Eskiden-Gelecek-Güzeldi

Eskiden Gelecek Güzeldi

ADNAN ÖZER

Doğan Kitap 2020 124 s.

Senelerin edebiyat emekçisi, kırk yıllık şair Adnan Özer, geçtiğimiz haftalarda Doğan Kitap logosuyla yayımlanan ilk romanı Eskiden Gelecek Güzeldi’yle, şu sıralar genç bir romancı olmanın keyfini sürüyor. Bu kısa incelemeyle, ben de aynı keyfe ortak olmayı planlıyorum ama işim zor tabii. Dilim döndüğünce ve haddimi de çok aşmadan romanın çevresinde analitik bir tur atmak istiyorum.

TURAN DAĞLI

Eskiden Gelecek Güzeldi, roman için nispeten kısa bir metin sayılabilir (Yüz yirmi dört sayfa). Öte yandan olay örgüsü, mekân ve karakter çeşitliliği, yoğun bir anlatı diline sahip olması, onu novelladan çok romana yaklaştırıyor. Modernist metinlerde sıklıkla karşılaşılan bir durumdur bu. Yazar, anlatıcısını mümkün olduğunca az konuşturup okur için geniş boşluklar bırakır. Bu da bazen sayfa sayısının eksilmesiyle sonuçlanabilir. Henry Miller’in de dediği gibi, Adnan Özer romanını yazarken içindeki yazın adamını öldürüp tarafsız ve ketum bir anlatıcı yaratabilmiş midir? Bunu belli oranda başardığını düşünüyorum.

İncelemeye başlamadan evvel, kitabın kapak tasarımından söz etmemek olmaz. Harikulade görselliğiyle, içerikle de uyumlu bir bütünlük oluşturuyor. Kırmızı ve mavi renkler hoş bir kontrast oluşturmuş. Elinizi elma dalına uzatır gibi iştahla yeme dürtüsü uyandırıyor. Bunun için ödüllü kapak tasarımcısı Geray Gencer’i kutlamak gerek.

Yazının başında, romanın modernist bir çizgide olduğunu söyledim. Hiç olmazsa Adnan Özer’in buna niyetlendiğini düşünüyorum. Anlatıcı roman boyunca hem kendini, hem de geleneği, gelenek içinde edebiyatı sorguluyor. Yeni bir dil ve biçim arayışına giriyor, bir çeşit minör dil kurmaya çalışıyor. Önümdeki roman postmodernist oyunlara gelemeyecek kadar ciddi, ana akıma kapılmayacak kadar yeni. Edebiyat ne bir oyun parkı, ne de statükonun bekçisi. Yazar bunun farkında. İyi örneklerini bir yana koyarak, Adnan Özer, özellikle son yıllarda postmodernizm kisvesi altında şeker niyetine yutturulan çakıl taşı modasına gönül indirmiyor. Söylediklerimden roman türüne atfedilmiş bir temsil misyonu çıkarılmasın. Nitekim Adnan Özer de romanını aşk öldü nidalarına inat bir sonla bitiriyor. Büyük aşklar, büyük umutlar hala olasılık dâhilinde.

