20 Haziran 2024

Bir Türkiye komedisi ve skandallar: 2016 öncesi arşiv “bütünüyle yok”, o güne kadar işlem yok ama suçlu olan mağdur

15 Temmuz darbesinden önce işkence ya da kötü muamele görmüşseniz, emniyetin herhangi bir uygulamasından şikâyetçi olmuşsanız artık bunu kanıtlama imkânınız kalmadı. Bu dijital çağda, sadece kâğıt arşiv tutulmuş ne hikmetse ve hiç iz bulunamamış…

Türkiye, kâğıt üzerinde şahane bir ülke…

Her türlü hak arama yolu mevcut.

Diyelim ki kötü muamele gördün… Savcılığa gidersin, takipsizlik verilirse idare mahkemesine… Orası olmazsa Adalet Bakanlığı’na… Ora da olmazsa Anayasa Mahkemesi’ne… Ombudsmana bile başvurma hakkın var. Hiçbiri olmadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne…

Bin tane yol, bin tane hak arama mekanizması…

Küçük bir ayrıntı, AİHM kararları pek uygulanmıyor, savcılıklar kamu görevlilerinin suçlanmasını pek sevmiyor, Adalet Bakanlığı savcılıkları incitmek istemiyor, Anayasa Mahkemesi de zaten kararlarını bile uygulatamıyor.

Geriye suçlanacak tek kişi kalıyor: Mağdur

***

2013’te, Ankara’daki Gezi eylemleri sırasında yaralanan bir kişi, savcılığa başvurdu. Başvurucu, 1 Haziran 2013’teki polis müdahalesi sırasında ölçüsüz bir şiddet kullanıldığını, gaz fişeklerinin hedef gözeterek ateşlendiğini, bu nedenle dizinden yaralandığını belirtti ve sağlık raporlarını savcılığa sundu.

Savcılık, Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne müzekkere yazarak kamera kayıtlarını, biber gazı ve gaz tüfeği kullanan personelin listesini istedi.

Ankara Emniyeti, eylemciler zarar verdiği için kamera kaydı olmadığını, MOBESE’lerin sadece 30 gün kayıt tuttuğunu, bölgedeki kameraların kaydının bulunmadığını bildirdi.

Alışıldık bir yanıt.

Savcılık, bunun üzerine teşhis işlemi yapılmasını ve polislerin bir biçimde belirlenmesini istedi ancak bu talep de karşılık bulmadı.

***

Ne hikmetse, savcılık, 15 Temmuz darbe girişiminden bir ay sonra, açık dosyayı hatırladı ve Ankara Emniyeti’ne yeniden yazdı.

Ankara Emniyeti’nden gelen yanıt daha dramatikti.

Emniyet, şu yanıtı verdi:

"15 Temmuz 2016 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) tarafından gerçekleştirilmek istenen darbe teşebbüsü sırasında Emniyet Müdürlüğüne uçaktan atılan bombanın ana su şebekesini patlatması sonrası arşivin tamamen su altında kalarak balçığa bulanmıştır. 2015 yılı ve öncesine ait arşiv kayıtları kullanılamaz hâle gelmiştir.”

Bu savunma şu anlama geliyor. 15 Temmuz darbesinden önce işkence ya da kötü muamele görmüşseniz, emniyetin herhangi bir uygulamasından şikâyetçi olmuşsanız artık bunu kanıtlama imkânınız kalmadı. Bu dijital çağda, sadece kâğıt arşiv tutulmuş ne hikmetse ve hiç iz bulunamamış…

Eski Ankara Emniyet Müdürlüğü binası, 15 Temmuz sonrası

Başsavcılık ve emniyet arasındaki, “suçluları bulun”, “bulamadık” şeklindeki yazışmalar, 2018 sonuna kadar devam etti. 2018 sonunda başsavcılık, dosyada “daimi arama” kararı verdi.

Bu karar aslında, “bulamıyoruz” ve “dosyayı zamanaşımına bırakacağız” demek. Başka bir anlamı yok.

2020’de, başvurucu, nafile bu işlemlerin yapıldığını belirterek, Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Soruşturmanın darbe öncesi savsaklandığı, darbe sonrası ise arşivin yok olduğu yanıtıyla yetinildiğini bildirdi.

Adalet Bakanlığı, bu başvuruyla ilgili bildirdiği görüşünde, başvurucunun etkisiz soruşturma başvurusunun süresinde yapılmadığını, bunu erken fark etmesi gerektiğini söyledi.

