günkü performansla özdeşleşecek Where Did You Sleep Last Night’tan başkası değildi… 1990’da piyasaya çıkan The Winding Sheet, o tarihe kadar Trees albümlerinin aldığı kritiklerden bile çok daha olumlu karşılandı. Birkaç hafta içinde eş dost desteğiyle adeta “kotarılan” bu albüm, yıllarca solo çalışmaları için konser ya da promosyon yapmamasına rağmen, Lanegan’ın kariyerine döşenen ilk taş oluverdi. Uyuşturucu bağımlılığı ve hırsı nedeniyle iyice savrulduğu bir dönemde yaptığı ikinci albümü, Whiskey for the Holy Ghost daha da fazla övgü alarak, solo sanatçı statüsünü perçinleyecekti.
Cobain’in intiharı Lanegan’a bütün hayatı boyunca azap verdi. Otobiyografisini de ortadan ikiye bölüyor. Nirvana’nın açtığı yoldan Seattle sahnesine gösterilen ilgi artınca, Trees de büyük müzik şirketlerinin radarına girmiş ve en başarılı albümleri Sweet Oblivion’ı çıkarmıştı. Lanegan’ın eroin bağımlılığı da aynı dönemde hayatını altüst etmeye başladı. Lanegan, Avrupa turnesinden döndükten sonra ihtiyaç duyduğu miktarda eroin satın alabilmek için torbacılık yapmaya koyuldu. Birçok arkadaşı için de aracılık ediyordu. Kimi zaman Cobain için de... Lanegan, Cobain’i Jimi Hendrix, Bob Dylan, David Bowie mertebesinde bir müzisyen olarak gördüğünü söylüyor. Ayrıca onu cömert, hassas ve sadık bir dost olarak anıyor. Bir gün Cobain’e uyuşturucu sağladıktan sonra, paraya ihtiyacı olduğunu tahmin ederek ATM’den yüklü miktarda nakit para çekip ona hediye etmesini şu sözlerle hatırlıyor: “İyiliğimi her zaman düşünmesindeki inceliği ve ona ne zaman ihtiyaç duyarsam yanımda olma arzusu hayatımda nadir rastladığım bir şeydi. Varlığından dolayı minnettardım.” Ama Cobain’i kötü yönde etkilediğinden dolayı da huzursuzdu Lanegan.
“Yıllardır devam eden yakın dostluğumuzu düşündüğümde, içimde bir yerlerde bir sızı hissediyordum. Sırf birbirimizin müziğinden hoşlanmamıza ve bazı ortak kişilik özelliklerimize dayanan dostluğumuz, bir dahi olarak gördüğüm ve küçük kardeşim gibi sevdiğim biri üzerinde olumlu bir etkim olmak yerine, onun yıkımının kolaylaştırıcısı haline geldiğim bir dinamiğe bürünmüştü.”
Bir-iki sayfa sonra daha da ileri gidiyor:
“Kalbimde, kahrolası, hasta ruhlu bir kolaylaştırıcıydım. Hayır, daha da kötüsü: Ölüm dozlarını edindiği bir vasıta olarak, çok uzun süredir sevdiğim bu adamın dertlerinden yaşayan bir parazittim. Bu güzel ve yetenekli adamın hayatında, ona olumlu yönde herhangi bir destek vermek şöyle dursun, sürekli kafamın güzel kalabilmesi için en aşağılık yolu seçen aktif bir olumsuz varlıktım.”
Cobain intihar ettiği sabah onu arıyor. Lanegan telefonu açmayınca mesaj bırakıyor. “Şehirdeyim, haydi gel, müzik dinleyip takılalım.” Lanegan önce Cobain’in ondan uyuşturucu isteyebileceğini düşünüyor. Oysa o gün yeterince parası ve eroini olduğundan evinden çıkmaya üşeniyor. Ayrıca Cobain’in sevgilisi Courtney ile olacağını varsayarak, ikisi arasındaki gerilimlere şahit olmak istemediğinden arkadaşının mesajına hemen geri dönmüyor. Meğer Cobain o gün rehabilitasyondan çıktıktan sonra ilk iş olarak Seattle’a dönmüş. Başka kimseye nerede olduğunu söylememiş. Akşama doğru kayıp ilan ediliyor. Lanegan haberi alınca tutulan özel bir detektifin yürüttüğü aramalara ortak dostu Dylan Carson’la beraber katılıyor. Gerisi rock tarihinin en bilinen hikâyelerinden biri. Lanegan o sabah telefonunu açmadığı için yaşadığı travmayı ve suçluluk duygusunu şöyle anlatıyor:
“Kurt yitince, ailemden ve uyuşturucu kullanmayan dostlarımdan yabancılaşmış, mahrumiyet içinde, Kurt’ün öldüğü gün gönüllü bir şekilde yanında olmamamın hâlâ etkisi altında, günlerce hafızamın yarattığı acı dolu korkunç olayların içinde kayboldum. Beş parasızdım, yaşadığım apartmanın dışında sokaktaki insanlara crack satmaya başladım, çoğunlukla Eritreli ve Etiyopyalı göçmenlere. Kazandığım parayı eroine harcıyordum. Ne kadar çok uyuşturucu alsam da kendimden bir türlü kaçamıyordum. Beş dakikadan fazla uyuyamıyordum; çoğu zaman ahşap ve sırtı dümdüz olan, rahatsız, ilkokul sıralarındakine benzeyen bir sandalyede, pencerelerimin birinin altında sürekli öten gürültülü, eski püskü bir kalorifer peteğinin yanında oturur, dışarıdaki susmak bilmeyen martıların bağırtılarıyla sık sık uyanırdım. Yatmaya ayak diriyordum, çünkü eğer yatarsam bir daha asla kalkamayacağımdan emindim.
