Kış Uykusu köklü bir rejim değişikliğine doğru yol alan İran toplumunda bir grup arkadaşın öyküsünü, olay örgüsüne yaslanmadan, hatırlama, hayal ve gerçekliğin belirsiz bir zeminde iç içe geçtiği bir kurguyla aktarıyor
08 Eylül 2016 13:40
Türkçe edebiyatın kıymetinin hâlâ yeterince bilinmediğini söyleyebileceğimiz yazarlarından Feyyaz Kayacan'ın pek çok öyküsünde yer alan "Hiçoğlu" adlı metaforik karakteri, bir öykünün sonunda kendine bir ad ve kimlik edindikten sonra kuş olup göğe uçar. Akla edebiyattaki varoluşsal temaları ve büyülü gerçeklik yöntemlerini getiren "Hiçoğlu'nun Serüvenleri," Kayacan'ın hayli örtük bir imgelem dünyasında kendine özgü şiirsel diliyle gerek bireysel gerekse toplumsal olanı dert edinerek incelikle kurguladığı öykülerdir. Kayacan'la çağdaş sayılan, 1960'lardan beri yazdığı hâlde Türkçeye ilk kez çevrilen İranlı yazar Goli Taraghi'nin Kış Uykusu (Hâb-i Zemistânî) adlı romanı, belki de yazarların yaşadıkları dönemin ve coğrafyanın da ortaklıkları nedeniyle edebiyat dünyasında zamanın ve sınırların ötesine geçerek yer bulabilen bir yazınsal kardeşliğe işaret ediyor.
Goli Taraghi de tıpkı Feyyaz Kayacan gibi Batılılaşma ve modernleşme yönelimleri ile köklü bir gelenek arasında kalarak kendine özgü bulamacını inşa etmeye çalışan bir ülkenin 'Batı' kültürüyle yetişen 'modern' bir bireyi ve hayatının büyük çoğunluğunu bir 'sürgün' olarak kendi ülkesinin dışında geçiriyor. 1950'lerde Amerika'da felsefe eğitimi aldıktan sonra Tahran'a dönüp 1979'daki İran Devrimi gerçekleşene kadar öyküler, senaryolar yazıyor, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde dersler veriyor. Devrimin ardından ise ders verdiği fakülte de kapatılınca bekar bir anne olarak iki oğluyla Paris'e yerleşiyor. Taraghi, 1980 yılından beri yazları İran'a seyahat ederek Paris'te yaşıyor ve yazmaya devam ediyor. Kendisiyle gerçekleştirilen söyleşilerde dile getirdiği üzere ve edebiyatı üzerine yapılan çalışmalardan anlaşıldığına göre; sürgünlük, göç, geçmiş, bellek, yabancılaşma, Batılılaşma ve modernleşme meseleleri edebiyatının belli başlı meselelerini oluşturuyor. Devrim sonrası rejimin yarattığı baskıyla bir yazar olarak kendine uyguladığı otosansüre işaret eden Taraghi, belki de bu yüzden düzyazıda şiire, örtük bir imgelem dünyası yaratmaya, absürdlüğe, trajikomikliğe ve büyülü gerçekçilik olarak adlandırdığımız bir edebî yönelime yakın durduğunu belirtiyor, ki kısacık ama yoğun bir roman olan Kış Uykusu, bu özelliklerin hepsini bünyesinde taşıyor.
Taraghi, söyleşilerinde kendisinin politik anlamda angaje bir yazar, hatta kendi ifadesiyle bir "militan" olmadığını, yazınsal derdinin insan olmakla ve evrensellikle ilişkili olduğunu özellikle dile getiriyor. Bu dertlere işaret eden kavramlar, aslında toplumsal olanı rafine ve incelikli bir şekilde sembolik ipuçlarıyla, çok bireysel gibi görünen bir hikâye üzerinden şiirsellikle kurgulamaya işaret ediyor. Bu bağlamda İranlı başka bir yazarı, Sadık Hidayet'i ve yakınlarda hayata veda eden yönetmen Abbas Kiyarüstemi'nin başını çektiği Yeni İran Sineması'nın dinamiklerini de akla getiriyor. 1950'lerde yazılıp ilk kez 1973'te yayımlanan Kış Uykusu da köklü bir rejim değişikliğine doğru yol alan İran toplumunda bir grup arkadaşın öyküsünü olay örgüsüne yaslanmadan, farklı anlatıcılarla, belleğin oyunlarına, dolayısıyla hatırlama, hayal ve gerçekliğin belirsiz bir zeminde iç içe geçtiği bir kurguyla kendine hayran bırakan bir dil ve incelikle aktarıyor.
Romanda ara ara sahneye çıkan erkek ben anlatıcı dışında, aşağı yukarı 70 yıllık geçmişleri olan bir grup erkeğin, her biri başka bir bölümde üçüncü tekil bir anlatıcıyla anlatılan hikâyesine tanıklık ediyoruz. Sadece ben anlatıcının bölümlerinde bugüne tanıklık ediyor, yaşlılığı ve ölümü bekleyişi birinci ağızdan dinliyoruz. Gerek ben anlatıcının söz konusu 70 yıl içinde geriye dönüşleri sayesinde, gerekse diğer karakterlerin hikâyesinde zaman ve bellek somut işleyişini kaybediyor. Anıların bellekte belirişi, her karakterin kendi hikâyesinde öznellik kazanıyor, ancak bu öznelliğin üçüncü tekil anlatımla gerçekleşiyor oluşu kurguya etkileyici bir zıtlık katıyor.
