Editörler anlatıyor

Levent Cantek, Faruk Duman, Öykü Özçinik, Mehmet Said Aydın, Suat Duman ve Kadir Aydemir 80 sonrası doğan yazarların üretimlerini değerlendirdi...

11 Temmuz 2016 14:13

Bu ayki dosyamız kapsamında altı yayınevinden seçtiğimiz Türkçe edebiyat editörlerine 80 ve sonrasında doğan yazarların üretimlerine ve dertlerine dair merak ettiklerimizi sorduk.

 

Levent Cantek (İletişim Yayınları): Türkçe edebiyatın taşrasında daha çok Kürtler var...

80 sonrası doğumlu yazarların edebiyatta çizdikleri yolun ortak noktaları var mı?
Bu yazarlar, ilk kitaplarını çıkardıklarında nasıl bir roman ve öykü evrenimiz vardı diye düşünerek bu soruyu cevaplamak bana daha doğru olurmuş gibi geliyor. Çünkü, bugünün popüler yazarlarına bir bakın, kitapları satan, dergilerde yer alan, imza günleri yapılan, sosyal medyada konuşulanları kastediyorum. Hepsi de 80 sonrasında doğmuş değiller ama ortak bir okura hitap ediyorlar. Alper (Canıgüz) ile Emrah (Serbes) yaşıt falan değiller veya Murat (Menteş) ile Aylin (Balboa)…ama ortak bir auraları var, birini okuyan diğerini de okuyor, hısım akrabalar demek istiyorum. Bizim edebiyatımız hep büyük meseleleri konuşmak ister, şöyle düşünün, çocukluğu ya da ergenliği anlatan büyük romanımız var mı? Varsa kaç tane var? Son on beş yılda bu dönemi anlatanlar çoğaldı, zamanın süratiyle garip bir nostalji ihtiyacı vardı, ergenler bir arada kalmışlık haliyle edebiyatımıza hiç olmadığı kadar konu oldular. Peki nasıl oldular? Bizim edebiyatımız büyük meseleleri bağırarak konuşur… Mecaz yapıyorum, bağıran erkek kahramanları okuruz, bir olağanüstülük vardır. Ergenlik de böyle anlatıldı demek istiyorum, kendi halinde, samimi ve sıradanım derken bile bağırmaktan söz ediyorum. Yazarların hayata çok karıştıklarını, çok göründüklerini, çok görünmek istediklerini düşünüyorum. Kahramanları gibi hafif atarlı, ergen enerjili, kestirip atan çıkışlar yapabiliyorlar. Sorunuzun tek bir cevabı yok ama galiba en çok bu bakımdan ilgi çekiyorlar. Sadece şunu düşünün: cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde bu kadar çok imza günü yapılmadı. Yayınevleri ve yazarlar, çok değil on yıl önce, bu meseleyi bir tür ayıp olarak görürlerdi, yazarlar kendilerine teklif edildiğinde sinirlenir, bunu hakaret sayarlardı. Bugün, yazı yazarak geçinmek istiyorum diyen bir yazar kuşağı var. Eskiden bunun ihtimali yoktu.

İstanbul dışında yaşayan yazarların edebiyatının odağında ne var?
İstanbul dışı taşra sayılmalı değil mi? Bu soruyu her yayınevi ve her editör farklı cevaplar, ben Ankaralıyım, İstanbul’da yaşamayı tercih etmeyen biriyim, İletişim Yayınları'nın Türkçe Edebiyat kitapları Ankara’da hazırlanıyor, ayda üç kitap çıkarıyoruz. Ben meseleye İstanbul veya şurası-burası diye bakmıyorum, iyi hikâye veya iyi edebiyat olması yeterli. Ama evet, taşraya, daha az konuşulana kişisel bir ilgi duyuyorum. Deniz’in (Arslan) Ege’nin taşrasını anlatması, Mustafa’nın (Çiftci) Yozgat’ı konuşturması hoşuma gidiyor, asılıyorum. Türkçe edebiyatın taşrasında daha çok Kürtler var, onların odağında siyaset var, kendi dertleri var, Yaşar Kemal ve Mehmed Uzun’un dili var. Metropolden, orta sınıftan birinden bize gelen dosya ile taşradan gelen dosya arasındaki en önemli fark, uzunlukları. Taşradan gelen dosyalar mutlaka çok sayfalı oluyor.