“(…) Courtney neredeyse her gün sırtını bana yaslıyordu. Yalnız kalmamak için, uyuşturucu için, duygusal destek için, başını omzuma dayayıp ağlamak için ve dertleşmek için. Kurt’ün ölmeden önceki haftalarda saplantılı biçimde Whiskey for the Holy Ghost albümümü dinlediğini söyledi. Dehşete kapılmıştım. Yardımım için aradığında sadece cevap vermemekle kalmamıştım –ki bu doğal olarak kendime sakladığım bir şeydi, Rolling Stone muhabirine bile yalan söylemiş, ondan en son ölmeden haftalar önce haber aldığımı anlatmıştım– onun intihara meyilli hale gelmesinde müziğimin de bir şekilde payı olması, zaten afallamış haldeki aklımı iyice paramparça etmişti.”
Cobain’in ölümünün ardından bağımlılığın hayatındaki etkisi artıyor. Lanegan, Trees’in son albümü Dust’ın turneleri sonrası polis tarafından aranıp sokaklarda yaşamaya başladığı döneme kadar yaşadıklarını çuvaldızı kendine batıra batıra anlatıyor kitabın ikinci bölümünde. Oasis grubunun vokalisti Liam Gallagher ile dikleşmeleri dışında bu çok daha ağır ve karanlık bir dönem Lanegan için. Nadir güzel anılardan bir tanesi de Pearl Jam’in gitaristi Mike McCready’nin dostu, Alice in Chains’in vokalisti Layne Staley ile oluşturduğu –ve sadece tek albüm çıkaracak olan– “süper grup” Mad Season için iki şarkıda yaptığı vokaller. Lanegan, bir gün Staley’nin onu arayıp birlikte şarkı yazmayı önerdiğini anlatıyor. Grubun kaydettiği bir parçanın sözlerini, bir kâğıda sırayla birer satır yazarak çabucak tamamlıyorlar. Sonra da Staley, vokalleri analog cihazlarla kaydediveriyor. “Kayıt makinesinin nasıl kullanacağını bilmesinden bayağı etkilenmiştim” diyor Lanegan. “Bense teknik sürece dair hâlâ hiçbir şey bilmiyordum.” Kaydettikleri şarkı Long Gone Day. Lanegan, ikinci bir şarkıda da o gün vokal yapıyor ve sadece bir saatten biraz fazla süre içerisinde işi bitiyor.
Dylan Carson, Mark Lanegan
Üstelik, iki şarkıda vokal yapmasına karşın grup üyeleri albümden kazandıkları tüm telif hakkı gelirlerinden Lanegan’ı da eşit miktarda faydalandırıyorlar. “İnanamadım” diyor. “Sürekli bazı insanların albümlerinde birtakım şeyler yaptım ama bunlar genellikle arkadaşlık için yapılır ve bir karşılık beklenmezdi. Bu insanların iki saatten az zamanım için bana verdikleri (eğlenceli vakit geçirdiğim bir süreydi bu, çalışarak değil) benim dünyamda hiç işitilmemiş bir şeydi, aşırı derecede klas ve cömert bir hareket. Ebediyen minnettar oldum.” Mad Season çok sattı ve altın plak kazandı. Ancak Lanegan albümün bütün gelirlerini dipsiz uyuşturucu kuyusunda tüketti.
İçine kapanıklığı ve yalnızlığa düşkünlüğüyle tanınan Staley’nin Lanegan’ın hayatında özel bir yeri var. Dostlukları iki grubun ortak turnelerine dayanıyordu. Lanegan, Staley’ye hayranlık duyardı. Günlerdir uykusuzken, kafası bir milyonken, çok zayıf düşmüşken bile konserlerde pürüzsüz vokaller yapabilmesine şaşar, hatta Freddie Mercury gibi en büyüklerle kıyaslardı arkadaşını. Bir gün Staley’nin uyuşturucu etkisi altında gördüğü bir halüsinasyondan ürküp onu aradığını ve bir hafta boyunca gözetimde tuttuğunu anlatırken, ondan şu sözlerle bahsediyor: “Onu bu halde görünce içim parçalandı. Ömrümde tanıdığım en tatlı, en komik, en sihirli ve en zeki insan aklını yitirmişti. Ona karşı sevgim öylesine büyüktü ki, hep eksikliğini duyduğum diğer yarım haline gelmişti.” ‘90’lı yılların sonunda ikinci kez rehabilitasyondan çıkmasıyla noktaladığı otobiyografinin sonuna, birkaç yıl atlayarak, 2002’de Staley’nin ölümünün haberini aldığı ânı da ekliyor. Bir dönemin kapanması, bir çağın kendini tüketmesi gibi. “Onu kaybetmek, içimde o andan beri her gün hissettiğim bir boşluk bıraktı. Ve muhtemelen daima hissetmeyi sürdüreceğim bir boşluk” sözleriyle bitiriyor kitabını.
