Aynı cinsten insanlar ya da didik didik bir dostluk

"Didik Didik Freud, sıkıcı bir Freud kronolojisine dayanan ya da resmî bir Freud biyografisi çizgisinde ilerleyen bir metin değil; tam tersine, nokta atışı tespitlerin, çarpıcı anekdotların, beklenmedik bağlantıların karşımıza çıktığı, son derece akıcı, sürükleyici bir anlatı."

10 Şubat 2022 19:30

 

“Küçük, alelade bir mahluk olmadıklarını birbirlerine hatırlatmaları, insanların dostluk bağlarını kuvvetlendirir. Bunun için konuşmak bile istemez. Aynı cinsten balıklar, aynı sular içinde yüzerlerken nasıl birbirlerini bulurlar ve beraber olurlarsa, aynı cinsten insanları da farkına varmadan birbirine çeken bir bağdır dostluk.”[1]
Fikret Ürgüp

Nedenini bilmiyorum ama Didik Didik Freud’u[2] okurken aklıma hep Fikret Ürgüp ve onun dostluk tarifi geldi. Belki kitapta bahsi geçen bir başka Fikret’ten yani Tevfik Fikret’ten mülhem bir çağrışım, belki “didik didik” ikilemesiyle “dostluk” kelimesi arasındaki ses yakınlığı, belki Serol Teber ile Fikret Ürgüp’ün aynı cinsten ruh hekimi olmaları ve aynı sularda yüzmeleri.

Didik Didik Freud, Serol Teber ve Şenol Ayla’nın 2004 yılında Açık Radyo’da 26 hafta boyunca sürdürdükleri ve dinleyicilerin yoğun ilgisiyle karşılanan bir programdı. Yaklaşık on yıl sonra, yeniden yayınlanan programın podcast serisi de ilgiyle karşılandı ve yarım milyondan fazla dinleyiciye ulaştı. Freud’un bütün yönleriyle, gerçekten didik didik incelendiği bu ünlü radyo programı, şimdi de özenle hazırlanmış bir kitap olarak okurlarla buluştu. Kitaptan önce, Serol Teber’den ve eserlerinden kısaca bahsetmek istiyorum.

Serol Teber: “muhteşem yalnızlık”

Kadıköy doğumlu Serol Teber (1938-2004), Haydarpaşa Lisesi ve İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra nöro-psikiyatri alanında uzmanlık eğitimini tamamlıyor. 1971 yılında Almanya’ya göç ederek, Düsseldorf’ta psikiyatri kliniği şefi olarak çalışıyor. Teber’in ilk kitabı 1975 yılında yayımlanıyor: Davranışlarımızın Kökeni.[3] İnsan beyninin gelişimini, olgunlaşmasını ve davranışlarını inceleyen bu eser, konuyla ilgili Türkçede yayımlanmış ilk telif eser özelliği taşıyor. İlgiyle karşılanan ve ilerleyen yıllarda yeni baskıları yapılan Davranışlarımızın Kökeni, Teber’in çok sevdiği ve başka eserlerinin önsözlerinde de şiirlerine yer verdiği Nâzım Hikmet’in şu dizeleriyle bitiyor:

“Delikanlım!
Senin kafanın içi
yıldızlı karanlıklar
kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
Yıldızlar ve senin kafan
kâinatın en mükemmel şeyidir.”[4]

Türkiye’den Federal Almanya’ya işçi göçünün yoğunlaştığı 1970’lerde ağırlıklı olarak göçmen işçilerle hem hekim hem dayanışma ilişkisi kuran Serol Teber’in İşçi Göçü ve Davranış Bozuklukları,[5] Göçmenlik Yaşantısı ve Kişilik Değişimi[6] kitapları bu dönemdeki deneyim ve gözlemlerine dayanan inceleme eserleri.

Serol Teber’in eserlerini belki de iki ana eksende özetlemek mümkün. Birinci eksende, yukarıdaki üç eserini de dahil edebileceğimiz, en geniş anlamıyla uygarlığın davranış ve ruhsallığını anlamaya çalışan inceleme ve araştırma kitapları yer alıyor: Doğanın İnsanlaşması (1980), İlk Toplumların Değişimi (1985),Nükleer Savaş ve Gezegenin Biyolojik-İklimsel Yıkımı (1985), Politik Psikoloji Notları (1990),[7] İşkence Sonrası Yaşam (1993), Toplama Kampı Sendromu: Ruhun Ölümü (1993). Teber’in ikinci eksende yer alan eserleri ise temel olarak ruhsallık bilgisiyle yaklaşarak kaleme aldığı tarih, edebiyat ve sanatı harmanlayan inceleme kitaplarıdır: Picasso (1985), Paris Komününde Üç Yurtsever Türk: Mehmet, Reşat ve Nuri Beyler (1986), Melankoli: “Normal Bir Anomali” (1997), Aşiyan’daki Kâhin: Tevfik Fikret’in Melankolik Dünyası (2002),Bilimsel Bir Peri Masalı: Freud’un Aile ve Tarihsel Romanı (2003), “Tutunamayanlar”ın Politik Psikolojisi (2014).[8]

