DP döneminden bir propaganda kitabı: "Yol yaptık!"

“İstanbul şimdi Başvekil Sayın Adnan Menderes’in büyük gayretiyle ikinci defa fethedilmektedir. Fatih Bizans’a karşı zafer kazanmıştı. Menderes İstanbul’daki ıstıraba, avareliğe, dağınıklığa ve derbederliğe karşı bir medeniyet zaferi kazanmıştır.”

“Bu kitap, İSTANBUL’un dünü, bugünü, yarını hakkında vatandaşlara bilgi vermek üzere hazırlanmıştır.”

Büyük boy, bol fotoğraflı, pahalı kâğıda basılmış kitabın iç kapağının alt tarafında böyle iddialı bir cümle bulunuyor. Sonraki sayfada Menderes’in İstanbul’daki imar faaliyetlerini teftişini gösteren, birinde Celal Bayar’ın da bulunduğu iki fotoğraf, onun arka sayfasındaysa Yahya Kemal’in meşhur, iki kıtalık Başka Bir Tepeden şiiri: “Nice revnaklı şehirler görülür dünyada, / Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan!”

Üzerinde tarih bulunmamakla beraber 1957 baskısı olduğu anlaşılan kitap, Demokrat Parti’nin İstanbul’da giriştiği imar faaliyetlerinin bir toplu kataloğu niteliğinde. (İstanbul Vilayeti Neşriyat ve Turizm Müdürlüğü, [1957?] 159 s.) Dönemin İstanbulu’na ve İstanbul’daki inşaat çalışmalarına ait, başka yerde en azından böyle derli toplu halde rastlanması zor, çok sayıda fotoğraf bulundurması bakımından önemli. Yapılan işler için ayrılan bütçeler, harcamalar ve İstanbul’un gelişimine dair rakamsal, istatistiki bilgiler de kitapta yer alıyor. Menderes’in İstanbul’daki yıkımları ve yeniden inşa, yeniden imar faaliyetleri, üzerinde yazılıp çizilmemiş konular değil, ancak İstanbul’un Kitabı’nın, bütün bunlara topluca ve salt failinin gözüyle baktığı için ayrı bir belge değeri var.

Kitaba şöyle bir bakıldığında bile İstanbul’un kısa bir süre içinde ne kadar büyük bir değişim, yıkım ve yeniden inşa geçirdiği anlaşılıyor; bu değişimin, kitabı hazırlayanların sunmak istedikleri gibi her zaman gayet olumlu ve iyi yönde olmadığı da.

Arkaya doğru muntazam taranmış saçları, siyah camlı güneş gözlüğü, şık koldüğmeleri, kruvaze ceketiyle Adnan Menderes birçok fotoğrafta, doğrudan sahada, faaliyetlerle ilgili bilgi alırken, bazen de elinde eğreti tuttuğu mala, inşaata ilk harcı koyarken görülüyor. Fotoğraflardaki şehir manzaralarıysa, bugünden bakıldığında uzak birer hayal gibi; tanıdık olmaktan ziyade yabancı, efsunlu olmaktan ziyade hüzünlü.

Giriş yazısında şöyle deniyor:

“İstanbul şimdi Başvekil Sayın Adnan Menderes’in büyük gayretiyle ikinci defa fethedilmektedir. Fatih Bizans’a karşı zafer kazanmıştı. Menderes İstanbul’daki ıstıraba, avareliğe, dağınıklığa ve derbederliğe karşı bir medeniyet zaferi kazanmıştır.”

Salıpazarı’na yapılmakta olan yeni liman tesislerinden söz ederken de “… denizin dibine, yerine göre 20, yerine göre 30 metre boyunda, içleri demir örgülü beton kazıklar çakılmaya ve denizden yer fethedilmeye başlanmıştı” ifadesi kullanılmış. Fatih’ten günümüze, karada-denizde fethi bir türlü tamamlanamayan İstanbul’da gerçekleştirilen bütün bu değişimi haklı ve meşru göstermek için, yine aynı giriş yazısında, İstanbul’un içinde bulunduğu hale dair epey edebiyat paralanmış:

“… yepyeni bir çağda bulunduğunu unutmuş semtlerle, şekilsiz, hendesesiz ve mimarisiz binalarla İstanbul’u tarihine küsmüş bir şehir halinde bırakmak reva mıydı?”