Rock sahnesinde görünenlerle gerçekler arasındaki ilişki bulanık. Birçok rock figürü hakkında çıkan iddialar nedeniyle bunca yıl çalkantılı bir yaşam süren bir müzisyene dair peşinen olumlu bir imaj çizmek zor. Ancak Lanegan öldükten sonra, en çok yerdikleri bile onu iyi sözlerle uğurladı. Mesela Screaming Trees şarkılarının “eblek” ve “narsist” diye nitelediği bestecisi, neredeyse acıma duygunuzu tetikleyecek kadar üzerine yüklendiği Gary Lee Conner YouTube kanalında “Bu dünyaya gelen en iyi şarkıcılardan biri” diyerek Lanegan için yazdığı bir şarkıyı seslendirdi. Grubun ikinci bateristi Barrett Martin de sosyal medyada, Lanegan’ın kitap çıktıktan sonra onu arayarak kitabındaki bazı anekdotları farklı hatırlayıp hatırlamadığını sorduğunu söyledi. En azından Martin’in şahit olduğu kadarıyla anlattıkları sadece doğru değil, aynı zamanda Lanegan’ı daha iyi gösterecek detaylardan yoksunmuş meğer. Mesela ikisi arasında buzları eriten otel odasında bira şişesi fırlatma hikâyesi gibi. “Doğru bir olay, yaptığıma çok pişmanım ama yaptım” diyor Martin. “Hiçbirimizin taksiye ödeyecek parası yoktu ve sadece tek bir (önceden ödenmiş) araç fişimiz kalmıştı. Mark fişi odasına getirmem için beni baştan çıkardı, sonra da küstahça elimden kaptı” diye hatırlıyor Martin. Sweet Oblivion’ın kaydı için New York’talar ve Martin henüz Lanegan’la daha yeni tanışmış. “Ben de bu fırsatı Mark’a grup arkadaşlarına karşı daha nazik davranması konusunda nutuk çekmek için kullandım. Afra tafrasını çekmek niyetinde değildim, ama nutkuma şu iki kelimeyle cevap verdi: ‘Şansına küs.’” Bunun üzerine öfkelenen Martin elindeki açık bira şişesini bütün gücüyle Lanegan’ın kafasına fırlatmış. Fakat ıskalamış, hem de bayağı büyük bir farkla. “İşin kötüsü Mark beysbol hastası olduğundan küçükler liginde fırlatıcı yeteneğim konusunda ona hava atmıştım. Iskaladığımı görünce Mark kahkahalar atmaya başladı, sandalyesinden fırlayıp gelip bana sarılarak ‘Seni de İrlandalı alkolikler yetiştirmiş olmalı!’ dedi. Ben de güldüm, biraz da ağladım. Sonra her şey yoluna girdi.”
Otobiyografinin tanıdığı birçok kişiyi ilk başta rahatsız ettiğini kabul ediyor Martin. “Ama o ilk şok geçince hepimiz barıştık ve Mark’ın kuru mizahına ve harika anlatıcılığına güldük. Mark, en korkunç hikâyeyi, sonuna gelirken sizi kahkahalarla güldürerek anlatma kabiliyetine vâkıftı. Büyük yazarların sahip olduğu keskin bir zekâsı vardı, çünkü insanların kalbini de görebiliyordu – ve bize insanlığının bütün genişliğini gösterdi.”
Trees dağıldıktan sonra birlikte üç albüm yaptığı Isobel Campbell da çok zarif bir veda yazısıyla uğurladı düet partnerini. “İnsanlar bizim Güzel ve Canavar (Beauty and the Beast) olduğumuzu söylerlerdi” diyor Campbell. “Ama ben senin güzelliğine tanık oldum ve sıklıkla canavarı oynayabilirdim.” Lanegan, 2000’li yılların ortalarına kadar rehabilitasyona girmeye devam etti. “2006 ve 2007’de o telefonun korkusuyla yaşadığım günler oldu, ya da bu akşam öğrendiğim haberi duyabileceğim için radyoyu açmaktan çekindiğim günler. O zamanlar bizimle kalmayı seçtin, az mucize değildi bu. Şarkılarımızın seni hayatta tuttuğunu söylerdin. Keşke hâlâ tutsalardı. 57, ölmek için çok genç bir yaş.” Son yıllardaki üretkenliğine bakılınca beklenmedik gibi görünse de, Lanegan koronavirüse yakalandıktan sonra bir türlü sağlığına tam olarak kavuşamayacaktı.
Külyutmaz Lanegan. Bu hallere de mi düşecektin? 2021’in Aralık ayında yayımlanan Devil in a Coma şayet kurmaca bir öykü olsaydı, pandemiyi merkezine alan ilk etkileyici yapıtlardan biri denebilirdi. Ancak novella gibi okunan, araya şiirlerin serpiştirildiği bu kısa metin, Lanegan’ın koronavirüse yakalandıktan sonra hastaneye kaldırılıp nasıl aylarca tedavi gördüğünü anlattığı kara mizahla dolu bir anı kitabı. Lanegan’ın otobiyografisi boyunca insanları fazla rencide etmemek için ölçülü kullandığı, dozunu nadiren kaçırdığı alaycılığı tüm iplerini koparmış sanki. Hedef tahtasına nihayet kendisini koyunca, doya doya, bol ahenk bir taşlama yazmaya fırsat bulmuş. Okurken Lanegan’ın içinden çıkılmaz sağlık komplikasyonlarına hayıflanırken, hastalığının rock müzisyeni raconuna sığmamasından dolayı yakarışları, içine işlemiş hak ettiğini bulma duygusu karşısında gülümsemeye engel olamıyorsunuz.
“Hasta vücudum hastane yatağında yatmayı sürdürürken, hasta zihnim de kendini yiyip yiyip bitiriyordu. Daha önce yenemediğim ya da kaçamadığım hiçbir durumla karşılaşmamıştım. Beni alt edebilecek mitolojik canavar koronavirüstü demek, ve bana hayatta görmediğin şeyden kurtulmanın mümkün olmadığını öğretiyordu. Bütün gücüm ve sabrım tükenmişti ve her ne kadar durumumun biraz düzelmesini beklesem de bir türlü iyileşmiyordum; hatta çoğu gün daha da kötüye gittiğimi hissediyordum. Sert olmak, azim, cesaret, ateş, cüret ve kaya gibi sağlam bir kaçış planı daima her savaştaki güçlü yönlerim olmuştu, ama burada hiç işime yaramayacaklardı. Kargayla dövüşen bir çekirge olabilirdim … dişsiz bir halde.