Serol Teber’in eserleri, eğildiği konular ve ele alma biçimleriyle gerçekten birer hazine niteliğinde. Sadece yukarıdaki eser adlarından bile insan ve dünyayı anlama merakının, arzusunun ya da acısının yoğunluğunu hissedebileceğimiz Serol Teber nasıl bir insandı? 1970’lerin başında büyük olasılıkla siyasi nedenlerden Almanya’ya göç ettikten uzun yıllar sonra, ancak 2000’lerin başında yeniden İstanbul’a yerleşmeye çalışan Teber, Didik Didik Freud’un 26. ve son programının yayınlanmasından kısa süre sonra, 12 Kasım 2004 günü hayata veda ediyor. Maalesef Teber’i yaşarken tanıma şansım olmadı, fakat yaşamı hakkındaki sınırlı bilgiler ve yazmaya değer gördüğü yaşamlar, kişiler üzerinden değerlendirince, Teber’in tıpkı yapıtlarında incelediği gibi “melankolik” yaratıcılığa sahip, “muhteşem bir yalnızlık” içinde bir yazar olarak tarif edilebileceğini düşünüyorum. Belki de Şenol Ayla’nın yönelttiği “Bir günü nasıl geçiyordu Freud’un, günlük hayatı nasıldı?” sorusuna verdiği yanıtta bulabiliriz Teber’in kendisini:

“Hem kendisi hem de onu yakından tanıyanlar, ‘Muhteşem bir monotonluk ve muhteşem bir yalnızlık içinde geçiyordu’ diye tanımlarlar. Freud toplum insanı değildi. Yalnızdı. Zamanının büyük bir bölümünü, hemen hemen tümünü evde geçiriyor.” (s. 44)

Şenol Ayla, Didik Didik Freud’a yazdığı, her cümlesi içtenlik ve dostluk kokan sunuş yazısında, Ürgüp’ün dostluk tarifini hatırlatan bir tespitte bulunuyor:

“Serol’u biraz tanıyan, ‘Neden Freud, neden Tevfik Fikret?’ demeye gerek duymazdı, çünkü Serol Teber de aynı melankolik dünyanın insanıydı, onlar gibi kendisini analiz etmiş, sonra da toplumu anlamaya çalışmıştı.” (s. 11)

Didik Didik Freud: bir radyo klasiği ve açık bir yapıt

Açık Radyo’da Serol Teber ve Şenol Ayla’nın hazırlayıp sunduğu Didik Didik Freud programının çıkış noktası, Teber’in yukarıda adı geçen iki eserine dayanıyor: Bilimsel Bir Peri Masalı: Freud’un Aile ve Tarihsel Romanı[9] ve Aşiyan’daki Kâhin: Tevfik Fikret’in Melankolik Dünyası.[10] Programın önemli bir kısmı Freud’un çoraplarındaki deliklerine kadar “didik didik” edildiği yaşamına odaklanıyor, ardından beş bölüm boyunca psikanalizin bakış açısıyla Tevfik Fikret’in yaşamı ve dünyası irdeleniyor, son iki bölümde ise “melankoli”[11]tartışılıyor. 

“Neden Freud” sorusunun tartışıldığı, 3 Mayıs 2004 tarihli ilk programda Teber, Freud’un biyografisinin ayırt edici özelliğini şu şekilde açıklıyor:

“Freud’un yaşamı, yaşadığımız dünyayı anlamak için vazgeçilmez bir biyografi, yapıtlarının yanında biyografisi de son derece önemli. Biyografisine yakından baktığımızda, yapıtlarından daha kışkırtıcı bazı ipuçları verir. Ayrıca Freud gibi, yapıtlarıyla biyografisi arasında bağlantı kurulan, bunlar arasında kimi zaman bilimsel yaklaşımlar oluşturulan, kimi zaman dedikodular yapılan, ama her şeye rağmen de ondan bir türlü vazgeçilemeyen, kışkırtıcı, açık bir yapıt biyografisi de.” (s. 16)

Serol Teber, uzun yıllardır Freud okumasına rağmen onu gerçekten anlamaya ve giderek kendisiyle “dost” olmaya başlamasını ise şöyle açıklıyor:

“Lise yıllarından beri Freud okumaya çalışıyordum. Ama Freud’un biyografisini, aynanın arka yüzü dercesine tersinden okumaya başladığımız zaman, Freud’un yaşadığı ortama benzer bir ortamda bulunmam gerekirmiş meğerse. Çünkü Freud negatif özgürlük ortamında yaşayan bir insandı. Bir azınlık psikolojisi içinde, bir tür diyasporik yaşamın içindeydi. Benim de bunu sezinleyebilmem için, buna benzer bir mini sürgün hayatını yaşamam gerekecekmiş. Onun yazdıklarında, neler çektiğini, ait olmadığı bir toplumda yalnız ve izole yaşamanın ne demek olduğunu anlamaya, sezinlemeye başladığım zaman başka bir Freud ile neredeyse dost olmaya başladım.” (s. 18)

Türkiye’de Freud çok uzun yıllar dar bir çevrede ve çoğunlukla psikanalitik kuram okumaları etrafında dolaşırken, Serol Teber, deyim yerindeyse “insan Freud”u, “popüler” hale getiren ve çok daha geniş bir okur ve dinleyici kitlesiyle buluşturan kişidir. Didik Didik Freud, sıkıcı bir Freud kronolojisine dayanan ya da resmî bir Freud biyografisi çizgisinde ilerleyen bir metin değil; tam tersine, nokta atışı tespitlerin, çarpıcı anekdotların, beklenmedik bağlantıların karşımıza çıktığı, son derece akıcı, sürükleyici bir anlatı. Freud’un arkeolojiye olan tutkusundan, psikanalizi bir tür psiko-arkeoloji olarak düşünmesine, üzerinde çalıştığı eserler sırasında Freud’un ruh halinden, aile, din ve arkadaşlarıyla olan ilişkilerine, kuram ve eserlerinin ortaya çıktığı tarihsel bağlamdan, gündelik hayatı, alışkanlıkları ve hastalığına kadar pek çok konuyu içeriyor bu eser. Kısa ve tadımlık bir örneğe yer verelim:

"Ş.A.: Birçok yaratıcı insanda da bu böyle sanıyorum, hem bilimde hem sanatta kriz dönemleri bir şeyler yarattırıyor.

S.T.: Evet, melankolinin bir çeşidi sanıyorum, yaratıcı melankoli diyorlar Aristoteles’ten beri buna. İnsanın şansı mı şanssızlığı mı bilmiyorum, bir yandan çok acı çekerken diğer taraftan müthiş üretken olabiliyor insan. Freud, arkadaşı Fliess’e yazdığı bir mektupta da, “Benim bir şeyler üretebilmem için acılar içinde kıvranmam gerekir” diyor. Kendisinde bunu gözlüyor ve biliyor. Yine Fliess’e yazdığı bir mektupta, 'İnan ki,' diyor, 'son birkaç gündür çok mutluyum ve tek bir satır yazmadım'”. (s. 42-43)

Didik Didik Freud’un Tevfik Fikret’le ilgili bölümlerinde yine ilginç bağlantılar, benzerlikler ve çarpıcı tespitler karşımıza çıkıyor. Serol Teber’e göre, “Tevfik Fikret’in biyografisi, yaşam tarzı, melankolik dünyası ve yapıtlarının niteliği Freud’unkilerle çok uyuşur nitelikte”dir (s. 192) ve “aynı melankolik dünyanın insanları”dır. (s. 201)

Tevfik Fikret’in aile ve çocukluk hikâyesine odaklanılan bölümlerde hem Freud ile paralellik kuruluyor hem de Freud’un psikanalitik yaklaşımıyla Fikret’in travması analiz ediliyor. Sakız Adası’ndaki isyanı şiddetli biçimde bastıran Osmanlıların adadaki Rum çocuklardan getirip zorla Müslümanlaştırdığı kişilerden birisi de Tevfik Fikret’in annesinin annesi. Kendisi gibi Rum kökenli bir başka çocukla evlendiriliyor. Teber, zorla din değiştirilenlerde tanık olunan “abartılı bir şekilde dine sahip çıkma tavırları” ve “patolojik boyutlarda dindarlık” meselesinin altını çiziyor; Fikret’in annesinin böyle bir kadının Müslüman kızı olarak dünyaya geldiğini ve genç yaşta gittiği hac sırasında öldüğünü vurguluyor. 12-13 yaşlarında annesiz kalan ve hemen ardından babası Abdülhamit’in hışmına uğrayarak sürgüne gönderilen Tevfik Fikret, “öfkeli yalnızlık” içinde yaşıyor; oğlu Halûk ise “ailesine yapılan bütün bu haksızlıkları yadsıyıp, çubuğu tersine bükercesine yeniden “Hıristiyan” oluyor. (s. 205-208)

Teber, Aşiyan’daki Kâhin kitabında Tevfik Fikret’in yaşamı ve kişiliğini “monad” kavramı çerçevesinde ayrıntılı biçimde analiz ediyor. Didik Didik Freud’da bu meselenin geçtiği kısımdan bir parça ödünç alalım:

“Ş.A.: Monad’ı biraz açabilir miyiz, ne anlama geliyor?