“Ya sokaklar, ya sokaklar? O eciş bücüş sokaklar? O, bir kalabalıkta sanki çatlayacakmış gibi çatırdayan boğmak boğmak sokaklar!..”,

“Kör sokaklarda âmâ şaşkınlığı ve apandisit gibi iltihabı vardı”,

“Boğaz’ın boğazına harap yalılar, dar yollar tıkanmıştı.”

Özetle kitap, İstanbul’un bu “pejmürde” halden, Adnan Menderes’in “ikinci defa fethi”yle medeniyete kavuşmasının hikâyesi. “… birinci kitabı takip edecek diğer kitaplarda” bu ilk kitabın eksikliklerinin tamamlanacağı söyleniyor fakat DP iktidarının ömrü vefa etmediği için olsa gerek, sonraki kitapların çıkamadığı anlaşılıyor.

Edirne-İstanbul yolu, Vatan ve Millet caddelerinin açılması; Aksaray, Beyazıt, Sirkeci, Eminönü, Karaköy, Tophane meydanlarının düzenlenmesi; Belediye Sarayı’nın inşası; Unkapanı-Eyüp, Sirkeci-Florya, Üsküdar-Beykoz ve Boğaz sahil yolları; Ataköy sitesinin inşasına başlanması, Salıpazarı liman tesisleri; Taksim-Şişli yolu, Pendik-Haydarpaşa yolu, Haydarpaşa limanı; bazı camilerin, surların ve Rumeli Hisarı’nın restorasyonu, Levent’te ve Esentepe’de sitelerin kurulması; İstanbul’un elektrik, gaz ve su tesisleri; ulaşım, eğitim, sağlık, sanayi tesisleri; yeni yapılmakta olan İstanbul cezaevi, kitapta bölüm ayrılan faaliyetlerden bazıları. Bütün bunlarla ilgili bilgi verilirken kitabın bütününde bazı tekrarlayan temalar göze çarpıyor: ecdat, beton-asfalt, modern, harap, turistik, ivicaclı yollardan kurtulmak, kalkınma, 50 m genişliğinde, ihya etmek, istimlâk, köhne, denizi doldurmak vs…

Bütün bunlarla hızını alamamış görünen dönemin iktidarı, “Amerikan Persons şirketiyle Trakya mıntıkasında tabii gaz aramaları” da yürütmekte olduğunu, “şehrin uzun müddet gaz ihtiyacını karşılayacak bir menbaın bulunmasına” çalışıldığını ve “yapılan sondajlarda zengin tabii gaz yatakları bulunması ihtimali”nin kuvvetli olduğunu beyan etmiş. Malum, o zengin yataklar, o gün bu gündür hâlâ aranıyor.

Kitaba hâkim propaganda dili birkaç ana eksende yoğunlaşıyor. Bir kere anlıyoruz ki, DP’nin bu imar faaliyetleri, o zamana kadar köhne ve harap durumdaki İstanbul’a medeniyet getirmiş. Sonra ecdadın kaderine terk edilmiş muhteşem eserleri tamir ve ihya edilmiş. (Fakat ilginçtir, esasen Millet Caddesi’nin şehre girişini açmak için Topkapı surlarında yapılan düzenlemelerle ilgili bölümde bir fotoğrafın altında “Restorasyon faaliyeti başlayıncaya kadar Topkapı surları yukarıda görüldüğü şekilde kalmıştı… Tıpkı Abdülhamid devri kartpostallarında görüldüğü gibi mühmel ve metruk, kendi kaderine terk edilmiş haldeydi” deniyor. Bu olumsuz göndermeden Türk sağının Abdülhamid aşkının o yıllarda çok güçlü olmadığını anlıyoruz; ne de olsa, belirli bir çevreye asıl Abdülhamid coşkusunu aşılayacak Necip Fazıl’ın Ulu Hakan II. Abdülhamid Han kitabı ancak 1965’te yayınlanacaktı).