Şansımın bir anda dönmesine ve işlerin rayına oturmasına alışkındım; aynı zamanda yeri geldiğinde yaslanacağım B, C, D, vs. planlarımın olmasına da alışkındım. Bu şey her neyse beni bırakmayı reddediyordu ve hayatımda ilk kez kendimi tamamen çaresiz hissettim, bende büyük bir hiddet yaratan ama aynı zamanda doğru olduğunu düşündüğüm her şeyi yeniden gözden geçirmeme yol açan bana yabancı bir duyguydu bu. Bunca yıl mezarlığın etrafında ıslık çalarak dolanırken yoksa sonunda içini boylayacak mıydım? Bu şekilde mi? Olamaz, asla! Bu sorular ne zaman gözümün önüne gelse ânında verdiğim cevap ‘Bu şekilde öleceksem kahrolayım, olamaz, asla’ oluyordu. Uçak kazası, araba çarpışması, silahlı saldırı, cinayet … Ölümümü tahayyül ettiğimde bunlar hep muhtemel adaylar gibi görünüyordu, ve hayatımın savaş meydanı reddedilip böyle kahrolası bir yatakta yatarak sona ermesi beni sinirlendiriyordu.”
Lanegan pandemi başladığında İrlanda’daki kır evindeydi. Uzun yıllar Los Angeles’ta yaşadıktan sonra bölgeye âşık olup taşınmaya karar vermişti. Bir dostunun ısrarları üzerine “obsesif bir şekilde” şiir yazmaya başlamıştı. Hastalık yayılmaya başladığında zaten inziva hayatı yaşıyordu. Ne var ki, Belfast’tan bir gazetecinin söyleşi ve fotoğraf çekimi talebini kabul etmişti. Aynı gazeteci görüştükten sonra arayıp koronavirüs testinin pozitif çıktığını söyledi.
Bir sabah Lanegan kalktığında hiçbir ses duyamıyordu. Tamamen sağır olmuş, dengesi de bozulmuştu. Merdivenden evinin alt katına inmeye çalışırken tepetakla yere düşüp kafasını pencere pervazına çarptı. Bir türlü yerinden kalkamıyordu. Eşi eve döndüğünde onu sorunlu dizi vücudunu kaldıramayacak derecede darbe almış, kaburgaları kırılmış, omurgası incinmiş, başında da iki büyük şişle buldu. Nefes almakta zorlanıyordu. Israrla direnmesine rağmen iki gün sonra hastaneye kaldırıldığında koronavirüsün “egzotik bir varyantına” yakalandığı teşhisi kondu. Doktorlar onu altı hafta boyunca komada tuttu. Kendine geldiğinde zorlukla nefes alıyor, yürüyemiyordu. Koronavirüs testleri hâlâ pozitif çıkıyordu. Eroin bağımlılığı yüzünden hemşireler damarlarından kan alamıyordu. Organları hasar görmüştü. Velhasıl kolay kolay toparlaması mümkün görünmüyordu.
“Elimden geldiğince burnumun akmasına ve öksürmeye engel olmaya çalışıyordum, çünkü aksi halde vücudumun bütün üst tarafı büyük sancı veren şiddetli spazmlarla sarsılıyor ve ciddi rahatsızlığa neden oluyordu. Bindiğim şu boktan trende her ne varsa, hiç şakası yoktu. Yıllar içinde kıçıma bayağı hak ettiğim tekmeler yedim ama şu başıma gelen şey beni bedenen ve zihnen paramparça etmeye çalışıyordu ve bir türlü sonunu görmüyordum.”
Otobiyografisindeki sahicilik çabasına vicdan muhasebesini bize aktarma şekliyle de tanık oluyoruz. Gururu ve kara mizahı narsisizmi boşa çıkarıyor. Kendini komik duruma düşürmek onu ırgalamıyor, yeter ki anlattıkları gözünde doğru olsun. Sanki bir tarafı yaşadıklarından binbir ironi bulup onlara için için gülmekten engel olamıyor. Gurur aynı zamanda çıkardığı günahların sorumluluğunu da üstlenmekten kendini alıkoyamamasına yol açıyor. Greg Dulli ile birlikte The Gutter Twins adı altında bir şarkılarında “cennet güzel, ama bayağı bir yokuş” diyorlardı. Gözünü iyiliğe dikmiş ama yolu katedemeyecek kadar yılgın, bitkin, biraz da üşengeç kafadarlar gibi. Cennet güzel yer tabii, şimdi kim uğraşır oraya tırmanmakla? Hele komadan yeni uyanmış şeytan? Hiç sanmıyorum.
“Yürüme cihazımı pencere kenarına sürdüğüm bir gece dört kat aşağıya düşmenin benim işimi bitirmeye yetip yetmeyeceğini içimden uzun uzun geçirirken, bütün kutsal aldanmalarım yok oluverdi. Düşüncelerim ömrüm boyunca insanlara kasten ya da istemeden verdiğim zararların ve kendi isteğimle davet ettiğim karanlığın anılarıyla doluyordu. Bir gökdeleni saran bir yangın, bir negatif enerji kazanı gibi yaşamıştım. Geçmişteki bütün tükenen ya da son verdiğim romantik ilişkilerimi, yalanlarımı, verdiğim sahte sözleri ve sahte umutları, acımasızlığımı, hırsızlığımı ve entrikalarımı, kaçırdığım fırsatları ve kalp yaralarımı düşündüğümde neredeyse göz yaşlarıma boğulacaktım. Eğer kendime acımak kitabımda olsaydı ağlayabilirdim de, ancak buna kendim kaşındığımın ve er ya da geç hak ettiğimi bulacağımın açıkça bilincindeydim, tıpkı hayatımdaki diğer acı olaylarda olduğu gibi.”
Tedavi sürecinin bir aşamasında doktorlar, nefes alışını rahatlatmak için trakeotomi, yani küçük bir cerrahi müdahaleyle nefes borusuna nefes alma cihazı yerleştirmeyi öneriyorlar. Lanegan tedavi sırasında ve tedaviden sonra müziğe ilgisini kaybettiğini, günlerce yatakta müzik dinlemediğini, yalnızca dış sesleri izole eden, gürültü önleyici kulaklıklar taktığını söylüyor. Nefes darlığı yüzünden sesi çok kısık çıkıyor. Yeniden şarkı söyleyip söyleyemeyeceği bir soru işaretiyken yine de tek tutunduğu şey bir gün şarkı söyleyebilme ihtimali.
