"Kızıl Urgan sadece şiir değildir: Tarihtir, sosyolojidir, güncel direniştir, ezen ve ezilen arasındaki ilişkidir, haksızlıklardır, anılardır, yaşanan onca baskının 20’li yaşlardaki genç bir şairin gözünden aktarımıdır."
16 Eylül 2021 13:30
Alan Ward. İrlandalı Alan. Oksitanca dilinde şiirler yazan. İngilizce öğretmeni olarak gelip öğrencileriyle Kürtçe konuşmaya başlayan Alan. Dili ve kültürü resmî ideoloji tarafından yok edilmek istenen Kürtlere yakınlığını ve dostluğunu şiirin derinliği ve gücüyle taçlandıran, tıpkı halkının yaşadığı onca işkenceyi, sürgünleri, kurşuna dizilişleri, darağaçlarında götürülüşlerini başka bir halkın gözlerinde gören Alan. Öğrencilerini, dostluk kurduğu arkadaşlarını, Hevsel Bahçeleri’nin şahitliğinde gördüğü manzaraları, hissettiği acıları, kulaklarıyla duyduğu onca haksızlıkları; başka bir halkın gözlerinde, sesinde, yüreklerinden dökülenleri bu kadar içten dokumuş olması, başlı başına şairliğinin ve direnişçiliğinin en güzel kanıtı değil midir? Oksitanca dilinde şiir yazması bile egemenlere olan tavrın dışavurumudur. Yanı başımızdaki şairler Kürt kelimesini bile dile getiremiyorken, İrlandalı Alan bir şair sorumluluğuyla gördüklerini, yaşadıklarını dünya âleme yok olmak üzere olan bir dille duyurdu, Oksitanca. Çift eylem, iki yanlı başkaldırı; tepeden tırnağa dil ve insan hakları savunucusu İrlandalı Ward.
Şehrin dar sokaklarına buram buram medeniyet, buram buram yoksulluk, buram buram idamları ve haksızlığı nakşeden şair. Yüzyıllar boyu Britanya’nın boyunduruğu altında türlü türlü unutturma politikaları, açlıkla terbiye ve asimile edilmek istenen bir halkın ferdi, neferidir aynı zamanda Alan. Kürtlerin direnişinden ve hayata bağlılıklarından o kadar etkilenir ki dört aylık kısacık bir sürede hem insanlarıyla hem de kadim Diyarbakır surlarıyla dertleşir, konuşur, düşünür; bir bakıma kendi halkının yaşadığı süreci görür kara gözlü Kürtlerin gözünde. İşte bu kısacık sürede gördüklerini, duyduklarını, yaşadıklarını estetikle, güçlü imgelerle, tarihe göndermeler yaparak bize 280 dizelik bir şiir bırakır: “Kızıl Urgan”.
Kızıl Urgan iki dilli olarak –Kürtçe/Türkçe– yayımlandı. Bu eşsiz ve cesur şiirleri bize ulaştıran iki akademisyen Adnan Çelik ve Ergin Öpengin’e bu değerli çalışma için minnettarız, selam olsun. Kitap, şiirlerin, Çelik’in ve Öpengin’in derinlikli sunuşunun ve şiirlerin gelişim evresinin yanı sıra, 1960’lı yılların Diyarbakır’ında yaşananlara, o dönemde devlet ve halk arasındaki düşmanca ilişkinin şiirde nasıl can bulduğuna, serpildiğine ve bu düşmanca ilişkinin varlığı hâlâ devam ediyor oluşuna dair detaylı bilgiler içeriyor.. Bizi bayağı düşündürecek bir şiirle karşı karşıyayız. Yani öfkeleneceğiz, sakinleşeceğiz, tarihe yolculuklar yapacağız, şiirin verdiği tadı ve tuzu kaçınılmaz olarak hissedeceğiz. Ve özünde çok şeyin değişmediğini göreceğiz; dışardan bakan bir şairin dizeleriyle, devletin eski köhne alışkanlıklarıyla varlığını hâlâ sürdürmesini izleyeceğiz. Devlet eski devlet, lakin halkın eski halk olmadığını günümüzden bakınca tüm çıplaklığıyla da görüyoruz. Kızıl Urgan sadece şiir değildir: Tarihtir, sosyolojidir, güncel direniştir, ezen ve ezilen arasındaki ilişkidir, haksızlıklardır, anılardır, yaşanan onca baskının 20’li yaşlardaki genç bir şairin gözünden aktarımıdır.
