"Nabokov’a göre 'serbest çeviri' üçkâğıtçılık ve zorbalıktır. Çevirmen, eserin 'ruhunu' aktarmak amacıyla yola çıktığı an, eserini çevirdiği yazarın onuruna leke sürmeye başlar. Bu yüzden en kötü 'düz' çeviri, en güzel 'aktarım'dan bin kat daha iyidir."
30 Temmuz 2020 19:25
Vladimir Nabokov daha çok yazarlığıyla tanınsa da, o aynı zamanda bir çevirmendi; hem de ilginç bir çeviri anlayışına sahip, eşine kolay kolay rastlanmayacak türden bir çevirmen.
Nabokov’un çevirmenliğinin izlerini ilk olarak yaşam öyküsünde sürebiliriz. Nabokov yedi yaşına geldiğinde Rusça, İngilizce ve Fransızca dillerinde okuyup yazabiliyordu. On dört yaşındayken Tolstoy’un, Shakespeare’in, Flaubert’in tüm eserlerini okumuştu. Annesi ve babası dört dil bilen Nabokov’un İngiliz dadıları, Fransız bir mürebbiyesi ve Rus özel öğretmenleri vardı. Latince, Yunanca, İtalyanca ve İspanyolca klasikleri çevirilerinden okuyordu – ancak orijinal metin hemen yan sayfada olduğu takdirde. Japon bir gazeteci kendisine Japon edebiyatı hakkında ne düşündüğünü sorduğunda, çevirilere güvenmediği için hiç okumadığını söylemişti (Boyd, 2010: 5).
Öte yandan onu Rusça yazan bir yazardan İngilizce yazan bir yazara dönüştüren şey yine çeviri olmuştur. Romanlarından birinin ilk İngilizce çevirisini o kadar kötü bulur ki ikinci çeviriyi kendisi yapar, bununla yetinmeyip çevirisini yaptığı bu romanı en baştan İngilizce olarak yeniden yazar, ardından doğrudan İngilizce başka bir roman kaleme alır. 1940’ta ABD’ye taşındığında Rusça düzyazı yazmayı tamamen bırakıp kendisini İngilizce yazmaya zorladıysa da para kazanmak için Rusçadan çeviriler yapmayı sürdürür. Çeviri söz konusu olduğunda kimseye, hatta kardeşlerine bile güvenmez: Kardeşleri Lolita’yı İngilizceden Rusçaya çevirmeyi deneseler de, Nabokov en sonunda bu işi de kendisi üstlenir; çeviri konusunda kendisinden başka kimseye itimat etmez (a.g.y: 7).
Nabokov’un Çeviri Anlayışı
Çeviri hakkında oldukça ilginç fikirlere sahip olan Nabokov, Rus Edebiyatı Dersleri adlı kitabında yer alan “Çeviri Sanatı” başlıklı yazısında, çeviriden “sözsel ruhgöçü” olarak söz etmiştir. Nabokov bu yazıda üç tür kötü çeviriden bahseder: Bunlardan ilki ve daha önemsiz olanı, cahillik ya da bilgisizlikten kaynaklanan hatalar yapmaktır. İkincisi, anlamadığı ya da okurun anlamayacağını veya müstehcen bulacağını düşündüğü kısımları atlamaktır. Üçüncüsü ise, metni okurun hoşuna gidecek şekilde güzelleştirmektir ve Nabokov’a göre bu suçu “işleyenin, eski zamanlarda intihalcilere yaptıkları gibi boyunduruğa vurularak cezalandırılması gerekir” (2013: 409).
Bu üç kötülükten bağımsız olarak, çevirmenleri de yine üçe ayırır: “Eserlerini takdir ettiği az tanınmış bir dâhiyi dünyanın da aynı şekilde takdir etmesini isteyen araştırmacı; iyi niyetli vasat yazar ve yabancı bir meslektaşının ahbaplığıyla ferahlayan profesyonel kalem erbabı” (a.g.e: 414). Bu noktada metne sadık olduğunu ve titiz çalıştığını umduğu araştırmacı olanın yeterince uzun ve ayrıntılı dipnotlar vermeyeceğini, çok çalışıp çok üreten, “köle gibi çalışan” çevirmenin ise sadakat ve titizlikten ödün vereceğini öngörür. Ama bu iki tip çevirmenle ilgili asıl sorun ikisinin de yaratıcı yetenek gösterememesidir, zira bilgi ve çalışkanlık hayal gücü ve üslubun yerini tutamaz. Son tür olan şair-çevirmen ise ya dili bilmediği için başkalarının yaptığı ‘sözcüğü sözcüğüne’ çevirilere bel bağlar ya da dil bilse bile “araştırmacının hassasiyetinden ve profesyonel çevirmenin deneyiminden yoksundur”. Ama hepsinden önemlisi, kaynak metni kendi sesine boğarak kaynak metin yazarını kendisi gibi konuşturur (a.g.e: 414-415).