“Doktorlar trakeotominin sesimi değiştirebileceğini ancak beni uçurumun kenarından alıp kurtarabileceğini söylüyordu. Eşim şarkıcı olduğum ve sesimi değiştirecek herhangi bir şey yaparlarsa kabul etmeyeceğim konusunda onları bilgilendirdi. ‘Kendine özgü bir sesi var ve onu değiştirmek kariyerinin sonu anlamına gelebilir. Bunun ona yapılmasındansa ölmeyi yeğler.’ Bu söylediğini daha sonra duyduğumda onunla gurur duydum, çünkü hedefi tam 12’den vurmuştu: Şarkı söylemekle, şarkı yazmakla ve özellikle sahneye çıkmakla olan ilişkim en iyi dönemlerde dahi ikircikliydi, ancak sesimin öyle ya da böyle içine edilmesindense ölmeyi yeğlerdim. Hayatımı gitarlı gruplarda bayılana kadar şarkı söyleyerek, şehir şehir, ülke ülke dolaşarak geçirdim. Başım her performanstan sonra sancıyla sızlayana kadar şarkı söyler, ertesi gün başka bir yerde bunu tekrarlardım. Hayatım boyunca birisine veya kendime tek bir iyilik yaptıysam, muhtemelen şarkı söylemem sebep olmuştu. Yine de tartıya koyduğumda, bir ömürlük entrikalarım ve kabahatlerim şarkı söyleyişimin bu dünyaya getirdiği herhangi bir pozitif şeyden çok daha ağır basıyordu.”
Aylarca bu düşüncelere dalmıştı Lanegan. Doktorların uyarılarına rağmen ilk kez taburcu olduktan sonra yeniden rahatsızlanıp zatürree teşhisiyle haftalarca hastaneye yatırıldı. Nihayet aylar sonra, iyice zayıf düşmüş ancak tüm dünyadaki ölümler karşısında kendini şanslı hissederek çıktı hastaneden. Lanegan’ın ölüm nedeni açıklanmadı. Kitabın son paragrafında “virüsün verdiği hasarların iyileşmesinin çok uzun süreceğini” söylüyordu. Son zamanlarda şiire merak saldığını anlatıyordu ya, şiirle de bitiriyordu kitabını. YouTube’da okuduğum bir yorumda dendiği gibi, her şarkısı adeta bir mezar yazıtı gibiydi Lanegan’ın. “Old Scratch”, kitabındaki son sözleriyle de sanki bu sefer kendini uğurluyordu: “ölüm geldiğinde / şarkı söylüyor olacaksın / bir umut şarkısı / bir aşk şarkısı / boğazına takılan / asla bitmeyen.”
Mark Lanegan özellikle son 20 yıldır o kadar üretkendi ve o kadar çok işbirliği yaptı ki, diskografisinden on şarkı seçmek gerçekten güç. Lanegan ne ait olduğu sahneyi tarif eden “grunge” kelimesini sevdi, ne de kendini o müziğin bir parçası gördü. 2000’li yıllarla spot ışıklarının rock müziğinden giderek uzaklaşması bir bakıma onu daha fazla özgürleştirdi. En iyi vokallerini de Isobel Campbell ve Greg Dulli ile birlikte çıkardığı albümlerde yaptı. Her ikisi de Lanegan’ın sesine o kadar hayrandı ki, vokal aralığını en iyi kullanacağı parçaları yazdılar onun için.
Solo albümleri olsun, Mark Lanegan Band adı altında olsun ve diğer sanatçılarla çıkardığı ortak albümler olsun, diskografisi bir single ya da hit parçaya değil, albüm bütünlüğüne dayanıyor. Albümleri daima bir atmosfer sunuyor dinleyenlere. Bu aslında Lanegan’ın otobiyografisinde gıpta ettiğini söylediği Nick Cave, Jeffrey Lee Pierce gibi müzisyenlerin de ortak özelliği. Bu yüzden duygusal yükleri olan Where Did You Sleep Last Night? ve Long Gone Day şarkılarını bir yana bırakırsak, muhtemelen her dinleyicinin sıralaması birbirinden farklı çıkar. Aşağıdaki liste, Lanegan’ın müzikal evrimini de iyi bir şekilde yansıttığını düşündüğüm bir sıralama içeriyor. Ama bambaşka şarkılarla bambaşka bir sıralama yapmak da pekâlâ mümkün.
10.
Troubled Times (Screaming Trees, Sweet Oblivion, 1992)
Sweet Oblivion, Lanegan’ın ilk içine sinen Screaming Trees albümü. Grubun kurulduğu 1984’ten o güne kadar çıkardığı beş albümde yalnızca Gary Lee Conner’ın odasında kayıt cihazıyla tek başına besteleri yer alıyordu. Lanegan, Trees’in bir kimlikten yoksun bulduğu müziğini hiçbir zaman beğenmedi, ama özellikle ilk albümlerin sözlerini sahnede söylerken utandığını anlatıyordu. Yıl 1992’ye geldiğinde, Seattle sahnesinin birden kıymete binmesiyle Trees’in o güne kadar tek albüm çıkardığı büyük plak şirketlerinden Epic bir albüm daha yapmalarını istedi. Ama Lanegan bu kez resti çekti. Lanegan’ın ayrılma isteği karşısında Lee Conner parçaları hep beraber bestelemeyi ve sözleri onun yazmasını kabul etti. Lanegan’a göre Sweet Oblivion’ın başarılı bir albüm olmasının iki sebebi var: Grubun ilk kez kompozisyonu hep birlikte yaparak müziğe odaklanması ve aralarına yeni katılan baterist Barrett Martin’in gruba kattığı daha zengin bateri motifleri.