Demokrat Parti 1950-1957 arasında yani yedi yılda, 1923-1950 arasındaki yirmi yedi yıllık tek parti döneminde yapılandan kat kat fazla iş yapmış; İstanbul’u bir turizm beldesi olarak dünyaya açmak, kente turistik bir çehre kazandırmak hedeflenmiş. Bütün İstanbul beton-asfalt yollarla donatılmış, vs... Bu faaliyetler anlatılırken hiç de yabancısı olmadığımız, “hamasetten tasarruf olmaz” şiarı benimsenmiş. Millet Caddesi’nin inşaatından söz ederken “500 küsur sene evvel Fatih’in askerleri”nin girdiği kapıdan “şimdi de medeni bir anlayış girmektedir” deniyor mesela.

Cumhuriyet’le birlikte Ankara’nın imarına hız verildiği, İstanbul’un ihmal edildiği ve bakımsız kaldığı, önemli altyapı sorunları olduğu malum. Kitapta çalışmalar anlatılırken, birçok yerde tek parti dönemindeki durumla alaycı karşılaştırmalara yer veriliyor. Özellikle yeni yapılan Edirne-İstanbul yolundan söz edilen bölümde bunun fazlasıyla altı çizilmiş. Eski yolu gösteren bir fotoğrafın altına şöyle yazılmış:

“İşte zamanında büyük lâflarla propagandası yapılarak ‘Londra Asfaltı’ gibi özentili bir isim de takılmış olan, iki otomobilin yan yana zor geçtiği, 6 metre genişliğindeki ivicaclı yol.”

Bununla da yetinilmemiş, metin içinde “Şimdi o dar yol, tertemiz, geniş, gelişi gidişi ayrılmış, yepyeni, yağ gibi asfalt bir yolun eteklerinde, Londra Asfaltı’nın yanında parça parça kopmuş bir sürüngen gibi kıvranıp durmaktadır” ifadesi kullanılmış. İstinye’ye yeni yapılan yoldan söz ederken de keza, “o eski fiyong bağı gibi düğümlü dar yol müzelik olmuş yanda kalmıştır” deniyor. İcraatlar anlatılırken siyasi rakibi yıpratmanın yolları da ihmal edilmemiş.

Zaten kitabın bütününde Demokrat Parti ile birlikte yeni bir iş yapma anlayışının geldiği özellikle vurgulanıyor. Eyüp Sultan civarındaki düzenlemelerden söz edilirken “esaslı çalışmalara girişilmiştir ve bu devirde bir iş başlandı mı o muhakkak bitirilir” sözleriyle DP iktidarının iş bitiriciliği vurgulanıyor. Avrupa ile Asya’yı birbirine bağlayacak Boğaz Köprüsü projesi –her ne kadar daha uzun süre proje halinde kalacak olsa da– “Demokrat Parti iktidarının iş yapma azminin bu harikulâde âbidesi” diye sunuluyor. Boğaz’a yapılmakta olan yeni sahil yoluna ayrılan sayfalarda bu bakış açısı şöyle ortaya konuyor:

“Bu bir yeni zihniyettir. Bu kalkınan, hak ettiği imara kavuşan, layık olduğu ihtimamı nihayet gören güzel İstanbul’un, bu ecdadın en kıymetli emanetinin, nihayet ihmalin utandırıcı küfünden ve pasından kurtarılmasına bütün azim ve imaniyle karar vermiş bir zihniyetin ifadesidir.”