Nabokov günahkâr çevirilerin ve başarısız çevirmenlerin özelliklerini sıraladıktan sonra ideal çeviri için kendi üç aşamalı tarifini verir: "Bir çevirmen, her şeyden önce, çevirdiği metnin yazarı kadar yetenekli olmalıdır. Daha sonra, kaynak ve erek kültürü ve dilleri çok iyi bilmelidir. Yazarın üslubuna olduğu kadar kullandığı sözcüklerin tüm çağrışımlarına da tamamen hakim olmalıdır. Son olarak, çevirmenin taklit kabiliyeti de olmalı, erek dilde yazarın rolüne bürünerek “onun davranış ve konuşma alışkanlıklarını, tutumlarını ve düşüncelerini gerçeğe en yakın şekilde taklit edebilmelidir” (a.g.e: 415).
Nabokov’un diğer çevirmenlere ve çevirilere üstten bakan alaycı bir üslupla kaleme aldığı görüşlerinden, onun çeviri sürecinde erek kültür ve erek okur gözetilerek, erek okurun hoşuna gidecek şekilde karar alınmasına karşı olduğu, kaynak metin ve kaynak metin yazarı odaklı bir çeviri benimsenmesi gerektiğini, ama bu çevirinin aynı zamanda çevirmeninin yaratıcı yeteneğini sergileyip edebiyat zevki vermesinin de şart olduğunu düşündüğü sonucuna varabilir ve “Problems of Translation: Onegin in English” başlıklı yazısındaki yaklaşımlarını bu düşünceler ışığında yorumlayabiliriz.
“Çeviri Sorunları: İngilizcede Onegin”
Nabokov bu yazıya şiir çevirileri üzerine yazılan inceleme yazılarında “çevirinin su gibi okunduğu”nu söyleyenlere, yani özgün metinden haberi bile olmayan birinin sırf kafiyeli bir metin okuduğu için bir taklidi “okunaklı” olarak değerlendirmesine ne kadar öfkelendiğini anlatarak başlar. Nabokov’a göre “serbest çeviri” üçkâğıtçılık ve zorbalıktır. Çevirmen, eserin “ruhunu” aktarmak amacıyla yola çıktığı an, eserini çevirdiği yazarın onuruna leke sürmeye başlar. Bu yüzden en kötü “düz” çeviri, en güzel “aktarım”dan bin kat daha iyidir.
Nabokov şiir çevirisinin ancak nasıl mümkün olabileceğine dair görüşlerini de aktarır. Bir edebi başyapıtı bir başka dile aktarmak isteyen kişinin tek bir görevi vardır, o da tüm metni –sadece ve sadece metni– mutlak bir kusursuzlukla yeniden üretmektir. Bunun tek yolu “düz” çeviridir, zira bunun dışında bir yöntem kullanılarak üretilen metin çeviri değil ancak taklit, uyarlama ya da parodi olabilir.
Bu noktada şu soruyu sorar: Bir çeviri, tüm metni, sadece ve sadece metni mutlak sadakatle aktarırken aynı zamanda özgün metnin biçemini, ritmini ve uyağını da koruyabilir mi? Biçem ve içeriğin iki ayrı şey olarak görülmesi ve bunlardan birinin aktarıldığında diğerinin aktarılamayacağı düşüncesi kendi dilinin sınırlarından çıkmamış bir sanatçıya şaşırtıcı gelebilir. Özgün metin sözsel varlığından yoksun bırakıldığında ilk ihtişamını taşıyamayacaktır, ancak düzgün bir şekilde parçalarına ayrılıp tekrar birleştirilebilir ve tüm organik detaylarıyla bilimsel olarak incelenebilir.
