Çıkmaz-Sokak-Çocukları

Çıkmaz Sokak Çocukları

CENK ÇALIŞIR

Oğlak Yayınları Maceraperest Kitaplar Eylül 2021 248 s.

Yerli polisiyenin sağlam kalemlerinden Cenk Çalışır, son kitabı Çıkmaz Sokak Çocukları’nda bir soygunla cinayeti iç içe işlerken, akıcı kurgusu, doğal karakterleri ve onların doğal diyalogları ile gün aşırı rastlayabileceğimiz, artık aşina olduğumuz olaylardan birini sağlam bir polisiye esere çeviriyor.

BURAK SOYER

Polisiye edebiyatında ya çok katmanlı, ‘her çiçekten bal alan’, mevzuya fazla derinlemesine inen ya da rahatlıkla ‘üçüncü sayfa haberi’ olarak niteleyeceğimiz kitapları okuyoruz. İlk sıraya yazdıklarımın seçenekleri fazla diye onlar daha nitelikli olmadığı gibi, diğer şıkta kalanlar da ‘klişe’ diye içi boş değil. O katmanlar, dipsiz kuyular bazen öyle ucu bucağı açık hale geliyor ki, kurgunun bir an olsun aksamaması gereken polisiyede durumu toparlamak için bol bol geri dönüş yapmak gerekiyor. ‘Klişe’yi ‘sıradan’ olarak yumuşatarak ifade ettiğimiz örneklerdeyse her gün haberlerde izlediğimiz, gazetelerde okuduğumuz hikâyeler yazarların ustalığında pişirilip önümüze gayet düzgün bir polisiye halinde konabiliyor. Cenk Çalışır’ın Oğlak Yayınları’nın Maceraperest Kitaplar dizisinden yayınlanan son kitabı Çıkmaz Sokak Çocukları’nı da ikinci kategoride incelemek mümkün.

Çıkmaz Sokak Çocukları zamansız ve mekânsız bir ortamda geçiyor. Kendi halinde bir evden silah sesleri gelmesi üzerine mahalle sakinlerinin polise ihbarıyla olay yerine damlayan Cinayet Büro Başkomiseri Ziya ve ekibinin karşılaştıkları katliam ortamıyla başlıyor roman:

“Merdivenlerin sonunda yüzükoyun yatan bir ceset vardı. Bacakları üst kat zemininde, belden aşağısı basamaklardaydı. Sağ elinin gevşemiş parmakları halen bir tabanca tutuyordu. Arkasında iki metreye yakın, kızıl bir leke bırakmıştı. Sürünerek de olsa uzaklaşmaya çalıştığı açıktı. Ziya cesedin başını çevreleyen lastiğe baktı. Yüzünde maske olduğunu anladı. Cesedin üzerinden atlayarak diğer tarafına geçti. İki basamak indi. Olduğu yerde çömelip cesedin yüzüne baktı. Kendisine gülümseyen bir fare görünce şaşırdı. Cesedin yüzünde plastikten yapılmış Mickey Mouse maskesi vardı. Kendi kendine, ‘Ne ki bu şimdi?’ diyerek doğruldu. … Çalışma masasının arkasında açık duran bir kasa vardı. Kasanın hemen önünde yaşlı bir adam kanlar içinde, dizleri üstünde oturur haldeydi. Onun sağında bir kadın, kadının üzerine yığılmış genç bir kız gördü. Onlar da kanlar içindeydi. Odanın ortasında biri Mickey Mouse, üçü kar maskeli üç ceset daha yatıyordu. Kapının yanındakiyle birlikte odada tam sekiz ceset saydı. Merdivendekiyle dokuz. Duvardaki kurşun deliklerine, çalışma masasının yanındaki pencereye baktı. Camın sağ üst köşesinde etrafı çatlamış bir delik gördü.”

Bir cinayet masa ekibi için bile fazla olan bu manzarada her zaman sezgilerine güvenerek hareket eden ve etrafı kol açan Ziya’nın bulduğu, delil yerine geçebilecek tek şey yeni yakılmış ve bir iki fırttan sonra söndürülmüş sigara olur. Cinayet Büro polisleri mekânı Olay Yeri İnceleme’ye bırakıp uzun günlerin başlayacağı büroya geri dönmek zorunda kalır.

Cinayet ve Gasp Büro Amirliği’nin ikinci katında bulunan toplantı odasında bir araya gelen Cinayet Büro’nun kadrosu, Ziya, Koray, Emre ve ekibe yeni katılan Seda, bu rastlanmadık olayla ilgili beyin fırtınasına başlar. Herkes konuyla ilgili fikirlerini söyleyip yine herkes o fikirleri çürütürken Seda sazı eline alır ve maktullerden Elif’in olay öncesinde en yakın arkadaşı Necla’ya bıraktığı valizin içinde bulunduğu defterden söz açarak onu okumaya başlar, böylece cinayetlerin düğümünü çözecek fitili de ateşlemiş olur:

“Aynanın karşısındayım. Yeni aldığım elbisenin eteklerini tutmuş, salınıyor, kendime…”

Seda’nın bulduğu bu defterle birlikte biz de uzun bir yolculuğa çıkmaya başlıyoruz.