En çok satan albümleri olmasına rağmen Sweet Oblivion, Trees’in bilinirliğini dönemin diğer rock gruplarının seviyesine çıkarmaktan çok uzaktı. Amerikan televizyonlarındaki canlı yayınları birer fiyaskoydu. David Letterman’ın Talk Show programında albümün ilk single’ı Nearly Lost You’yu, bir kavgaya karışan Lanegan’ın bir gözü morarmış bir şekilde çaldılar. Jay Leno’nun programında da Dollar Bill’i çaldıkları günün öncesinde Lanegan kötü bir uyuşturucu deneyimi geçirmiş ve neredeyse sesi tamamen kısılmıştı. Zaten Trees’i cazip kılan biraz da kendi kendini her an sabote edebilmesi, haşarılığı, dağınıklığı, ne kadar çabalasalar da havalı olamaması değil miydi? Buna rağmen albüm iki single dışında da Shadow of the Season, More or Less ve No One Knows gibi çok sayıda iyi parça içeriyor. Lanegan’ın yer yer soul’a göz kırpan vokaliyle Troubled Times bana göre en iyisi.
9
Song for the Dead (Queens of the Stone Age, Songs for the Deaf, 2002)
Screaming Trees’in son albümü Dust’ın kayıt süreci Lanegan açısından çok zor bir döneme denk geldi. Cobain’in ölümü sonrasında eroin bağımlılığı had safhadaydı. Kendi eroin ihtiyacını karşılayabilmek için bir yandan da torbacılık yapmaya başlamıştı. Grup ilk demo parçalarla yapımcıları tatmin edememiş, albümün kaydı bir yıl ertelenmişti. Yapımcılar kayıt sırasında Lanegan’a rehabilitasyon şartı koştu. Ancak Dust’ın belki de Lanegan için tek olumlu yanı, turne sırasında ikinci gitarist olarak, olağanüstü rock grubu Kyuss’ın kendine özgü, boğuk gitar sesinin yaratıcısı Josh Homme’la anlaşmalarıydı. Kendisinden bağımsız verilmesine rağmen, Kyuss hayranı olan Lanegan kararı “gözü kapalı” onaylamıştı. Turne sırasında da Lanegan ve Homme çok iyi dost oldular.
Homme daha sonra kendi grubunu kurmaya karar verince Lanegan’ı da projeye dahil etti. İkinci albüm Songs for the Deaf yayınlandığında grup yıldızlar karması gibiydi: Gitarda Homme, vokallerin bir kısmında Lanegan, bas ve yine bazı vokallerde Nick Olivieri, bateride ise Dave Grohl. Sonunda şarkıların sadece üçte birinde vokal yapmak Lanegan’ı tatmin etmedi ve gruptan “kovularak” ayrıldı. Ancak Homme ve Lanegan yıllar boyu işbirliği yapmayı sürdürdü.
8
Pendulum (solo, Whiskey for the Holy Ghost, 1994)
Muhtemelen Lanegan’ın en büyük şansı, grup kariyerinin yanında solo kariyerine başlayabilmesiydi. ‘90’larda bir kez dahi solo konser vermedi, ama solo albümleri Trees’in toplamda almadığı kadar övgü topladı. Karanlık ve yavaş rock atmosferi ise müziğinin izleğini oluşturacaktı. 1990’da Sub Pop ile üç albüm anlaşması yapmıştı. Dolayısıyla 1993’te ikinci albümünü çıkarmak için vakit gelmiş ve geçiyordu. Lanegan’ın hayatını o dönem bağımlılık ve aşırı gurur dikte ediyordu. Besteleri hazırdı ama müzik ve prodüksiyona dair herhangi bir teknik bilgisi olmaması nedeniyle demoları karmakarışıktı. Şarkılar da onu bir türlü tatmin etmiyordu.
O anda devreye ünlü prodüktör John Agnello girdi. Lanegan, New York’ta yapılan kayıtlar boyunca eroin bulmaktan başka bir şeye odaklanamıyordu. Sonunda Agnello’nun fendi Lanegan’ı yendi. Lanegan yeni solo albümünü Van Morrison’ın ünlü Astral Weeks albümüyle Cormac McCarthy’nin Blood Meridian kitabının etkisinde yazdığını söylüyor. Çıktığı andan itibaren de Whiskey for the Holy Ghost çok olumlu tepkiler aldı. İlk dinlettiği insanlardan biri olan Kurt Cobain bile albümü “bir klasik” diye niteledi. Lanegan bazı şarkıları konserlerinde uzun yıllar söyledi, bunlardan biri de albümün en kısa ve melankolik parçalarından Pendulum.
7
Carry Home (solo, I’ll Take Care of You, 1999)
Mark Lanegan’ın en çok etkilendiği müzisyenler ve gruplar arasında Nick Cave, Iggy Pop, Van Morrison, Joy Division başta geliyor. Ancak bir kişinin hayatında apayrı bir yeri var: Jeffrey Lee Pierce. Pierce’ın grubu The Gun Club, Lanegan’ın ergenliğinde tesadüfen keşfettiği ancak o günden itibaren en çok ilham aldığı ve en sevdiği grup haline geldi. Fire of Love albümünü dinlediğinde sanki aydınlandığını söylüyor Lanegan: “Sonunda, tam da benim gibi biri için yapılan bir müzikti bu. Seri katil müziği, benim gibi kayıp, sapkın, darmadağın bir ruh için bir müzik! Hayatımda ilk kez, ‘işte bu be, ben de bunu yapmak istiyorum, bu herif gibi bir şarkıcı olmak istiyorum, o da benim kadar balatayı sıyırmış’ diye düşündüm.”