Editör kitabı ilk kez çıkacak bir yazarlar nasıl bir etkileşim içerisinde oluyor/ olmak istiyor?
Bize gelen dosyaları, önce arkadaşlarım okuyorlar, iki olumlu rapor alırsa ayrıca ben okuyorum. Beğenirsem hemen telefon açıyorum, yazarla konuşmak istiyorum. Mutlaka metin üzerinde çalışıyoruz, seyreltmeler, belirginleştirmeler, yeniden yazımlar oluyor. Yazarla editörü arasındaki ilişki mahremdir ve bir tür yol arkadaşlığıdır. Yazar, editörüne inanırsa, hasbihale ve çalışmaya inanırsa daha kolay yol alınıyor. Bu ilişki kitap hazırlığıyla bitmiyor, kapak, arka kapak, yayın sonrası tanıtım gibi pek çok safhası var. Temel ilkem, yazarın mutlu olmasıdır, buna özen göstermeye çalışıyorum. İyimser olmaya, kitabı oldurmaya bakıyorum. Yazarlar, birkaç istisna dışında sahiden zor kişiliklerdir, her biriyle farklı biçimlerde ilişki kurmak zorundasınız. Bence işin en külfetli tarafı bu, editörler mesaisi olmayan bir hayat sürdürüyorlar.

Bu genç, yeni yazarlardan en çok roman mı yoksa öykü dosyası mı geliyor?
Soruya rakamlarla başka bir yerden girerek cevap vereyim, pek dikkat çekmiyor olabilir. 2015'te 42 Türkçe Edebiyat kitabı yayınlamışız, 15'i ilk kitap, yeni yazar olmuş... Her üç kitaptan biri yeni yazar ve ilk kitap demek... Risk alıyoruz, zorluyoruz demek bu. Çünkü insanlar sanıldığı kadar yeni yazar okumuyor, çok değil, üç yıl önce ilk kitabı çıkmış yazar bile, yeni yazarlara laf edebiliyor, herkesi yazar yapıyorlar şu bu denebiliyor… Öykü ile roman arasında bir ayrım yapmıyoruz, bize uygunsa yayınlıyoruz. Son iki yılda bize gelen dosyaların yüzde 80’i romandı. Yeni yazarlar, öykü ya da novella yazıyorlar.

 

Faruk Duman (Can Yayınları): Bilimkurgu ve suç romanları çoğunlukta

İstanbul dışında yaşayan yazarların edebiyatının odağında ne var?
İstanbul dışında yaşayan yazarların ayrı bir gündemi, teması olduğunu düşünmüyorum. Son yıllarda, Ankara ya da İzmir’i mekân olarak ele alan romanların ya da öykü kitaplarının göze çarptığı doğrudur. Ancak genel anlamda, dosya halinde bize ulaşan metinlerin çoğunda gençlerin temadan çok türe eğildiklerini söyleyebilirim. Fantastik edebiyat, bilimkurgu ve suç romanlarının çoğunlukta olduğunu görüyoruz.

Editör kitabı ilk kez çıkacak bir yazarla nasıl bir etkileşim içerisinde oluyor/ olmak istiyor?
Genç yazardan, yayınevi editörünün önerilerine açık olmasını bekliyoruz elbette. Bazen yazar, anlaşılır nedenlerle, metni üzerinde çok hassas olabiliyor. Ancak her zaman, esere dışarıdan bakan bir göze gereksinimimiz vardır. Bu sonuç olarak yazarın eseri onarmasına, gözden kaçırabileceği gedikleri görmesine yardımcı olacaktır.

Bu genç, yeni yazarlardan en çok roman mı yoksa öykü dosyası mı geliyor?
Öykü dosyaları son yıllarda çoğaldı. Eşit sayıda diyelim.