Daha sonra katliamın baş şüphelisi haline gelecek olan Elif’in hayatını özetleyen bir defter bu. Yazdıklarına göre Elif mutaassıp bir ailenin kızı. Babası namazında niyazında, mahallenin önde gelen esnaflarından, Karun kadar zengin olmasına rağmen ne kendisine ne de ailesine parasında zırnık koklatmayan, “Laf olur, söz olur” derdiyle kızını bir an önce kendileri gibi yaşayan, işi gücü yerinde biriyle baş göz etmek olan bir adam. Annesiyse kocasıyla görücü usulüyle evlenmiş, dört duvar arasından başka dünya tanımayan bir kadın. Elif ise kendi deyimiyle “yaşamak isteyen” ancak babasının koyduğu kurallar içinde yaşamak zorunda kalan, arada bir en yakın arkadaşı Necla’nın düğün hazırlıklarını bahane ederek onunla AVM’ye gidip kahve içmek olan genç bir kız. Âşık olmak istiyor, tatile gitmek istiyor, okumak istiyor ama bunların hiçbirinin olamayacağını biliyor. Ailesinin evde kalmasından korkan Elif’in talibi çok. Sürekli görücü geliyor. Ama Elif gerçek aşkı tadıncaya kadar evlenmemeye kararlı. Gelen görücülerden kurtulmak için türlü delilikler yapıyor. Bunun için intihar bile ediyor ama neyse ki kurtuluyor.

Bir gün yengesine gitmek için evden çıktığında evlerinin önünde daha önce görmediği bir araba görüyor. Hayli yakışıklı genç bir adam, arabası bozulduğu için ne yapacağını bilemez bir halde arabasının etrafında dolaşıyor. Elif gençle göz göze geliyor ve onun ‘çimen gözleri’ne vuruluveriyor. Çimen Gözlü, telefonunun şarjının bittiğini, çekiciden yardım isteyeceğini söyleyerek Elif’in telefonunu alıyor ve çekiciyi arıyor. Böyle başlayan muhabbet kısa sürede aşka dönüşüyor. Çimen Gözlü Ferit de Elif’e tav oluyor. Yavaştan görüşmeye başlıyorlar ve mercimek de, fırın da ısınmaya başlıyor. Eski bir hırsız olan ancak artık yeni bir hayata başlayan Ferit bir gün işten atılınca geçmişini Elif’e anlatıyor. Elif herkesin yanlış yola sapabileceğini, önemli olanın oradan dönmesini bilmek olduğunu düşünerek Ferit’in geçmişini bir kalemde siliyor.

Bir gün Ferit işten kovuluyor ve sabıkalı geçmişi nedeniyle uzun süre iş bulamıyor. Ferit arabasını satıp onun parasını yerken, Elif de hayli ince bir plan yaparak babasının kendisi için bulduğu yeni damat adayıyla evleneceğini ailesine bildiriyor ve oğlanla görüşmeye başlıyor. Ferit durumu kıskanıyor. Ve sonunda Elif bunun ince bir plan olduğunu, amacının babasının ağzına kadar dolu olan kasasını patlatarak ikisinin kendilerini hiç kimselerin bulamayacağı bir yere kaçmak olduğunu anlatıyor. İş Ferit’in aklına yatıyor ve planı sağlama almak için bitirim arkadaşları Adnan ve Ferit’i de işin içine katıyor; artık dördü soygun gecesini beklemeye başlıyorlar.

Seda defteri okumayı bitirince biz de kitabın ikinci kısmına geçiyoruz diyebiliriz. Bundan sonra Cinayet Büro ekibinin ihtimalleri, en çok da Başkomiser Ziya’nın mottosu “Olasılık, olasılıktır”dan yola çıkarak her düşünce kırıntısını araştırması başlıyor. Ziya ve ekibi Elif’in defterindeki isimlerden yola çıkarak Elif ve tayfasıyla hiç alakası olmayan Mickey Mouse maskelilerin olaya dahil olma süreçlerini ve bu iki benzemezin yollarının nasıl kesiştiğini büyük bir titizlikle araştırıyor. Birçok kapı açılıyor, kapanıyor, suratlar ve bedenler yorgun düşüyor ve nihayet Başkomiser Ziya’nın olayın yaşandığı gün orada bulduğu ilk delil olan sigara sayesinde işler çözülmeye başlıyor. Sonra? Polisiyenin sonu elbette söylenmez…

Çıkmaz Sokak Çocukları’nın yüzeysel bir kurguya sahip olduğu düşünülebilir ancak bunu kötü anlamda kullanmıyorum, çünkü kitabın zorlama bir kurgusu yok. Gündüz kuşağı programlarında denk geldiğimiz, ana haber bültenlerinde artık âşina olduğumuz için bültenin sonunda kısa süreler içinde izlediğimiz, haber sitelerinin ajanslardan kopyala-yapıştırla aldığı ‘günün gelişmeleri’ni anlatıyor kitap. Karakteri değil, hikâyeyi ön planda tutması, karakterlerin doğal diyalogları da bunlara eklenince gerçeğe hayli yakın duran bir polisiye roman olarak okunmayı hak ediyor Çıkmaz Sokak Çocukları.