S.T.: Monad, ünlü filozof Leibniz’in bulduğu bir kavram. Bir çeşit camsız, penceresiz, kapısız bir ünite, bir yapılanma ama aynı zamanda bir sanatkârın, felsefeyle uğraşan, edebiyatla uğraşan, düşünen insanın kendi üzerine kıvrılması ve kapanması anlamına da geliyor monadlaşma. Hem bütün dünya ile ilişkisini kesmesi hem de bu ilişkiyi beklenmedik boyutlara taşıması. Bir tür canlı ayna diyorlar buna. Bütün dünyada olup bitenleri kendisinde yansıtma, hem geçmişi özümleme hem de geleceğe dönük öngörülerde bulunma ki, bu tam da Tevfik Fikret’in yaşamına uygun bir tavır. Fikret hem geçmişi çok iyi bilen hem de ileriye dönük öngörülerde bulunan bir şair.” (s. 202)

25. yılı geride bırakan Açık Radyo’da yayınlanan yüzlerce programdan özenle seçilenler, bir süredir Sıla Tanilli’nin titiz editörlüğüyle Can Yayınları tarafından kitap olarak yayımlanıyor. [12] Geçtiğimiz yıl çıkan Engin Geçtan ve Timuçin Oral’ın Dünya Hali[13] kitabı gibi Serol Teber ve Şenol Ayla’nın Didik Didik Freud kitabı da sadece ruhsallıkla ilgilenenler, psikolojiyi, psikanalizi merak edenler için değil, dünyanın ciddiye alındığı ölçüde nasıl güzelleştiğini görmek, okumak isteyenler için.

 

 

NOTLAR:


[1] Fikret Ürgüp, Bütün Eserleri-1: Çivili Sandıklar, yayına hazırlayanlar: Sevengül Sönmez, Haldun Soygür, Everest Yayınları, 2018, s. 19.

[2] Serol Teber-Şenol Ayla, Didik Didik Freud, Can Yayınları, Aralık 2021.

[3] Serol Teber, Davranışlarımızın Kökeni, Sorun Yayınları, 1975.

[4] Nâzım Hikmet, Benerci Kendini Niçin Öldürdü, Suhulet Matbaası, 1932 (ilk baskı). Nâzım Hikmet, Benerci Kendini Niçin Öldürdü, Yapı Kredi Yayınları, 2019, s. 11.

[5] Serol Teber, İşçi Göçü ve Davranış Bozuklukları, Konuk Yayınları, 1980.

[6] Serol Teber, Göçmenlik Yaşantısı ve Kişilik Değişimi, Ortadoğu Verlag, 1993.

[7] İlk baskısı Ara Yayıncılık’tan çıkan eserin 2001 yılındaki yeni baskısı için bkz: İnsanın Hiçleşme Serüveni’ne Giriş: Politik Psikoloji Notları, Papirüs Yayınevi, 2001.

[8] Serol Teber, ölümünden bir hafta önce yayınevine teslim ettiği bu eserinde, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ından yola çıkarak, Türkiye siyasi tarihini, Tanzimat’tan günümüze edebiyat ve psikoloji perspektifinden yorumlamaktadır. Ayşen Anadol tarafından yayıma hazırlanan kitap, Teber’in ölümünden on yıl sonra basılmıştır: Serol Teber,Tutunamayanlar’ın Politik Psikolojisi, Okuyan Us, 2014.

[9] Serol Teber, Bilimsel Bir Peri Masalı: Freud’un Aile ve Tarihsel Romanı, Okuyan Us, 2003.

[10] Serol Teber, Aşiyan’daki Kâhin: Tevfik Fikret’in Melankolik Dünyası, Okuyan Us, 2002.

[11] Bu bölümde konuşulanlar, Teber’in “melankoli”yi kapsamlı ve derinlemesine incelediği kült eserine dayanıyor. Bkz. Serol Teber, Melankoli: “Normal Bir Anomali”, Say Yayınları, 1997.

[12] Dinleyicileriyle kurduğu ilişkiyi, kitaplaştırdığı programlar aracılığıyla okurlara da taşıyan Açık Radyo’nun 2022’de yayımlanacak yeni kitabını da bu vesileyle duyurmuş olalım. Yakın zamanda yitirdiğimiz Cüneyt Cebenoyan’ın “sinemasal sohbetleri”ni içeren radyo programı Erguvani İstimbot, Elif Cebenoyan tarafından yayıma hazırlanıyor.

[13] Engin Geçtan-Timuçin Oral, Dünya Hali, Can Yayınları, Mart 2021.