Öykü Özçinik (Sel Yayınları): Muazzam bir öykü arzı var

80 sonrası doğumlu yazarların edebiyatta çizdikleri yolun ortak noktaları var mı?
Gerek roman, gerekse öykü türünde yazan 80 sonrası doğumlu yazarlarda en belirgin özellik, kitaplarındaki otobiyografik unsurların belirginliği diyebiliriz. Bu, daha önceki kuşaklara ait yazarlarda da rastlanan bir durum olmakla birlikte, yaşam öyküsünün neredeyse sadece karakter isimleri değiştirilerek hikâyeleştirildiğine şahit oluyoruz. Yazarların kendi geçmişlerine yönelmelerini sağlayan en önemli etmenin, geçmişe duyulan melankolik bir nostalji duygusu olduğunu söylemek mümkün. Bunda da 80 sonrasında yaşanan inanılmaz hızlı ve yıkıcı kültürel ve sosyo-ekonomik değişimin etkili olduğu bir gerçek. 

Yine bu kuşağın bazı temsilcilerinin edebiyatta yeni bir biçim arayışı içinde olduğunu, bu yüzden edebiyat tarihinin getirmiş olduğu deneysel formları kendince sentezleyerek bir "yenilik" derdi güttüğünden bahsedebiliriz.
Yazarların bir diğer ortak noktası, pek çoğunun politik bir karşı tavır içerisinde oluşu ancak bu karşı-tavırı doğrudan bir ideolojik zemine oturtmamaları. 

İstanbul dışında yaşayan yazarların edebiyatının odağında ne var?
İstanbul dışında yaşayan yazarların, mekân ile daha organik bir ilişki kurduğunu; yaşadıkları kent ya da kasabayı bir mekân olarak sahiplenmenin ötesinde, o mekâna ait kültürel ögeleri de kendi eserlerinde birer belirleyici unsur olarak ele aldıklarını görebiliyoruz. İstanbul'un edebiyata sirayeti "kaçma isteği" üzerinden şekillenirken, diğer kentlerin ya da taşra kasabalarının yansıması "aidiyet, kuşatılma" gibi felsefeye değgin kavramlar olabiliyor.


Editör kitabı ilk kez çıkacak bir yazarlar nasıl bir etkileşim içerisinde oluyor/ olmak istiyor?
Bir ilk kitap söz konusu ise, yazar ve editör arasında güvene dayalı, hiyerarşik olmayan, yatay bir ilişki kurabilmeli. Yazar, editörünün değerlendirme ve taleplerini bir tahakküm gibi değil, yapıcı eleştiriler olarak algılıyor ve editörün eleştirileri üzerine düşünüp katkı sunabiliyorsa, buradan metni zenginleştiren sonuçlar elde ediliyor. Kuşkusuz kalemin olgunlaşması bir zaman meselesi; özgün olmak, kendi edebiyatını oluşturmak adına uygulanan bazı şeylere editör müdahale ettiğinde, bunun bir tırpanlama olmadığın bilmek gerekiyor. Editoryal süreç, yazar ile editör arasında bir rekabet alanı olmamalı asla. Her iki taraf da verilen çabanın daha nitelikli bir sonuç adına sarf edildiğini bildikten sonra, her sorunun üstesinden gelmek mümkün.


Bu genç, yeni yazarlardan en çok roman mı yoksa öykü dosyası mı geliyor?
Şu an muazzam bir öykü arzı var. Türkiye edebiyat tarihinin böyle dönemleri hep olmuştur, belli bir edebi tür, diğerlerini adeta domine eder. Bütün türlerin daha dengeli şekilde arz edildiği (ve talep gördüğü), türler arasında daha kolay-daha zor gibi aslı astarı olmayan hiyerarşilerin olmadığı bir edebi ortam hem okurları, hem de yayıncılık alanında çalışan, emek veren herkesi daha mutlu edecek, nitelikli ürünlerin sayısını da artıracaktır diye düşünüyorum. 

