Humanus ile anthropos arasında

Bir zamanlar ‘Kürtçe’ sözcüğü bile sözlüklerden çıkarılmıştı, ‘toplumdilbilim’ sözcüğünü ise bugün hâlâ ne genel sözlüklerde bulabiliyoruz, ne de resmî kaynakçalarda. Oysa bu disiplin, bizim toplumumuzun en temel insani gerçeklikleriyle ilintilidir

14 Şubat 2019 09:30

Bilimsel disiplinler arası ilişkiler öylesine karmaşıklaştı ki, bu ilişkileri anlayabilmek için metafor seçmek alabildiğine zorlaştı; ağaç metaforu mu, kılçık metaforu mu, kıvırcık salata yaprağı mı, küre mi, köksap mı? Ben her ne kadar bildiğim kadarıyla kendi metaforum olan kıvırcık salatayı yeğlesem de, zihnim diğer seçenekleri tümden dışlamıyor. Her durumda, okumakta olduğunuz yazıyı tetikleyen, bir ortak kitap oldu: Kültür Denen Şey: Antropolojik Yaklaşımlar.[1]

Kitabın adından da anlaşıldığı üzere, yazarlarından her biri kendi ilgi alanına antropoloji açısından bakıldığında neler görülüyor, bunu ele almış. İki hazırlayıcıdan biri olan Cenk Özbay “İş Antropolojisi”ni yazmış, Aksu Bora “Feminist Antropoloji”yi, Berna Yazıcı “Devlet Antropolojisi”ni, derken böyle bir düzine bölüm oluşmuş. Biz okurlara gelince, herhalde herkes kitaba önce en çok ilgilendiği alan(lar)ın antropolojisi var mı diye bakıyordur, ben de öyle yaptım ve buldum: “Dil Antropolojisi”, s. 256, yazan Yağmur Nuhrat. Edebiyat antropolojisi bulamadığımdan, ikinci sıraya Aksu Bora’nın, üçüncü sıraya Berna Yazıcı’nın bölümü yerleşti. Ve hepsinden önce, elbette “Giriş”.

Kitabın iki hazırlayıcısı tarafından yazılmış olan Giriş, antropolojinin neyken ne olduğunu güzelce anlatıyor. Pek yeni bir disiplin değil elbette antropoloji. Ancak, teşbihte hata olmaz demiş atalar, siyasi partiler gibi onun da başından fena şeyler geçmiş: Bazı bilimciler Darwin’in bulgularını “sosyal Darwincilik” adı altında insan toplumlarına uygulamaya kalkınca, gelsin ‘gelişmiş ırk’ kuramları, faşizm ve nazizm gibi cehennemî yol arkadaşları. Son kırk kadar yılın antropolojisi ise artık bu utanç verici geçmişiyle hesaplaşmakta ve insan bilimlerine eleştirel, özeleştirel, toparlayıcı, çözümleyici bakış açıları sunmaya çalışmaktadır, humanus ile anthropos arasında.

Bu iki sözcükten ilki Latince, diğeri Yunanca. İkisi de ‘insan’ anlamına geliyor. Ancak, her şeyimiz gibi dillerimiz de tarih/zaman/yer dediğimiz çerçevelerde devindiği ya da biz öyle bildiğimiz için, sözlüklerdeki yalın tanımlar da bir başlarına yeterli olmaktan uzak. Söz konusu iki sözcük her ne kadar dünya ortak kültür sözlüğüne yerleşmişlerse de, yürürlükte olan daha çok türevleridir. Bu türevlerden bazılarını bugün farklı bilimsel disiplinlerin adı olarak kullanıyoruz: Humanus’tan türeyen ‘humanities (human sciences / beşerî bilimler / insan bilimleri)’ ve anthropos’tan türeyen ‘anthropology[2] başta olmak üzere.[3] Antropoloji de bugün humanities’in, yani insan bilimlerinin alt dalı sayılıyor. Gerçek şu ki, yüz kadar yıldır bu disiplinler dallanıp budaklanırken bir yandan da her dal kendisine yeni üstbaşlıklar arıyor. Dil cenahında durum zaten öyle: Doğal dillerin her biri yüzyıllarca dilbilgisi, filoloji, retorik gibi disiplinler çerçevesinde tek tek çalışılmışken, 19'uncu yüzyıldan itibaren aralarında ortak olan ne var diye düşünmeyi akıl edenler giderek ‘dilbilim’ adlı üstbaşlığa ulaşmış. Dilbilim daha önce bağımsız bir disiplin olarak yok. Tarihsel olarak, kapitalist “emperyalizm” olgusu ve kavramıyla aynı zamanlarda oluşuyor. Günümüzde dilbilim bir yandan insan bilimlerinin, bir yandan göstergebilimin alt (bazılarınca üst!) dalı sayılıyor. Ve durmadan çoğalan alt dalları var. Hemen tüm disiplinler aynı durumda, yönelimler çeşitli. Kültür Denen Şey adlı çalışma bu açıdan başlı başına, gelişkin bir gösterge.

Yeni sayılabilecek sürgünlerden olan “dil antropolojisi”ne dönecek olursak, Yağmur Nuhrat’ın yazısı okunurken fark edileceği üzere, bu disiplin ile toplumdilbilim (sociolinguistics) arasında örtüşmeler var. Zaten 1960 ve 70’lerde bu ikisinin pek ayırt edilmemiş olduğu söylenir. Bugünkü anlayışa göre ise toplumdilbilim dilbilimin bir dalıdır, dil antropolojisi ise antropolojinin dalı.