Haşimi, Enveri, Azizi, Ahmedi, Mehdevi, Haydari ve Celili Beylerin artık yaz mevsimini geride bırakıp kışı buyur eden ortak dünyası, bütün romana yayılan kış soğuğunun karakterlerin kendilerini dile getirişleriyle onları 'yaktığı' bir dünya. Halbuki artık daha çok üşüyen yaşlı kemiklerini ısıtmak için battaniyelerin altında uyukluyorlar. Yaz mevsimine tekabül eden geçmişlerini özleyip istemedikleri ölümü beklerken, hepsi de ölüme gidene kadar hayatları boyunca içlerinde taşıdıkları 'gitmek' isteğinden ve isteksizliğinden dem vuruyor. Gitmeyi ve kalmayı sorgulayışları, ölümü bekleyişleri, kış soğuğunun onlar için neden yakıcı olduğu hakkında bir fikir veriyor. Beyler, ölmek istememekle birlikte bireysel ve toplumsal hayatlarında tehlike ve mutsuzluk baş gösterdiyse gitme gerekliliğini gündeme getiriyor, kimisi de bu eylemi gerçekleştiriyor. "Keşke en azından gözlerimiz kalsa ve seyretmeyi sürdürse, hayatı seyretmeyi" diyor Azizi Bey; bununla birlikte bütün karakterlerin bölümlerinde kendilerini seyrettiklerini düşündükleri belirsiz gözlerle karşılaşıyoruz. Sadece seyredilmekle kalmıyorlar, bir türlü görmedikleri ama yoğun bir şekilde hissettikleri yabancı eller, pencere önünden ev bahçesinden duyulan yabancı ayak sesleri bitmeyen bir gerilim ve tehlike duygusu yaratıyor onlar ve okuyucu için. Taraghi, karakterlerinin içsel gerilimlerini ve duydukları tehlikeyi bu belirsiz gözler, adımlar ve seslerle belirginleştiriyor. Oldukça güçlü ve zarif bir simgesellikle her karakter, yazarın tasvir ettiği doğa unsurlarının birer idea'sı hâline geliyor. Özellikle romanın tamamına bir leitmotif olarak yayılan ağaç metaforları, Taraghi'nin açtığı şiir kapılarından keyifle girmek ve karakterleri özümsemek adına etkin bir rol oynuyorlar. Bu noktada Kış Uykusu'nu Farsçadan Türkçeye kazandıran Makbule Aras'ın incelikli çevirisini mutlaka takdir etmek gerekiyor.
Tahranlı beylerin geçmişine ve bugününe tanıklık ederken hayatlarındaki iki önemli kadını da onların gözünden tanıyoruz. Gaipten gelir gibi, bir melek suretinde Haydari Bey'in ve diğerlerinin yaşamına giren Şirin Hanım, gelişi doğaüstü gibi görünse de hayatlarındaki somut iyiliğin, umudun ve yapıcılığın vücut bulmuş hâli. Taraghi'nin şiirsel diliyle bahçe havuzunda yıkanırken, yosunlar içindeki bir deniz kızı, mitolojik bir güzellik olarak tasvir ediliyor. Buna karşılık, tüm mitolojilerde ve hikâyelerde yer alan şeytani ve cadı kadın arketipi de romanda yer buluyor. Mehdevi Bey'in karısı Talat Hanım, Şirin Hanım'ın aksine saçına dolanan yosunlarla daha çok Medusa'yı andırıyor. Nitekim düğünden çok cenazeye, kutlamadan çok yasa benzeyen Mehdevi Bey'le olan düğünlerinin anlatıldığı bölümlerde kesik koyun başı, kanlı ciğer, çamur, ortalıkta uçuşan sinekler gibi unsurlarla aktarılan kurban kesme ritüeli Talat Hanım'ın hayatlarında oynayacağı rahatsız edici rolün somut belirtilerini sunuyor.
Yazının başında bahsedilen, Feyyaz Kayacan öyküsünü akla getiren bir yazınsal kardeşlik fikrine bu noktada tekrar değinmek gerekiyor. Taraghi'nin toplumsal ya da siyasî olgularla doğrudan ilişki kurmamasında ve romanda giderek dozu artan imgesellikle, absürdle bu paralellik kendini gösteriyor. Kayacan'ın adını ve kimliğini bulup kuş olup uçan Hiçoğlu karakterini andırır bir şekilde, Aziz Bey bir adam düşlüyor. Sokaktaki bu adam, kanatlanıp uçuyor, başka bir yere gidiyor. Celili Bey adı sanı belli olmayan tuhaf bir hastalığa yakalandığında doktor bu hastalığı kendince bir metaforla, "serçe hastalığı", uçmak isteyip uçamayanları yatağa düşüren hastalık olarak adlandırıyor. Her iki yazarın da özellikle kuşlar üzerinden kurdukları bu imgelem dünyasının varoluşçu temalarla ve bireysel yabancılaşmayla ilişkisi, Beckettvari bir absürdlük paltosundan çıkmış benzer bir yazınsal yaklaşımı düşündürüyor. Nitekim Enveri Bey ile Mehdevi Bey, Godot'yu Bekleyen Vladimir ile Estragon'un bu defa birbirlerini bekleyen versiyonları gibi roman boyunca karşılıklı 'saçma' bir bekleyiş içinde karşımıza çıkıyorlar. Kış Uykusu'nun büyük uykuyu bekleyen beyleri hayatın ve beklemenin 'saçmalığını' iyisiyle, kötüsüyle tahlil etmeye çalışıyorlar, bilgeliğe tamah etmeyip bilmemeyi kabullenerek. Goli Taraghi yazınsal derdi olduğunu söylediği insanlığı ve evrenselliği büyük bir zerafetle kurcalıyor.