 

Mehmet Said Aydın (Everest Yayınları): Bu kuşağın önemli becerilerinden biri, melez türlere yakınlığı

80 sonrası doğumlu yazarların edebiyatta çizdikleri yolun ortak noktaları var mı?
Birçok insanın üzerinde uzlaştığı “Ankara edebiyatı” meselesi var. Barış Bıçakçı’yla başlayan bu süreç, İletişim Yayınları’nın editöryal tercihleriyle şekillendi ve ilkgençlik, gençlik, Ankara gibi bir mazmun silsilesi oluştu. İçlerinden çok başarılı olanları da var elbette.

Everest’ten 80 sonrası doğumlu ve en az iki kitaplı çok yazarımız yok henüz. Son senelerde ilk kitaplar basmaya başladık ama bir yekûn oluşturacak kadar çok sayıda değil. Türkçenin –bizce– birçok mühim yazarı yayınevimiz bünyesinde: Selim İleri’den Adalet Ağaoğlu’na, Melih Cevdet’ten Dıranas’tan Asaf Hâlet’e, Ayşe Kulin’den Buket Uzuner’den Ahmet Ümit’e, Ahmet Altan’dan Perihan Mağden’e, Ömer Erdem’den Ahmet Telli’ye, Şener Özmen’den Abdullah Ataşçı’ya... Bu isimlerin yeni kitapları geldikçe külliyatlarını okuyucu önüne çıkarmaya devam ediyoruz. Dolayısıyla, yeni dizilerle beraber 80 sonrası yazarlara odaklanabilme şansımız doğdu. Melik Saraçoğlu, Nazlı Karabıyıkoğlu ve Mustafa Orman bu kesişmenin içinde yer alan son üç isim. Bu üç ismin ortak noktası dille kurdukları temas. Denebilir ki, (şiiri ayrı tutmadan söylüyorum) 80 sonrası doğumlu kuşağın en büyük meselelerinden biri dil. Hikâyenin ölmeye başladığı inancı da sarsılıyor ve bence iyi oluyor.

Maduniyetler memleket için belirleyici; Saraçoğlu hastane ile hemhal olmuştu, onu yazdı. Kadın cinayetlerinin dünya ortalamasının çok üzerinde olduğu, eril tahakkümün hayatın her yerinde olağanüstü göründüğü memlekette Karabıyıkoğlu bu hattan ses verdi. Orman, etnik maduniyeti altını kalınca çizmeden yazdı.

İstanbul dışında yaşayan yazarların edebiyatının odağında ne var?
Sanırım bunun da artık çok belirleyici bir ayrımı yok. 80 sonrasında doğmuş ve İstanbul dışında yaşayan yazarımız yok ama arkadaşlarım var ülkenin birçok yerinde yaşayan. Hiçbirinin, bir başkasından daha gevşek bir bağla edebiyata bağlı olduğunu düşünmüyorum. Belki Diyarbakır hariçtir diyeceğim ama orada da sadece edebiyatçıların değil, bütün yaşayanların odağında haliyle savaş vardı. Halen var. Onun haricinde, lokal kimi dertler hariç, odaklar çok aynılaştı gibi geliyor bana. Malum dertler, içe kapanmalar, dünyadan ümidi kesmeler, aynı zamanda umutlu olmaklar hepsi iç içe.

Editör kitabı ilk kez çıkacak bir yazarla nasıl bir etkileşim içerisinde oluyor/ olmak istiyor?
İlk kitap çok büyülü bir şey. Ben işin iki ayağında da yer aldım, iki ayağı da çok büyülü. Kendi kitabını ilk gördüğün kitapçının sonradan kapanmasına yas tutabiliyorsun mesela. Yahut ilk kitabı çıkan yazarın gelip kitabını sana imzalaması çok göz yaşartıcı olabilir.

Editör, “çalışabileceği” yazar umar. İlk kitabı çıkan yazara kimi uyarılar yapmak boynumuzun borcu: Doğası gereği, o kitap çıktığı anda dünya âlemin okuyacağını sanıyor insan. Ama öyle değil. O hayal kırıklığından ikinci kitap yazanı bile tanıdım. Hiç fena olmadı.