Daha sonra Pierce ile 1989’da bir konser sırasında tanışıyorlar, zamanla da çok sıkı dost oluyorlar. Pierce, Lanegan’a müzik besteleme teknikleri öğretiyor, tavsiyeler veriyor, karşılıklı dertleşiyorlar… ‘90’ların ortasında Pierce, Lanegan’ın vokal yapacağı yeni bir grup kurmayı bile öneriyor. Lanegan kabul etmiyor. “Kuşağımın en sıra dışı, en dâhi şarkıcısını alıp gitar soloları çalmakla kısıtlayamazdın” diye yazıyor. 1996’da Pierce daha henüz 37 yaşındayken öldüğünde Lanegan hayatında ilk kez hüngür hüngür ağladığını anlatıyor: “Zaten çok az dostum vardı. Son zamanlarda ardı ardına ölüm haberleri geliyordu. Bir arkadaşımı daha kaybetmeye dayanamıyordum, özellikle de onu. Müziğine tapıyordum. İdolümdü. Asla üstesinden gelemeyeceğim bir kayıp gibi gelmişti bana.” 1999’da yayınladığı cover albümü I’ll Take Care of You’nun açılışını The Gun Club’ın Miami albümünden Carry Home ile yapıyor. Punk esintili rock&roll bir parçayı kederli bir ağıta dönüştürüyor Lanegan. Sayısız ışıltılı vokalinin arasında en etkileyici yorumlarından biri.
6
Come On Over (Turn Me On) (Isobel Campbell & Mark Lanegan, Sunday at Devil Dirt, 2008)
I’ll Take Care of You, Isobel Campbell’a Lanegan’la düet yapmaya ilham veren albümlerden biri. Oysa Belle&Sebastian grubunun vokalisti ve şarkı yazarlarından Campbell ile tasalı, savruk rock’çı Lanegan’ı yan yana görmeyi kimse beklemezdi. Ancak Campbell’in yavaş, neredeyse fısıldayarak yaptığı vokallerle Lanegan’ın sesi öylesine uyumluydu ki, bir değil üç albüm çıkardılar. Campbell, Lanegan’ın vokal aralığını genişlettiği, daha yavaş, tizlere yaklaştığı şarkılar yazdı. Lanegan’ın sesinin tüyleri diken diken etmesi için var gücüyle gırtlağından gürlemesine gerek kalmıyordu bu bestelerde. Tonunu yükseltmesi, bir heceyi daha vurgulu okuması bile yetiyordu. “Benim için seninle şarkı söylemekten daha keyifli ya da ruhsal olarak tatmin edici bir şey yoktu. Ya da şarkı söylemeni dinlemekten” diye yazıyordu Campbell, Lanegan’ın ölümünden sonra. “Apartman dairemde inzivaya çekilmiş keşişler gibi sabahlara kadar sana şarkılar yazdım. Bu bir onur ve armağandı.”
İlk albümleri Lanegan’ın rehabilitasyon merkezinde olduğu bir dönemde kaydedildi. 2008’de çıkan ikinci albümleri Sunday at Devil Dirt’te, gerek akustik gerek orkestrasyonu olan parçalarda, seslerinin uyumu had safhadaydı. 2010’da ikili Hawk adında üçüncü bir albüm daha çıkaracaktı.
5
Unbalanced Pieces (Soulsavers, Broken, 2009)
Lanegan’ın yaptığı tüm işbirliklerine vâkıf olmak güç, çok güç. Yıllar içinde o kadar çok sanatçı için vokal yaptı ki: Elektronik müziğin üstatları Moby ile UNKLE, Malili Sahra Çölü rock’çıları Tinariwen, Beth Orton, Manic Street Preechers, Cult of Luna, Wax Tailor… Lanegan, parçalar sesine uygun olduğunda teklifleri nadiren geri çevirdiğini anlatıyor. Bu işbirlikleri ayrıca Lanegan’ın farklı türlerde şarkı söylemeye ne kadar açık olduğunu da gösteriyor. Biricik bir sıfatla hapsedilen –grunge– bir sahneden çıkmış olmasına rağmen, kendini tekrar etmemeye çalışması kayda değer bir özelliği. Hele ki yıllarca aynı türde şarkılar söylemesi işten bile değilken.
Lanegan’ın en başarılı işbirliklerinden biri de gospel ve soul melodileri rock ile harmanlayan Soulsaversgrubunun 2009 yılındaki albümü Broken. Tıpkı Isobel Campbell ile düetlerinde olduğu gibi, bu albümdeki şarkılar Lanegan’ın vokallerinde nüansları daha iyi kullanmasını sağlıyor. Unbalanced Pieces’in groovymelodisi de o zamana kadar Lanegan’ın vokaliyle duymaya alışkın olmadığımız parçalardan biri. Bu arada parçada, eli her şeye değen bir başka rock’çı Mike Patton’ın fısıltıları da var.
4
The Stations (Gutter Twins, Saturnalia, 2008)
Lanegan’ın en başarılı müzikal işbirliği hiç kuşkusuz aynı dönemin rock figürlerinden, mülti-enstrümantalist Greg Dulli ile birlikte The Gutter Twins adı altında çıkardığı bir albüm ve bir EP. Dulli, Lanegan’a o güne kadar en güçlü vokallerini yaptığı şarkılar besteliyor. Lanegan’ı Dulli’nin The Twilight Singersadı altındaki muhteşem grubunda birkaç kez vokal yaparken dinlemiştik (Blackberry Belle albümünün kapanış şarkısı Number Nine mesela). Ancak Saturnalia çıtayı daha da yükseltiyor. Her ikisinin birbirini çok iyi tamamlayan seslerini her şarkıda farklı kombinasyonlar içine sokuyor: Bazı parçalarda biri ön, diğeri arka vokal, bazı parçalar çift ses, bazı parçalarda ise Dulli’nin tizleri Lanegan’ın baritonunu hazırlıyor, etkisini artırıyor.
Dulli ile Lanegan’ın tanışması olaylı olmuş. Lanegan, Dulli ona ilk kez bir barda selam verdiğinde sinir olup yıllarca sebepsiz yere garez beslediğini anlatıyor. 2000’lerin başında Dulli, Lanegan’ı arıyor ve onun için bir şarkı yazdığını söylüyor (üzerinde ilk çalıştıkları şarkı Deepest Shade ancak Lanegan’ın 2013’te çıkardığı solo albüm Imitations’da yayınlanıp gün yüzü görecekti). Bu vesileyle tanışıp çok yakın dost oluyorlar. Gutter Twins de aynı yoksulluktan gelen kardeşten de yakın iki kişi anlamında seçilen bir grup ismi. Dulli ile Lanegan’ın yolları bir daha hiç ayrılmıyor. Birbirlerine katkı vermeyi yıllar yılı sürdürüyorlar. En son 2020’de Bob Dylan’ın The Girl From the North Country parçasının tek bir piyano ile muhteşem bir cover’ını yaptılar.