Aslında bakanlığın bu garip yanıtının örnekleri AİHM’de de var. Ancak AİHM, 10-15 yıl boyunca kendi başvurusunun akıbetini sormayanlara bunu yapıyor. Israrla yıllarca soranlara değil.

***

Anayasa Mahkemesi’nin artık bir hak ihlali kararı vermesini beklersiniz değil mi?

Belli ki soruşturma savsaklanmış, belli ki darbeden önce belli olan isimlerin bulunması için hiç işlem yapılmamış.

Belli ki darbeden sonra da arşiv bahanesine sığınılmış. Gezi ile ilgili açılan davalarda nedense yok olmayan arşiv, burada kullanılamaz hale gelmiş.

Öyle yapmadı Anayasa Mahkemesi, aynen şunu söyledi:

“Ankara Emniyet Müdürlüğünün 6/9/2016 tarihli yazısı sonrasında olayın gerçekleşme koşullarının ve fail ya da faillerin tespiti için esaslı hiçbir işlem yapılmamıştır. Buna rağmen şikâyetini yetkili makamlara iletmede veya soruşturmanın etkisizliğiyle ilgili bireysel başvuru yapmada güçlük çektiği yönünde herhangi bir iddiası bulunmayan başvurucu, bireysel başvuru yapmak için 30/10/2020 tarihine kadar beklemiştir. Oysa başvurucunun somut olayın koşullarında soruşturmanın etkisiz olduğunu en geç daimi arama kararının verildiği 27/11/2018 tarihinde fark ederek süresinde başvuru yapması gerekirdi. Bu nedenle 30/10/2020 tarihinde yapılan başvurunun süresi içinde yapılmış bir başvuru olarak kabul edilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır."

***

Anayasa Mahkemesi’ne göre başvurucu, sadece 1 yılı aşkın bir süre geçtikten sonra, “bunlar soruşturmayı savsaklıyor” diye başvurduğunda geç kalmış, kendi başvurusunu savsaklamış.

Bu ilk değil, örneklerini 12 Eylül başvuruları sırasında da gördük.

Bu ülkede, en kolayı mağduru suçlu çıkarmak. Şimdi emniyetle, savcılıkla arayı bozmaya gerek yok.

Karar bize birçok şey söylüyor.

15 Temmuz darbesinden önce bir mağduriyetiniz varsa, emniyetten bu konuda belge bulamayacağınızı.

Emniyetin bir dakikada saptayabileceği bir bilgiyi, canı istemiyorsa yıllarca sürüncemede bırakabileceğini.

Ve ne yaparsanız yapın, niyet yoksa, bir sonuç alamayacağınızı…

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. 

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Hafızasız, tel tel dökülen bir toplum, tadı kaçmış bir çete ve ölen bir tetikçi: Yalçın Özbey

Özbey 2009 yılında sessizce Türkiye’ye geldi, babasını ve annesini ziyaret etti. Ne büyük talih değil mi? Hem yaptıklarına rağmen suç ortakların Çatlılar gibi kahraman olarak anılacaksın hem yurtdışında olmadık suçlara karışacaksın hem huzurla memleketine döneceksin. Bir başka ülkede olsa Özbey’in ölümü üzerine dosyalar açılır, aydınlatılmamış, bugün işlenen cinayetlerin taşlarını döşeyen cinayetlerin neden cezasız bırakıldığı tartışılırdı

JİTEM ve Susurluk cinayetleri dosyaları birer birer böyle kapatılıyor: Sıra Yargıtay'da

İnsanlar öldürüldüler ve yargılanmadıkları, mahkûm olmadıkları suçlamalar isnat edilerek bu cinayetler meşrulaştırılmaya çalışıldı. Ülkesini seven insanlar, o ülkenin karanlık cinayetlerle anılmasını istemez. Ülkenin bir suç örgütüne teslim olmasına rıza göstermez. Ancak hepsi yaşandı ve nedensiz zenginleşmelerin açıklanamadığı bütün bu tarihsel dönemin ismi de "vatan için kurşun atmak" oldu

Tahir Elçi cinayeti dosyasındaki rezaletler, sola sızan ajanlar, gazeteci tehdit eden JİTEM'ciler

Elçi'nin PKK tarafından vurulduğu, polis tarafından vurulduğu, olay anında önlem almadığı ve talihsiz biçimde vurulduğu, seken kurşunla vuruldu, hedef alınarak vurulduğu gibi çok sayıda iddia var. Mühim olan bunlar da değil… Mühim olan çözme iradesinin olup olmaması… Elçi, itinayla hedef gösterildi ve garip bir biçimde öldürüldü