Kitabın oluşması aşamasında, çalıştığım yazarlara Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da – Kurgu Günlüğü’nü tavsiye ettim. İlk başta tuhaf geliyor, metnin çatısını kurarken teorik manada üzerinde uzlaşılmış çok daha meşhur kitaplar var ama Ceylan’ın sabrını görmelerini istedim. Çok sevdiğimiz Muhtar sahnesi mesela [https://www.youtube.com/watch?v=ox93sf0-tPQ]. Onlarca saat onlarca insanla çalışıp malzemesini sakin kafayla ölçüp tartan yönetmenin, o malzemeden yeni bir terkip çıkarmaya dair ne denli uğraştığını görmek, bence Türkçenin genç yazarları için, hepimiz için çok mühim.

Yazarın editöre dair şöyle bir önkabulü olması gerekir bence: Bu insan benim kitabımın hayrına uğraşıyor. Uzlaşım buradan olursa, iki tarafın da içine sinen bir sonuçla karşı karşıya kalıyor okur. Gerisi kitabın kaderi zaten.

Bu genç, yeni yazarlardan en çok roman mı yoksa öykü dosyası mı geliyor?
Öykü yeniden doğuş gibi bir şey yaşıyor son zamanlarda. Eskiden olsa, hemen “roman” diye yanıtlardım bu soruyu ama şimdilerde neredeyse kafa kafaya durumda öykü ile roman. Bir de, bu kuşağın önemli becerilerinden biri, melez türlere yakınlığı. Öykü dosyası diye gelen metne bir bakıyorsun, aslında roman olarak da okunabilir pekâlâ. Keza deneme ile öykü, öykü ile şiir arasında da bu tür melez geçişmeler var. Öykünün, romanın oyun alanı, hazırlık sahası olduğu saçma inancı da kırıldı. Çok iyi oldu, çok güzel oldu.

 

Suat Duman (Alakarga Yayınları): İstanbul dışından gelen dosyalarda sınıfsal duyarlılık daha belirgin sanki... 

80 sonrası doğumlu yazarların edebiyatta çizdikleri yolun ortak noktaları var mı?Öncelikle her türe açık olduklarını gözlemliyoruz. Öyküden başlasalar da yolları şiire, romana uzanıyor. Her türde aynı üretkenlikle eser verenler de var, tek türde -sözgelimi öyküde ısrar eden de. Bunda, türler arası bu serbest dolaşımda sorun görmüyoruz, yazar sesini bulmuş kişi değildir her zaman, sesini arayan kişidir de. Tek sorun -ve bu kaçınılmaz galiba, piyasanın arzularını yanıtlamaya çalışmakta, bu tuzağa gönüllü bir şekilde atılmakta -ne yazık ki bu da var. 

Bireyin içsel çalkantılarıyla olduğu kadar güncel ve toplumsal meselelerle de doğrudan ilgililer ve bunlar eserlerine yansıyor. Dilde yenilik arayanlar, dile, üsluba çalışanların usul usul bir kuyu kazdıklarını görüyoruz. Bu çabayı önemsiyoruz, gelen dosyalarda dilin yaratıcı yeniden üretimini görmek bizi heyecanlandırıyor.  Öte yandan üretken bir biçimde dergiler ve fanzinlerde yazıyor, kendileri de dergi ve fanzin çıkarıyorlar. Çok ve hızlı yazıyorlar. Öykü özelinde söylersek her yeni kuşak kendinden öncekini  aratmayacak nitelikte eserler veriyor, öykücülüğümüz hep bir adım önden yürüyor.