Sur içi İstanbul’u iki düz hatla bölerek Aksaray’a ulaşan, inşa halindeki Vatan ve Millet caddelerinin özel bir gurur vesilesi olarak görüldüğü anlaşılıyor. “İki burcun arasında 50 metre genişliğindeki bu yoldan İstanbul’a giriş muhteşemdir” şeklinde sunulan Millet Caddesi ile, kitabı hazırlayanlara göre, “Birbirine geçmiş evler, eski viran mahalleler hep birden tarihe karışmış… Medeniyetin kudreti bu zahife evleri ortadan kaldırmış, onun yerine muazzam bir yol açmış”. Caddenin, o zamanın sur içi İstanbulu için 50 metre gibi görülmemiş bir genişlikte olması ise, ileride İstanbul’un iki milyonluk bir şehir olabileceği, “her yirmi kişiye bir vasıta isabet etse” şehirde yüz bin vasıta olacağı öngörüsüyle açıklanıyor. İstanbul’un bu anlamda bütün öngörüleri yerle bir edecek kadar hızlı bir gelişme gösterdiği ise, bugün içinde yaşadığımız bir gerçek. 60 metrelik eniyle o sırada Türkiye’nin en geniş caddesi olan Vatan Caddesi için, “belki de bir asır sonrasına kadarki trafik ihtiyacı düşünülerek plânlanmıştır” deniyor; bir asır, yani 2057’ye kadar! Yazık ki İstanbul’un trafik sorunu, şehrin –bu yolların açılmasının da sebep olduğu– hesapsızca büyümesiyle çoktan içinden çıkılmaz hale geldi bile. 159 sayfalık kitabın en az yarısı, yeni açılan, genişletilen, denizi doldurarak inşa edilen yol yapım faaliyetlerinin tanıtımına ayrılmışken, Şehir Hatları’na yapılan yatırıma yalnızca iki; 11,75 km olarak yapılması planlanan fakat onca karayolu inşaatının hızla gerçekleştirilmesine rağmen inşaatına başlanamayan İstanbul Metrosu’na da yine yalnızca iki sayfa ayrılmış. Oysa daha o yıllarda iyi planlanmış bir metro ağı devreye sokulabilmiş olsaydı, belki gerçekten İstanbul’un ulaşım sorunu yüz yıllığına çözülmüş olacaktı. İşin tuhafı, sonradan Vatan ve Millet caddeleri de kalmadı, üzerine onca kutsallık yüklenen bu iki kelime dahi, Türkiye’deki fütursuz cadde, sokak, belde adı değiştirme hastalığına kurban oldu ve caddelerin adlarında çok uzun süre tutunamadı; Menderes’in ve Özal’ın isimlerini yüceltmek için, bizzat banisinin bu yollara verdiği isimler, onun mirasını sahiplenenler tarafından kenara atıldı.

Kitabın genelinde üzerinde durulan bir başka nokta, yeni mimari anlayışıyla modern binaların yapılması ve bunların medeniyetin göstergesi olduğu; Atatürk Bulvarı’na “medeni bir çehre veren”, 94 daireli ve 35 dükkânlı blok apartmanlar gibi. Ataköy sitesi hakkında ise, “Bu sitede 9 modern mahalle 9 taş pırlanta halinde Marmara’nın bu giranbaha gerdanlığında parlayacaktır” deniyor. O gün bugündür giranbaha niteliği artarak devam eden Ataköy’ü iç ve dış turizme açmak için, “Hem öyle tesisler ki öyle kapkaç işi değil, her tarafı mimari sanat eseri” diye tanımlanan plaj tesisleri de yapılmış, hatta “Yazın gelen bir Fransız plâj tesisleri mütehassısı, bu kadar mükemmeliyette, bu kadar güzel bir plâj Avrupa’da bile yoktur” demiş (o zamanlar da Avrupa bizi kıskanıyormuş anlaşılan). DP’nin turizm ve turistik tesis vizyonu bu kadarla sınırlı değil; hemen sonraki sayfada, Florya’ya da Sedat Hakkı Eldem’in nezaretinde planları hazırlanan oteller ve plajlar yapılacağı müjdeleniyor: “Hem şöyle, böyle oteller değil, bir tane de değil, birkaç tane, her türlü konforu olan oteller. Turist geldi mi, buradan ayrılmayı canı istemesin.” Aynı şekilde, turizm alanında özel teşebbüse destek olmak için 1955’te kurulan Turizm Bankası’nın yaptırdığı Kilyos turistik tesislerinden gururla söz ediliyor. İstanbul’un Anadolu tarafında ise, Avrupa’nın en büyük deniz tesislerinden biri olacağı söylenen Moda Deniz Kulübü inşaatıyla ilgili bilgiler veriliyor.