Öncelikle Kızıl Urgan’ın yaratıcısı Alan Ward’ın oğlunun önsözünden birkaç paragraf okuyalım, sonra kitabı bizlere ulaştıran Adnan Çelik’in ve Ergin Öpengin’in sunuşundan yine önemli bulduğum birkaç paragrafı siz okurlara aktaracağım.
“Babam Alan Ward 6 Şubat 2014’te kendi evinde geçirdiği kalp krizi sonucu aramızdan ayrıldı. (…) Babamın bütün hayatı boyunca emek verdiği birçok çalışma, belge ve metnin sorumluluğunu artık benim üstlenmem gerekiyordu. Böylece elinizdeki bu küçük şiir kitabı, La Còrda Roja hayatıma girmiş oldu.”
Evet, Alan Ward sadece şiir yazmadı, Mem û Zîn destanını da İngilizceye çevirip Mam and Zin: Kurdish national epic (1968) adıyla okurla buluşturdu. Oğul Ward şöyle devam ediyor:
“Şüphesiz, onu iyi anlamda en çok etkileyen bu deneyimlerden birisi de Diyarbakır’da geçirdiği ve şehirdeki çocuklara İngilizce öğrettiği yıl oldu. O dönemde henüz –anca yirminin üzerinde olmalıydı yaşı– kendisini anne-babası ve ailesinden uzakta, gençliğinin İngiltere’sinin güneyinde yaşadığından farklı manzaralara, kokulara ve seslere sahip, canlı bir şehirle çevrili buldu.”
Ward, Diyarbakır’da çok farklı manzaralara şahit oldu, 20 Kürt’ün idam edilişine tanıklık etti. Yoksulluğun ve zulmün kokusunu, kör bir annenin kucağındaki bebeği için yalvarışının şairin dizelerine nasıl yansıdığını, şairin yüreğinden nasıl sertçe yüzümüze çarptığını okuyalım:
Allah rızası için ekmek ver bana
Ölmeyeyim öyle erkenden
“Allah büyüktür!” de kadın
O kadar büyük ki görmez seni
Ne seni ne oğlunu
Ne de koynunda ağlayan bebeği
Şimdi de kitabın sunuş bölümden birkaç paragraf okuyalım:
“1960 yılının sonbaharında, henüz 23 yaşında Alan Ward ismindeki bir genç Diyarbakır’a geldi ve Diyarbakır Maarif Koleji’nde İngilizce ve Matematik öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Fakat henüz dört ayını doldurmamıştı ki, aniden görevinden uzaklaştırıldı ve oturum izni iptal edildi. Bu ani karar Ward’ın öğretmenliğini iyi yapmamasıyla alakalı değildi, Kürtçe öğrendiği ve öğrencileriyle de Kürtçe konuştuğu için görevinden alınmıştı. Okul yöneticileri Ward’ın Türkçeden ziyade Kürtçeyle daha fazla alakadar olduğunu öğrendiklerinde onu hemen işinden ve öğrencilerinden uzaklaştırmışlardı.”
Resmî ideoloji kendi varlığını Kürt halkının dili ve kültürünü yok sayma üzerine kurduğundan, şairin ülkeden çıkarılması şaşırtıcı değildir; bu davranışı ancak resmî ideolojinin korkusuyla açıklayabiliriz. Sunuşun devamı:
“Fakat Diyarbakır’dan ve Kürtlerden o kadar etkilenmişti ki, onları hiçbir zaman unutmadı. Bu unutmayışın en büyük ve en anlamlı nişanesi de Oksitanca yazdığı ve 1964 yılında kitap olarak basılan La Còrda Roja yani Kızıl Urgan isimli uzun bir şiir oldu.”