İstanbul dışında yaşayan yazarların edebiyatının odağında ne var?
Aslında İstanbul dışında yaşayan yazarlarla, İstanbul'da yaşayan yazarlar arasında bu konuda pek bir fark yok. Her ikisinin odağında da birey, yaşadığımız toplumun sorunları, kadın sorunları var, sokak var. Bunların hepsi genelde bir arada... İstanbul dışından gelen dosyalarda belki küçük bir farkla deneysellik öne çıkıyor. Dili kullanmada daha pervasız -bunu olumlu anlamda söylüyorum- konu paletleri biraz daha renkli. Alt kimlikleri daha az alıyorlar metinlerine ama sınıfsal duyarlıkları daha belirgin sanki -sanki!

Editör kitabı ilk kez çıkacak bir yazarla nasıl bir etkileşim içerisinde oluyor/ olmak istiyor?
Editör kitabı ilk kez çıkacak bir yazarı önce dosyası ile tanımak istiyor elbette. Ancak genç yazarlar editörle birebir ilişki içinde olmak istiyorlar. Bu editör için de bazen işlevsel olabiliyor. Zira kitabın yayınlanma aşamasında ister istemez dosyaya şu veya bu şekilde editörün müdahalesi olacaktır. Bu sırada iki tarafın birbirini tanıması ve anlaması eldeki dosyanın güzel bir şekilde doğmasını sağlayabiliyor. Bunun dışında, editör ilk kez kitabı çıkacak bir yazara dosyası üzerinde birtakım öneriler sunacaktır ister istemez. Bunlar sadece öneri düzeyinde kalıyor elbette.  Kitaba son şeklini verecek olan, arada editörün eli olsa bile, yine yazardır.

Yeni yazarlardan en çok roman mı yoksa öykü dosyası mı geliyor?
Yeni yazarlardan en çok öykü dosyası geliyor. Belki de bunda yayınevimizin öykü kitaplarıyla tanınmış olmasının da payı vardır.

Kadir Aydemir (Yitik Ülke Yayınları): Önemli olan neyin yazıldığı değil, "nasıl" yazıldığı... 

En fazla iki kitaplı 80 sonrası doğumlu yazarların edebiyatta çizdikleri yolun ortak noktaları var mı?
Ortak bir yol olduğuna inanmıyorum. Herkesin yaşam pratiği ve edebiyata bakış açısı, aradığı dil farklı. Kitaplara yansıyan belirgin bir tema yok, genelleme yapılamaz diye düşünüyorum. "Genç kız edebiyatı" veya "aforizma yazarları"nı bilemiyorum... Ne beni ilgilendiriyorlar ne de kütüphanemde yer alıyorlar. Yolları açık olsun. 

İstanbul dışında yaşayan yazarların edebiyatının odağında ne var?
Nasıl ki edebiyatın odağında tek bir konu yoksa, İstanbul dışında yaşayan yazarların da kerteriz aldıkları, dönenip durdukları tek bir konu yok. Çok çeşitli yaş gruplarından, değişik illerden hatta ülkelerden çok renkli kitap dosyaları geliyor elimize. Hepsi birbirinden değerli ve ayrı ayrı yol haritalarına sahip. Odak edebiyatsa, bizim için bu daha önemli. Önemli olan neyin yazıldığı değil, "nasıl" yazıldığı... 

Editör kitabı ilk kez çıkacak bir yazarlar nasıl bir etkileşim içerisinde oluyor/ olmak istiyor?
Yitik Ülke Yayınlarımızda editörlerimiz yazarlarımızla arkadaştır. İlk kitap ya da sonrakiler, hiç fark etmez; oturur, kahve içer, konuşur, sohbet ederiz. Sinemaya gideriz, fuarlarda çak kahve keyfi yaparız. Tatillerde ve etkinliklerde buluşuruz. Bizde, yazar ve editör arasında mekanik bir bağ asla olmadı ve olamaz. Önerilerimizi her zaman onlarla paylaşırız ve uygulama aşamasında birlikte karar veririz. 

Bu genç, yeni yazarlardan en çok roman mı yoksa öykü dosyası mı geliyor?
Yeni yazarlardan en çok şiir dosyası geliyor. Şiire çok emek verdik, şiirin yeri ayrıdır bizde, fakat roman ve öykü dosyaları da benzer yoğunlukta.  

Kolaj: Metin Yener