Nabokov daha sonra Onegin’in pek çok dile yanlış çevrildiğini söyler ve incelediği Fransızca, İngilizce ve Almanca çevirileri değerlendirir. Bunlardan en kötüleri Almanca çevirilerdir; Fransızca çeviriler diğerlerine kıyasla bir nebze daha iyidir. Daha sonra eserin dört İngilizce çevirisini ele alır ve “sözümona çevirmenler”in en büyük sorunlarından birinin cehalet olduğunu söyler. Onegin çevirisini yapmaya soyunan birinin birtakım temel metinleri okumuş, birtakım önemli bilgilere sahip olması gerektiğini savunur.
Ardından Puşkin çevirmenlerinin farkında olması gereken birkaç önemli noktayı göstermek amacıyla romanın bir bölümünü otobiyografik özellikler gösteren ayrıntılara ve sözcüklerin çağırışımlarına değinerek detaylı bir şekilde analiz eder ve bu noktaları gözeterek yaptığı çevirisini paylaşır. Ardından bütün bu ince detayların farkında olmadan metni İngilizceye çeviren çevirmenlerin hatalarını tek tek inceler.
Ve nihayet şu üç sonuca varır:
Nabokov yazısını, çevirilerde açıklama ve sonsuzluk arasında tek satırlık bir aralık bırakacak kadar müthiş uzunluklarda dipnotlar, özgün metni ne eksilten ne de yücelten, uyakla kirletilmemiş düz aktarımlar görmek istediğini belirterek ve kendi Onegin’i hazır olduğunda ya bu dediklerine harfiyen uyacağını ya da onu hiç ortaya çıkarmayacağını söyleyerek bitirir.
Nabokov’un Onegin’i
Gerçekten de kendi çevirisini ortaya çıkardığında 250 sayfa uzunluğundaki çeviriye 1500 sayfa uzunluğundaki notlar eşlik etmektedir. Bu, bir şiir üzerine yazılmış en uzun açıklamadır. Nabokov’un bu Rusça şiire yazdığı İngilizce notlar, Rus akademisyenler için Rusçaya çevrilmiştir (Boyd, 2010: 6). Diğer yandan 1964’te yayımlanan bu çeviri yirminci yüzyılın en sert edebiyat tartışmalarından birine neden olur. Nabokov’u destekleyenler olduğu kadar sertçe eleştirenler vardır; Nabokov’un bu eleştirilere cevabı çevirisini elden geçirip daha da “düz” bir hâle getirmek olur (a.g.y: 12).
Nabokov kendi Onegin çevirisine yazdığı önsözde çeviri yöntemini şöyle açıklar: “Eugene Onegin’i Puşkin’in Rusçasından benim İngilizceme aktarırken, sadakate engel olduğu her yerde, ‘iambic’ hece ölçüsü de dahil olmak üzere tüm biçimsel öğeleri anlamın bütünlüğü adına gözden çıkardım. O leziz taklidin doğruluğa yeğlediği her şeyi (zarafet, ses uyumu, açıklık, zevklilik, modern kullanım ve hatta dilbilgisini) kendi düz [çeviri] idealime feda ettim. Puşkin, çevirmenleri uygarlığın posta istasyonlarında değiştirilen atlara benzetmişti. Benim düşünebildiğim en büyük mükafat ise öğrencilerin çalışmamı bir midilli gibi kullanabilecek olmasıdır” (1990: x).
Amerikalı edebiyat tarihçisi David Damroch, “[G]erçek çeviri saydamdır; yapıtın aslını saklamaz, onun saçtığı ışığı kesmez. Tersine, salt dilin, sanki kendi ortamıyla güçlenmişçesine, özgün yapıtı çok daha güçlü bir biçimde aydınlatmasına olanak sağlar” (2012: 32) diyen Walter Benjamin’in bunun ancak sözcüğü sözcüğüne çeviriyle mümkün olduğunu öne sürmesine rağmen böyle bir çeviri üretmeyecek kadar akıllı olduğunu söyler. Bu yaklaşımın en uç örneklerinden biri olarak Nabokov’un Onegin çevirisini gösterir ve onun bu çeviride Rusça dilbilgisini yansıtmaya ve Puşkin’in özgün metinde kullandığı her sözcüğün her çağrışımını aktarmaya çalıştığını belirtir (2012: 419). Yalnızca bu değerlendirmeye bakarak bile Nabokov’un amacına ulaştığını söylemek mümkündür.
•
Kaynakça