Kitapta dikkat çekilen konulardan biri, büyük camilerin tamiri ve her taraftan görülecek şekilde etraflarının açılması, çevrelerinde bulunan derme çatma, köhne evlerden, dükkânlardan kurtarılması, ihmal edilmiş bu ecdat eserlerinin hak ettikleri itibara kavuşturulması; hatta “Camiler Tamir Ediliyor” başlıklı ayrı bir bölüm de var, ki burada, 1949’da İstanbul’da yedi caminin, 1957’deyse seksen beş caminin tamir edildiği ve cami tamirine tahsis edilen paranın yirmi sekiz misline çıktığı belirtiliyor. Mesela Beyazıt Meydanı’nda yapılan düzenlemelerin asıl amacının “Beyazıt Külliyesi’ne bir harim kazandırmak” olduğu; Kılıç Ali Paşa Camii’nin “seneler senesi bir köşede ihmale uğramış”, hamamının ise “son devirlerde birçok esrarkeşlere, serserilere yatak olmuş” halde bulunduğu ve buna son verileceği söyleniyor. Eyüp’teki çalışmalarla ilgili olarak “İstanbul’un İslâm atmosferi özelliğini aksettirme hassasını, uzun ihmal devreleri yüzünden kaybedecek derecelere gelmiş bulunan Eyüp ve civarı, yeni imar hamlesi plânında mutena bir ihtimama mazhar olmaktadır” deniyor. Süleymaniye Camii’nin etrafındaki “tufeyli” binalardan kurtarılarak çevresinin düzenlenmesinin konu edildiği kısımda, “Süleymaniye’ye çıkan geniş yol hakikaten bir şaheser olmakta ve ecdadımızın eserlerine ne kadar bağlı olduğumuzun yeni bir bürhanını teşkil etmektedir” iddiasında bulunuluyor ama bir de madalyonun diğer yüzü var!

Belirli bir kesim için, ezanı yeniden Arapça okutmasıyla bugün hâlâ bir tür mistik kahraman olarak görülen Adnan Menderes’in İstanbul’daki faaliyetlerinin, bu propaganda kitabındaki onca ecdat, millet, mazi vurgusuna rağmen, Osmanlı İstanbulu’nu telafisi mümkün olmayacak şekilde yok ettiği; bazıları Fatih döneminden kalma camiler, çeşmeler, hamamlar, mektepler, tekkeler, çok çeşitli sivil ve kamusal yapılar dahil, akıl almaz sayıda tarihî eseri yol yapmak için yıkıp geçtiği, fakat her nasılsa, milli ve dinî hassasiyetleri olduğunu iddia eden muhafazakârların bu tarihî değerlerin muhafazasını çok da dert etmediği biliniyor. Menderes yıkımlarının sebep olduğu tahribata dair genel bir fikir edinmek için Mimarlık dergisinde Mine Esmer’in “Tarihi Miras” başlıklı yazısına, II. Kentsel Morfoloji sempozyumunda Merve Arslan Çinko ve Zeynep Eres tarafından sunulan “Millet Caddesi ve Yitirilen Anıt Eserler” başlıklı bildiriye, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi’nin (Tarih Vakfı Yayınları) “Menderes ve İstanbul” ve “İstimlakler” maddelerine ya da Esma İgüs-Hayriye İsmailoğlu’nun “Osmanlı Kenti İstanbul’u Yıkmak ve Yeniden Yapmak Paradoksu: Menderes Yıkımları”makalesine (Emecen, Feridun, Ali Akyıldız, Emrah Safa Gürkan [ed.], Osmanlı İstanbulu-IV, İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi-İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 2016, sf. 115-158) bakmak yeterli.