Çoğu insan gibi önceden ben de Oksitanca diye bir dilden habersiz olduğumu itiraf etmeliyim. Ward’ın Oksitanca yazmasının nedenini ve altında yatan direnişi yazarlarımız sunuşta şöyle açıklıyor:
“Ward’ın şiirini Oksitanca yazmasının ve onu bu azınlık dili üzerine çalışmalar yapan bir enstitü üzerinden yayınlamasının şüphesiz bir amacı vardı: Azınlık halklarının ezilmişliğinin ortaklığını göstermek. Bu durum kitabın girişindeki ithafta da açıkça görülür, zira şiirini ‘felaketinde dahi bunca sevilen Kürt halkı’na ve diğer iki halka, yani İrlanda ve Oksitanya halkına ithaf eder.”
Ward edebiyatıyla bir devrimcidir, direnişçidir. Ezilen ulusların dilleriyle varlık göstermesi bunun en güzel kanıtı değil mi? Şair egemenleri birbirine benzetir:
“İngiliz ve Fransız egemenlerini Türk egemenlerine benzeten Ward’a göre zora dayalı bu rejimlerin ortaklaştığı nokta ezilen halkların dillerini ve tarihlerini unutturmaktı. Türkler bunu ‘boğarak’ ya da ‘darağacına göndererek’ yapıyorlardı, fakat İngiliz ve Fransızlar için unutturmanın başka yolları vardı.”
Kitap Avrupa’da basılıp gizli yollarla Türkiye’ye gönderilir, devlet bunu öğrenir öğrenmez hemen yasaklar ve toplatma kararı alır. Bu karar 27 Ağustos 1966 tarihli Bakanlar Kurulu kararnamesiyle alınır. Şiire ve sanat düşmanlık ’60’lı yıllarda böyleyken günümüzde bu yasakların hâlâ devam etmesini hangi gerekçeye sığınarak açıklayabiliriz? Tekrar hatırlatalım, dünkü yasaklar bugün de Kürt dili ve kültürü üzerinden vahşice devam etmekte. Ward sadece şiirle yetinmeyecek, Kürt halkı için daha fazla çalışmalar yapacak, seslerine ses olacaktır. Yapılan zulümleri ve yaşatılan acıları durmadan anlatacaktır. Dilbilimci olan Ward’ın Kürt dili ve grameri üzerine çalışmalar yaptığını, bu alandaki tüm birikim ve hünerini Kürtçe için kullandığını da belirtelim.
Şiirinin sarsıcılığı bize Ward’ın sıkı şair olduğunu gösteriyor. Kitap ismini Kürtlerin kızılı sevmesinden alıyor; darağaçlarına gönderilirken bile urganın kızıl olmasını istemelerinden.