Romanın içeriğinden söz etmek gerekirse, metin, yoksul bir demiryolu çalışanı babanın mahrum oğlunun hayat hikâyesi üstünden yürüyor: Çocukluğu, ilk gençliği ve orta yaşlı yılları. Göçler ve yeni yaşantılar. Sınıf çelişkisi duygu dünyasıyla iyi harmanlanıyor.  Merkezde yitik bir aşk ve kaybedilmiş otuz yıl var. Anlatıcı rolünü de üstlenen ana karakter kendini ispatlamış bir şair. Roman, zaman ve mekânda sürekli yer değiştirmelerle döngüsel bir kurgulama biçimine sahip. Bu da bazen kurguyu takip etmeyi zorlaştırıyor demek istemiyorum ancak anlatıcı yer yer fazla geveze olunca, bu zamansal sıçramalar bazen metnin savrulup dağılmasını kolaylaştırıyor. Yine de roman boyunca merkez korunuyor. Karakterimizin bir adı yok ama Adnan Özer’in çok iyi bildiği ve çok iyi işlediği bir kişiliği var. Başta kendisiyle, zaman zaman dünyayla dalga geçebilen yanı onu eğlenceli biri yapıyor; bu da romanın nostaljik bir aşk hikayesi olarak kalmasını engelleyip metne çağdaş bir hava veriyor. Karakterimiz özünde ne olduğunu az çok bilen fakat ne istediğini pek bilmeyen, nevrotik serencamlarla ömür tüketen ezik bir insan. Dünyayı kurtarayım derken, en temel insani ihtiyaçlarını baskılayan sosyalist gençliğin simgesel karşılığı. Adnan Özer bunu saklamamış, hatta çoğu yerde bu tespitleri bizatihi karakterine yaptırmış. Ezikliğin temel sebebi kenar mahalle çocuğu olarak yaşadığı yoksulluk ve yoksunluklar. Özgüven eksikliği ve değersizlik duyguları. Öte yandan bunun beraberinde getirdiği, şiirde başarıyı yakalamak için verilen olağanüstü bir çaba ve girişkenlik de var. Anladığım kadarıyla, yazar, en azından alt metinde, karakterin ömrünü edebiyata ve kitaplara adamışlığını yüceltmekten kaçınıyor. Tam da burada romanın otobiyografik tarafı kendini ele veriyor. (Ayrıca başka bir yerde Barış Pirhasan isminin açıkça kullanılması ilginç olmuş.) Onca sene, onca emek, onca adanmışlık ve sonuç: Elde var sıfır. Kazanç yok ama kayıp gırla. Sanırım bu edebiyatla yatıp kalkan çoğu insanın temel çelişkisi. Yoksa Eskiden Gelecek Güzeldi bu hesaplaşmanın, bir parça absürd, bir parça ironik fedanın temsili de, Adnan Özer edebiyatın büyük bir yalandan ibaret olduğunu mu göstermeye çalışıyor? Ya da tersten okursak, aşkın bir ütopya olduğu gerçeğine mi vurgu yapılıyor? Aklıma Fransız Teğmenin Kadını’nı getiren bir incelik ve okuru ters köşe yapan muzırlık. Bu doğruysa, bir tür gizil üst kurmaca kimliğiyle, okurunu politik ve felsefi arka planı düşünmeye zorluyor metin. “Tutku şiirmiş, aşk bahane” (s.109 ) cümlesi, bu tespiti haklı çıkarabilecek cümlelerden biri.     

Eskiden Gelecek Güzeldi  farklı zaman dilimlerine dağılmış olsa da, en çok yetmişlerin ütopik havası öne çıkıyor. Moskova’ya gitmenin, o dönem, şakayla karışık, hacı olmakla eşdeğer olduğu inancı dönemin ruhunu vermesi açısından sempati uyandırıyor. Karakterimiz de o yıllarda çoğu genç gibi örgütlü. Sosyalist bir dünya görüşüne sahip ve kendisine sunulan fırsatla, bir festival için, dünyanın farklı ülkelerinden gelen sosyalist gençlerle beraber önce SSCB’ye, oradan da Küba’ya, Havana’ya gidiyor ve orada Kübalı bir kızla tanışıp tatlı bir macera yaşıyor. Sonra o kızı hiç unutmuyor. Ona verdiği bir gün dönme sözünü ise ancak otuz yıl sonra tutabiliyor. Alt metinde, anneye olan aşırı bağlılığın, tipik bir ödipal karmaşayla babayla didişmelere sebep olması, sonunda karakterin Küba’ya kadar giderek yüceltilmiş bir anne araması, romana, Jale Parla’nın Babalar ve Oğullar’da sözünü ettiği Don Quijote Sendromu’nu çağrıştıran ironik bir hava katıyor.