Diğer yandan, yıktırılan tarihî camilerden hiç söz etmeyip büyük camilerin restorasyonunu huşu ile anlatan kitapta turizm yatırımlarından bahsedilirken bambaşka bir hava esiyor. Ataköy plaj tesisleri “Dansingi bile vardır” diye övülüyor, Moda sahilinde yapılması düşünülen bir otel, “alt kısımlarında pavyonu, geniş tarasalı gazinosu ve en alt kısımda da modern plâj tesisleri bulunacaktır” diye sunuluyor. İstanbul’daki İnhisarlar İdaresi faaliyetlerine ayrılan sayfada Paşabahçe, Bomonti ve Mecidiyeköy’deki rakı, bira ve likör fabrikalarının imalat kapasitelerinin 1950’ye nispetle büyük oranda artışının altı çiziliyor. Dolayısıyla popülist sağ bir iktidar olarak Demokrat Parti’nin muhafazakârlık anlayışını işlevsel seviyede tutup esas olarak rantı önemsediğini İstanbul’un Kitabı pek de saklamıyor.

Mimari, kültürel ve kentsel “muhafaza” meselesi Demokrat Parti döneminde çok büyük bir yara aldı muhakkak; fakat sorun elbette DP ile başlayıp DP ile bitmedi. Nur Altınyıldız Artun’un konuya derin bir tarihsel perspektif ve geniş bir çerçeveden bakan Muhafaza/Mimarlık kitabının (Derleyen ve sunan: Bilge Bal, İletişim Yay., İstanbul 2019, 183 sf.) bu anlamda çok aydınlatıcı olduğunu söylemek gerek. Artun’un “İstanbul’un Mimarlık Mirası ve Koruma İdeolojisi” ve “Harabe Manzaraları/İhtişam Hatıraları İmparatorlukla Cumhuriyet Arasındaki Eşikte Siyaset ve Mimarlık” başlıklı iki makalesi ile “‘Harabe’ Kavrayışının Tarihi” başlıklı bir ek metinden oluşan kitabı Tanzimat döneminden başlayarak İstanbul’daki kentsel yenileme ve koruma yaklaşımlarını, mimarlıkla siyasetin iç içe geçmişliğini, yapılanın ve yıkılanın siyasi temsil değerini inceliyor. Osmanlı İstanbulu’ndaki kent anlayışı, 19. yüzyılla birlikte bu anlayışın değişmesi, Cumhuriyet’in getirdiği kırılma ve bütün bu süreçte değişen “koruma” kavramı ile üzerinde çalışılan nâzım planlarını bütünlüklü bir bakışla değerlendiren Artun’un kitabı, önceki dönemin mirasıyla beraber Menderes döneminde yapılanları aydınlatıcı bir şekilde ortaya koyuyor.

Demokrat Parti’nin İstanbul’daki faaliyetleri sırasında 7.289 bina yok edildi,[1] Osmanlı’nın şehir anlayışı tamamen tahrip oldu fakat yol yapmanın cazibesi iktidarlar nezdinde de, geniş bir seçmen kitlesi nezdinde de hiç azalmadı.

 

NOTLAR:


[1] Nur Altınyıldız Artun, Muhafaza/Mimarlık, İletişim Yayınları, İstanbul, 2019, s. 114.

 

GİRİŞ RESMİ:


"Bu resmimizde, Hükümetimizin imar siyaseti icabatından olarak İstanbul'da Baruthane'de, Emlâk Kredi Bankası tarafından temelleri atılmış olan Ataköy sitesinin maketinin Reisicumhurumuz Celalin Bayar ve Başvekilimiz Adnan Menderes tarafından tetkikini görüyoruz." (Kitaptan, s. 77)