Şair bir sesleniş şiiri yazmış diyebiliriz. Bu sesleniş dönemin valisine bir sesleniştir, Kemalist rejime bir sesleniştir, Kürt’e sesleniştir, surlara, tarihe, Hevsel Bahçeleri’ne sesleniştir, iki yakın dostunun şahsında şehirdeki nüfuzlu Kürtlere sesleniştir, şehri terk etmek zorunda kalan Ermenilerin ruhuna sesleniştir. Şiirde şu can alıcı dizelerle merhaba diyor okura şairimiz:
Beni astığın gün, Türk kardeşim,
Beni astığın gün, ey Türkmen
Kızıl olsun urganım
Nehir rengi gibi kızıl
Yağmur mevsiminde Dicle gibi kızıl
Şiirde şehri ve sosyal durumunu da çok iyi gözleyip şiirine aktarıyor şair. Ulu Camii’nin yanında dönen değirmenin sürekli dönüşü ve halk için dönmeyen değirmeni tasvir etmek için kullandığı metaforlar bize devletin halka yaklaşımını da deşifre ediyor bir yanıyla. Şöyle ki:
Dicle boyunca bahçeler
Onlara da bağlamayın umudunuzu
Dönüyor zira durmaksızın değirmen
Ama size değil çıkan ekmek
(…)
Çünkü bu akşam askerî vali
Yemek yiyor neon ışıklar altında
Türkmen vali
Yiyor da yiyor ışıklar altında
’60’lı yıllar… Askerî darbenin ertesine denk gelen dönemle bugün Diyarbakır’da yaşananlar birbirinden çok farklı değil. Dün Türkmen vali aksırıncaya kadar yerken, bugün atanmış kayyumların kendi makam odalarına ultra lüks banyolar, yatak odaları inşa ettiğinden haberdarız. Halk açlıktan ve çözümsüzlükten intihar ederken, şair Ward’ın 50 yıl önceki şu dizesini bir daha okuyalım: “Allah rızası için ekmek ver bana/Ölmeyeyim öyle erkenden”. Bu gerçekliğin hâlâ canlı olması bizi mutsuzluğa sürüklese de açılan delikten ışığın içeriye süzülüşünü unutmayalım. Şüphesiz edebiyatın kendi dönemine not düşmesi ve düşülen notun şiirde nasıl sarsıcı olduğunu yukarıdaki dizeler bize kanıtlıyor. Şair Kürdistan’ın tarihine şiirinde epey gönderme yapıyor, medeniyetle ve sanatla işlenen toprakların tarihini bir bakıma güncelleyip “Türkmen Vali”ye “işgalci” göndermesini de yapıyor.
Cengiz Han oğlu baban Hülagu
Kelle sayarken Halep’te
Büyük Atatürk astıklarını sayarken
Kızıldı Dicle
Ve akıyordu yağmur mevsiminde
Ben Hatuşaş hükümdarı Harusil’in oğluyum
Ben Mitani kralı Artatama’nın oğluyum
Ben Tigran’ın kardeşi
Ve Mitridat’ın oğluyum
(…)
İdam sehpasında geldiğimizde, Türkmen kardeşim
Kızıl olsun urgan
Kan gibi kızıl
Arapları, Persleri, Romalıları ve Türkleri işgalci olarak gören şair ezilen halkı da şu dizelerle imliyor ve direngenliğini ön plana çıkararak umudu harmanlıyor: “Ama ben hep kaldım ayakta”. Bu dize bize direnişin ve mücadelenin sürdüğü ve Kürt halkının ayakta olduğu mesajını veriyor. Bunca öldürmelere, işkencelere, sürgünlere, cezalara rağmen “Kızıl Urgan”la darağaçlarına gidenlerin sesi oluveriyor; haykırıyor ferman sahiplerine; “buradayız, vardık ve var olmaya devam edeceğiz”. Egemenlere cevap, direnlere selam veriyor. Yukarıda belirtmiştik, Ward’ın bir sesleniş şiiri yazdığını. Şairden Kürtlere sesleniş dizelerini okuyalım:
Söyleyin şarkınızı canım Kürtler
Söyleyin yokuştan inerken
Söyleyin denize akan ırmak üstüne
Söyleyin ölüme giden kişi üstüne
Söyleyin çölde hiç durmadan
Yılankavi kıvrılan yeşil urgan üstüne
“söyleyin ölüme giden kişi üstüne” dizesi ağıtların yakılışına göndermedir. Darağaçlarına gidenlerin yasını tutuyor, “unutulmaması için söyleyin” diyor. Sunuşta yazarların da belirtiği üzere, “Böylece, aşağıdaki dizelerde olduğu gibi, urgan, Kürtlere uygulanan asma ve infazın metonimik ifadesi olarak karşımıza çıkıyor”. Ölüme giden evlatların, kocaların, sevgililerin, kızların, kardeşlerin, anaların, babaların üstüne yakılan ağıtların, coğrafyamızda ne kadar çok olduğunu hepimizi iyi biliyoruz. Şair Diyarbakır’dayken 20 Kürtün idamına tanıklık eder. Dağ Kapı’da asılan bir grup Kürtü görür. Kürtlerin idam gerekçesi de hiç yabancısı olmadığımız bir gerekçedir: Eşkıyalık. Dün eşkıyalıkla asılan Kürtler bugün “kaçakçılık” yaftasıyla sınır boylarında tonlarca bombayla öldürülüyor, Dün kızıl urganla, bugün bomba ve kurşunlarla hayattan koparılıyor insanlar.