Romanın konsantre bir dille yazıldığından ve okuru düşünmeye sevk ettiğinden söz ettim. Anlatıcının gereksiz müdahale ve gevezeliklerini, hikâyeye hizmet etmediğini düşündüğüm ansiklopedik kısımları ( Özellikle Havana’yı anlattığı kısım), kimi yerde açıklamalara başvurduğu gerçeğini bir kenara bırakacak olursak, yazarın anlatısına çok hâkim olduğu halde, işin çoğunu okura bıraktığını, sezgi ve çağrışım alanlarını, satır arası okuma imkânlarını çoğalttığını ve genel anlamda amacına ulaştığını söylemek mümkün. Kenar mahalle yaşantısını, gizli çay evlerini, esrar partilerini iyi biliyor ama okurun hayal gücünü harekete geçirmeyi tercih ediyor. Ayrıca, yazarın her şeyi bilen ve kontrol eden Tanrı-anlatıcı yerine, karakterin bakış açısını hâkim kılması, bunu beslemek için bilinç akışına ve iç monologa başvurması (bazen sahicilik duygusu uyandırmak için abartılı çoklukta kullanılmış olsa da), dolayısıyla göreli yorumsamacılığı temel alan modernist bir anlatım tekniği kullanması, romanın atmosferine kolaylıkla kapılma imkânı yaratıyor. Atmosfer demişken, romandaki iç tutarlılığın, mizah duygusunun ve hissederek yazıyor olmanın içtenliğiyle, Eskiden Gelecek Güzeldi’nin inandırıcılık katsayısı yüksek bir roman olduğunu düşünüyorum. Buna en güzel örnek de, anlatıcı karakterin ilk kez bir Neruda şiirini okurken hissettikleridir. Adnan Özer o ânı samimi bir dille yıldırım aşkı gibi anlatmış.     

Bir şairin kaleminden yazılan Eskiden Gelecek Güzeldi, romantize edilmeden, lirik ya da epik tuzaklara düşülmeden, devrik cümlelerden mümkün olduğunca kaçınılarak yazılmış, bu yönüyle soğuk ve sağduyulu bir roman olmuş. Öte yandan yazarın aşkı, kavuşmayı, iç hezeyanları, kendini arama duygusunu gerçekçi ve bir o kadar da şiirsel bir incelikle aktarması, deyim ve atasözlerinin, argonun, unutulan ya da eski dilden takviye edilen bazı sözcüklerin sayfalara boca edilmeden yerli yerinde kullanılması, belki de kırk yıllık bir birikim ve bilgelik gerektiriyor.

“Meraklar merakı”,  “endişeler endişesi”, “peyke”, “karaşın”, “sikibitli”,  “aşkın kara sütü” , “perdahlama”, “balkıyan”, “yalabuk kiremitler”… örneklerden yalnızca birkaçı.

Yine de, “ Tulumcıbayı gör, Maksim Gorki’yi görme, öyle bir tip.” (s. 26 ) gibi cümleler, ya da ilaç isimleri verildikten sonra, anlatıcının bunları ezberleme kabiliyetinden özellikle söz edilmesi doğrudan okura hitap eden, açıklayıcı ve inandırıcılığı sekteye uğratan cümleler olmuş. İyi haberse, bu tür cümlelerin sayısının az olması.      

Ayrıca bilgelik akan cümleler bende hayranlık uyandırdı. Bunlar son yıllarda okuru tavlamak için özellikle yerleştirilmiş spot cümlelerden değil. Kurgu ve akışta yeri olan cümleler.

“Yıllardan sonra şimdi düşünüyorum da, insan aşkını seçmez, tanır onu.” (s.11 )

“Gece dedimse, yatsı namazının üstünden şöyle bir çiğ köfte yoğrulup yenilecek kadar geçen zaman.” (s. 12 )

“Bir insanın yaşı el ve ayak parmaklarının toplamını aşıyorsa, zaman onun için hızlı akarmış.” (s. 42 )

Son olarak, Eskiden Gelecek Güzeldi’yi okurken, özellikle Havana sokaklarında,  kulaklarımda okyanus sesine eşlik eden bir blues şarkısı duydum diyebilirim. Bu ses, Guattari ve Deleuze’ün minör edebiyatın yersizyurtsuzluğundan söz ederken işaret ettikleri deniz kabuğundan geliyordu. Sanırım bu minör dünya, majör dilde yazan azınlık mensubu bir yazar referansından çok, majör retoriğin dışına çıkan bir dil arayışına vurgu yapıyordu. Bu bağlamda romandaki ana karakterin de kendi sosyolojisi içinde böyle bir dile meylettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. İşin gerçeği, sosyal ve siyasal gelişmelerin küçük adacıklara gebe olduğu yüzyılımız, edebiyat için de minör bir dile fazlasıyla göz kırpmaya başlamış olabilir. Eskiden Gelecek Güzeldi usta bir şairin naif ve asil bir dille yazdığı ilk romanı.