Dil coğrafyanın ruhudur

Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın anısını yaşatmak amacıyla verilen Dağlarca Şiir Ödülü'ne bu yıl Adnan Özer ve Cenk Gündoğdu değer görüldü. Harap adlı kitabı ile ödülü alan Cenk Gündoğdu'nun kabul konuşmasını yayınlıyoruz

20 Ekim 2016 13:57

İnsanı ve hayatı yücelten dildir. Yeryüzünde hiçbir sınırın, gücün bir dili karanlıkta tutmaya ömrü, arzusu yetmez. Dilin sınırlarını, değdiği hayat ve hayatı estetize ederek ortaya koyan sanat belirler. Erken Rönesansçı demekte sakınca görmeyeceğimiz 13. yüzyıldan pırıl pırıl bir Türkçe ile bize seslenen Yunus ile çağdaşı Dante'yi yücelten, egemenlerin tavrına karşı şiirle verdikleri dil mücadelesidir. Büyük bir saatten baktığımızda her türlü iktidarın, baskının, sistematik zorbalığın üstesinden gelenin sanat olduğunu görüyoruz. Bugün Yunus'un “Bir gönül yıktın ise/ bu kıldığın namaz değil” dizesini hâlâ paylaşıyorsak bu sanatın gücüdür. 11. yy'da Divanü Lugati't Türk'ten buraya Türkçe bir ırmak akıyorsa ve ortadan devler, devletler, saltanatlar, adlar, makamlar kalkarak tahtlar, taçlar arasından bir dil yaşıyorsa bunu o dili sürdüren şiire ve şiiri ortaya koyan şaire borçluyuz.

Bir coğrafyaya ruh veren dildir. Bu ruha biçimi eserleriyle sanatçılar verir. Dağlarca bütün hayatı boyunca bu ruhla yaşamış, yazmış bir şairdir. Kaşgarlı Mahmud'un 11. yy'da Arapçanın gölgesinde kaleme aldığı eseri dilin genişliğini, derinliğini, kaydını göstermesi açısından değerlidir. Ve o lügattir dilimizin çocukluğu. Kendi çocukluğumuzu severken başkalarının çocukluğuna da saygı ve sevgi içinde olmalıyız. Budur bize, dilin dile kardeşliğine yakışan. Dil egemenlerin siyasî hırslarının, emperyal kurgularının, ezici planlarının, başka diller karşısında üstünlüğün, alçaklığın baskı aracı bir kırbaç değildir. Yeryüzünde hiçbir dilin birbirinden üstünlüğü yoktur. Bir dili reddetmek bir insanı değil insanlığı reddetmektir. Hayata ve insanlığa karşı çıkmaktır. Dil hayatın ve insanın bizatihi kendisidir. Diller birbirini boğmaz, çoğaltır, zenginleştirir. Bir dili yaşatmak insanlığı yaşatmaktır. Yeryüzündeki tüm dillerin kardeşliğini savunmaktır insanlığın gereği. Kendini dayatmak, majör bir hat çizip ideolojik üstünlük kurarak kendinden olmayanı boğmak dilin erdemi, işlevi, gücü değildir. Çok değerli şairler yetiştirmiş bu dil, siyasetin baskı aracı olarak küçümsenecek, horlanacak, dışlanacak tutumun içinde yer alamaz. Egemenlerin kontrolündeki dünyevi araçlarla hakikatten uzaklaşmanın tehlikesine karşı dilini seven şiire, sanata, edebiyata okuyarak, daha çok sarılmalı bugün.

Bütün büyük medeniyetler büyük dillerden sonra gelir. Bu bağlamda toplumun en büyük ortak noktası, harcı ne ideoloji ne din ne de inançtır. Dildir bir toplumun en temel unsuru. Dil kurumunun özelleştirme listesinin başında olması da dile, sanata, kültüre ve hayata bakışımızı “kayyum”la tartan sağlığı tartışılır kusurlu bir akılla baş başa olduğumuzu gösteriyor.

Bir ülkenin gücü, tankı, topu, tüfeği değil dilidir; o dilde şiiridir, sanatıdır. “Yüzünde göz izi var/ sana kim baktı yarim” diyen Karacaoğlan'ın bugüne değen, sözünün derinliğidir. Shakespeare olduğu için İngilizce, Dante ısrar ettiği için İtalyanca, Cervantes yazdığı için İspanyolca, Baudelaire sürdüğü için Fransızca ölmedi, ölmez. Yunus Emre, Karacoğlan, Pir Sultan söylediği için de Türkçe var. Halkların kadimliği dilin varlığı ve sanatın gücüdür.

Dilin sürdürücüleri şairler, kanında kelimeler taşır. Dünyaya o kelimelerle bakar, anlam katar. O kelimeler, bizi birbirimizi tanımadan, dillerimizi bilmeden, anlamadan tanış kılar, akraba eder. Yeryüzündeki tüm şairler dillerini bilmeden birbirine kardeş olduklarını kanındaki kelimelerle duyar. Sezgi ve hakikatle dünyayı kavrayan hünerli dil sahibi şairleri yakın eden kelimeler, sonsuz bir kardeşlik bağıdır. Sadece bu bile dilin dile düşmanlığını engeller. Bu yüzden bugünlerde şaire, daha çok söz düşüyor.    

Tarih de göstermiştir ki devin gölgesine, devletin gücüne değil görüneni kazıyıp hakikate çalışan, sözüne inanan yaşamıştır. Fikirleri ne olursa olsun gözümüz gibi bakmamız gereken şairlere, yazarlara, sanatçılara gözünü çıkarır gibi davranmak, tutsak etmek zorbalıktır, ilkelliktir. Gerçeğe bu kadar çok ihtiyacımız olduğu bir zamanda tuzaklarla dolu bir akıl; kadim tarihe, kültüre, yurda yakışmaz. Ve bizi akraba eden kelimelerin kaderi zindan olmamalı artık bu yüzyılda.

Çirkinlikleri aşmak, kötülüğü yıkmak, zorbalıkla mücadele için daha çok şiire ihtiyacımız var. Alkışların çoğalttığı onaylı yürütücülere değil bir dili yürüten, görülmez yere götüren, değmeyen yere değdiren şaire, şiire ihtiyacımız var; cennet vaat edip koyu bir cinnetle bizi kurutup çölleştirmek isteyenlere karşı.

Yunus Emre'nin yaşadığı yüzyıldaki beyleri, paşaları bilmeyiz ama Türkçenin süt dişlerinin sahibini unutmayız, unutamayız. Sedef kutularda, sırma sandıklarda hediye edilmeyen bu dil; coğrafyamızda bedeli şairlere ödettirilen bir hazinedir.

Dağlarca dört yapraklı yonca şiirinde şöyle der; “Çıkamaz çocukluğundan dışarı kimse/ Kardeşliğimiz bundandır/ Mavi sularla binlerce yıl” (…)

Dağlarca'nın avlusunda buluşmamız vesilesiyle bu eşsiz hazinemizin farkında olan kardeşliğimizin binlerce yıl sürmesini dilerim…

 

Görsel: Pieter Kruegel'in Babil Kulesi adlı tablosundan detay