Söyleyin bana Vali bey, nereye gidiyor Kürtler
Şehrinizin sokaklarında?
Gördüm yirmi kadardılar
Raks ediyorlardı meydanda
Meydanda rüzgâra karşı raks ediyorlardı
Her biri boğazına dolanmış bir urganla…
Şair yakın dostluk kurduğu, dönemin Baro Başkanı Edip Beg’e Ermenilerin nereye gittiğini soruyor:
Ne diyorsun, ey Kürt mirzadesi
Sen avukatsın, kanun adamı
İlahi adalete dair nedir fikrin?
Peki ya Ermeniler, Edip Beg…
Onlar nereye gittiler?
Bugün Diyarbakır’da hâlâ Ermeniler ve Ermenilere yapılan zulüm konuşulur, Diyarbakır’ın dar sokaklarında Ermenilerin ruhlarının hâlâ dolaştığı söylenir. Şu dizelerin ağırlığını ve isyanını beraber okuyalım: “Zira Tanrı ölmüş Diyarbekir’de/Ve Ermeniler göçmüş”. Şair Alan, dostu şair Necip’e yoksul kadını sorar ve şöyle seslenir: “Sen ne diyorsun Necip?/Ölen bebeğe dair, ey dost, var mı bir diyeceğin?/Sen ki toprak sahibi, sen ki şair/Sen ki Kürt”. Sadece devletin askeri valisine seslenmiyor, yakın iki dostuna da kucağında ölen yoksul kadını ve Ermenilerin soruyor. Şair Alan sesleniyor Allah’a da…
Ward cesur bir şair, sağa sola geçmeden soruyor, estetik ve edebi bir üslupla meselesini şiirselleştiriyor. İmgeleri üst üste yığmaksızın, saf ve sarih bir dille şiirini büyütmüş. ’60’lı yılların şiirindeki anlam karmaşasının yarattığı hermetikliğin, Ward’ın şiirine çok uzak olduğu görülebilir. Daha önce belirtmiştik şairin dipnotlarının fazlaca olduğunu; bunu nedenini kendisi şöyle açıklıyor: “Metin tam olarak anlaşılsın diye de birtakım kısa açıklamalar ekledim. Okurun bundan ötürü bağışlayacağını umuyorum.” Hem Kürtçe çevirisi hem de Türkçe çevirisi üzerinde bayağı çalışıldığını anlıyoruz. Her iki dilde de anlatış ve sesleniş metnin gerçek ruhunu veriyor okura. Werîsê Sor/Kızıl Urgan’ı mutlaka okuyun. Bir parça kendinizi göreceksiniz, size yıllarca öğretilenlerin bazılarını tartışacaksınız, bir parça kendinize dönüp kendinizi yoklayacaksınız… Kim bilir, belki içinizdeki faşisti keşfedip ondanz kurtulmanıza yardımcı olacaktır Alan Ward. Yazıyı şairin şu sert dizeleriyle bitirelim:
Dürüstçe konuş benimle, Türk kardeşim
Dürüstçe konuş benimle, dost kardeş
Dürüstçe konuş benimle, insan kardeşim
Ve söyle bana meselen ne
Yine de, dostum
Açlıktan ölen bebek
Öylece ölen bebek
Onun için ne yapıyorsun, ey dost?
Hiçbir şey arkadaş!
“Tanrı’nın eline bırakmalı
Tanrı’nın eline ait olanı…”
Bizim elimizden gelen gömmek
Başka da bir şey değil
•