Kişisel olarak da Lanegan’ın müziğiyle tanıştığım albüm Saturnalia. Grunge’a yetişememiş ve açıkçası fazla merak duymamıştım. The Twilight Singers’ın 2007’de çıkan Powder Burns albümüne ise bayılmıştım ve Dulli’nin yeni işlerini takibe koyulmuştum (harika gitaristleri Dave Rosser’ın 2017’de kanserden ölümünden beri grup rafa kalktı, Dulli ise eski grubu The Afghan Whigs ile müzik yapmaya devam ediyor). Ertesi sene Saturnalia piyasaya çıktı. Albümde Idle Hands, Circle The Fringes, ya da Adorata adlı EP’yi kapayan We Have Met Before gibi sevilen birçok parçaları var. Ancak albümün açılışındaki The Stations, ortak projenin atmosferini en iyi temsil eden ve Lanegan’ın vokallerinin göz kamaştırdığı parçalardan.
3
Hit the City (Mark Lanegan Band, Bubblegum, 2004)
Mark Lanegan’ın kariyerindeki kırılma noktası ise, solo albümlerinden farklı olarak, etrafına dostlarını toplayıp bestelediği ilk albüm Bubblegum. ‘90’lı yılların indie rock gruplarının izinden giden ve tek bir türe hapsedilmesi mümkün olmayan bir albüm bu. Elektro, psikedelik ve gospel esintilerle anaakım rock izleğini birleştiriyor. Bazı parçalar garip ve deneysel, bazıları ise daha klasik. Ama hepsinin arkasında dupduru bir fikir, ya da Lanegan’ın hep özlem duyduğu ifadeyle berrak bir kimlik var. Bir demet de Amerikalıların “swagger” diye tanımladığı o oyunbaz gösterişten.
Josh Homme, Greg Dulli, Nick Olivieri ve Duff McKagan gibi birçok dostu bu albüm için seferber olmuş. Ama en göz alıcı, “assolist” konuk ise PJ Harvey. Düet yaptıkları iki şarkı, Come to Me ve özellikle Hit the City, albümün ve Lanegan’ın diskografisinin öne çıkan şarkılarının başında geliyor. Yüksek tempo ve tekrarlı melodisiyle Hit the City, Lanegan’ın en hipnotik şarkılarından da biri.
2
Emperor (Mark Lanegan Band, Gargoyle, 2017)
Peki, ya şöyle dinledikten sonra dilimize dolanacak, günlerce mırıldanacağımız bir Lanegan şarkısı diye soracak olursanız… Lanegan anaakım rock müziğine karşı antipatisini otobiyografisinde saklamıyor. Bestelerinde çoğunlukla basit melodilerden kaçıyor. Emperor ise bir istisna. Lanegan 2012’deki Blues Funeral albümünden itibaren post-punk, elektro ve daha karanlık folk-rock melodilere ağırlık veriyor albümlerinde. 2017’deki Gargoyle ise diğer albümlere göre daha kısa, daha derli toplu olduğundan Lanegan’ı dinlemeye başlamak için çok iyi bir yer. Ve her nasıl olduysa albüme aaa-ahahaa-aaaaaah ooo-hoohoo-hoooooonakaratıyla stadyum konserlerinde seyircilerin tezahürat yapacağı türde, Iggy Pop'un The Passenger parçası gibi kıpır kıpır bir parça karışıvermiş. Arka vokallerdeki tanıdık ses ise Josh Homme’un.
1
I Am the Wolf (Mark Lanegan Band, Phantom Radio, 2014)
Lanegan’ın müzikal açıdan en ışıltılı albümlerinden biri Phantom Radio. Yalın, karanlık, özenli, kimlik sahibi. Kolaya kaçmayan şarkı sözleri. Hüner isteyen besteler. Gerçek bir virtüöz şarkı yazarı ürünü. Sadece albümü değil, Lanegan’ın kendine yarattığı atmosferi, dünyayı en iyi özetleyen parçalardan biri belki I Am the Wolf. Özellikle de KEXP’nin stüdyosunda yalnızca iki gitar eşliğinde verdiği bu canlı performans.
Özel not:
Hanging On (solo, Straight Songs of Sorrow, 2020)
Lanegan’ın otobiyografisinden esinlenerek yazdığı son albümü Straight Songs of Sorrow ise hastaneye kaldırılmadan yaklaşık bir yıl önce, pandeminin başında piyasaya çıktı. Uzun süredir solo olarak çıkardığı bu ilk albüm yine melankolik, ama biraz daha içedönük. Otobiyografisinin etkisini ise içerdiği kara mizahta görüyoruz. Hanging On kara mizaha bulanmış o şarkılardan. Şarkıyı Seattle’daki en eski dostlarından Dylan Carson’a adamış Lanegan. Basit bir gitar melodisiyle eski günleri yâd edip hâlâ hayatta olabilmenin hayretinden dem vuruyor. Otobiyografilerinde bizi alıştırdığı gibi, yine –tatlı tatlı ya da acı acı, siz karar verin– gülümseterek: “Birbirimizi epey tanıdık / cehennemin yollarında yan yana yürürken / yaptığım her kötülüğe rağmen / hep hâkim oldun diline / artık bir tek biz kaldık / bir gün özgürlüğe kavuşacağız / polis ölmüş olmamız gerektiğini söylüyor / sen ve ben hâlâ tutunuyoruz / doktorlar ölmüş olmamız gerektiğini söylüyor / sen ve ben hâlâ tutunuyoruz.”
•