Yağmur Nuhrat, son derece aydınlatıcı bulduğum yazısında Türkiye’de yeterince çalışılmadığını belirttiği dil antropolojisinin başlıca eğilim, düşünür, kaynak, olanak ve kavramlarını tanıtıyor ve kısaca değerlendiriyor. Kavramlar babında takıldığım bir sorunu belirtmeden geçmeyeyim. Söz konusu olan, “dil antropologlarının beslendiği önemli düşünürlerden” Mihail Bahtin’in bazı temel kavramlarıdır: “[Bahtin] dilin doğası gereği her zaman çift-anlamlı (dialogical) ve konuşmanın da her zaman çoksesli (heteroglossic) olduğunu öne sürmüştü” diyor Nuhrat (s. 257). Kavramların İngilizcesini ve bir miktar da Bahtin’deki kullanımın açıklamasını vermesi çok iyi olmuş, çünkü ‘diyalojik’ kavramının karşılığı olarak “çift-anlamlı” terimini kullanmak yanıltıcı olabilir. Böyle düşünmemin tek nedeni Bahtin’in bütünüyle özgün bir içerikle kullandığı bu kavramın dilbilimden bildiğimiz ‘çift-anlamlı’ sıfatıyla bağlantılanmasındaki zorluk değil. Bir de, buradaki ‘diyalog’ kökeninin de tam olarak bildiğimiz diyalog olmayışı var. Kişisel olarak, böyle durumlarda kavramı “olduğu gibi”, çevriyazı yoluyla (burada, ‘diyalojik’ biçiminde) korumaktan, ortak kültür sözlüğüne dahil saymaktan yanayım ve bazı Bahtin çevirmenlerinin bu yolu tutmakta haklı oldukları kanısındayım. Kavramla ilgili açıklamalar, “çift-anlamlı” karşılığını haklı kılmıyor.

Heteroglossia’ için “çoksesli(lik)” denmesinin ise ilk bakışta sakıncası yok gibi görünse de, onun da aslında yine bir Bahtin kavramı olan ‘polyphonic / polyvoiced’ ile karışması tehlikesi var. ‘Farklıdilli(lik)’ gibi, hem daha uygun, hem de daha önce kullanılmamış olduğunu sandığım bir karşılık öneriyorum. Bu kez “olduğu gibi” almamızı değil de kullanılmamış bir sözcük önermek isteyişimin nedeni şu: Bir kavramı “olduğu gibi” almak, özgün dildeki (burada Rusça) sözcüğü almak anlamına gelir, oysa Bahtin metinleri konusunda böyle bir girişim için herhalde çok geçtir. Diyalojik’i benimseyebiliriz, çünkü Rusçası da o. ‘Heteroglossia’ ise Bahtin sözlüğünde başka bir Rusça sözcükle yer alıyor.

İçerik babındaki bir cümleyi yeniden yazmak isteğimi de belirtmeliyim. Nuhrat’ın “Sonuç Yerine” bölümündeki ilk cümlesi, “Toplumsal dinamikleri belirleyen bir pratik olarak dil...” diye başlıyor (s. 281). Kişisel olarak, burada “belirlemek” fiili yerine, “etkilemek” demeyi daha yerinde buluyorum: ‘Toplumsal dinamikleri etkileyen bir pratik olarak dil...’ Belki, ‘hatta bazen belirleyen...’ diye ekleyebiliriz.

Antropolojiyi daha önce toplumdilbilimin alanına girdiği kabul edilen bazı başlıklara el atmaya iten nedenlerin neler olabileceği sorusuyla bitireyim. Bu soru, ikidillilik, çokdillilik gibi sorunlar açısından bereketli olan bizim gibi toplumlar için özellikle önemli. Onyıllar süren ağır siyasi baskı ve yasaklar, dilbilim, toplumdilbilim, dil toplumbilimi vb. disiplinlerin, bırakınız geliştirilip yararlı olmasını, anılmasını bile zorlaştırmıştır. Üniversitelerde dil ve diğer insan bilimleri alanındaki akademik bölümler, düşünsel ve toplumsal ihtiyaçlara değil, doğrudan doğruya devletin dar görüşlü dil vb. politikalarına endekslenegeldi. Devlet bütün anlamlarıyla teksesli bir işleyiş içinde olduğu ölçüde, bu basıncın sonuçları diğer insan bilimleri gibi dil alanında çalışan disiplinlerde de kendini gösteriyor. Bir zamanlar ‘Kürtçe’ sözcüğü bile sözlüklerden çıkarılmıştı, ‘toplumdilbilim’ sözcüğünü ise bugün hâlâ ne genel sözlüklerde bulabiliyoruz, ne de resmî kaynakçalarda. Oysa bu disiplin, bizim toplumumuzun en temel insani gerçeklikleriyle ilintilidir. Dileyelim ki şimdi aynı gerçekliklerle kendi (antropolojik) açısından ilgilenme olanağını sunan dil antropolojisi de benzer bir yazgıya uğramasın. Aynı dilek elbette diğer antropolojiler için de geçerli.

 

[1] Haz. Ayfer Bartu Candan ve Cenk Özbay, Metis Yayınları, 2018.  

[2] ‘Antropoloji’ için Türkçede önerilen terim, ‘insanbilim’. Ancak, AKDTYKTDK imla kılavuzu başka bileşik sözcükler gibi bu terimi de tamlama gibi yazıyor, insan bilimlerinden insan bilim beğenin dercesine.

[3] Son günlerde Humanus’un son sürgünleri arasında özellikle Varlık dergisinin Ocak 2019 sayısındaki gibi örnekleriyle tarihsel Romantizm akımına ilişkin açıklamaları akla getiren ‘post-hümanizm ve transhümanizm’le karşılaştık. Bkz. https://t24.com.tr/k24/yazi/varlik-a-bir-yanit-posthumanizm-ve-gozden-kacan-imkanlar,2140