Gündem

6-7 Eylül’ün 68. yılı: On yılda binlerce Rum göçe zorlandı, İstanbul'un yerlileri ve belleği yok edildi

Nesiller boyu İstanbul'da olan Rumlar başta olmak üzere binlerce gayrimüslim, 1955 öncesi ve sonrasında anavatanları Türkiye’den sürgüne ve göçe zorlandı. Yaşananlar İstanbul’un da nüfusunu ve toplumsal/kültürel/tarihi belleğini derinden sarstı, nesiller geri dönüşü olmayan bir değişime zorlandı. İstanbul, binlerce yıllık belleğine veda etti, şehrin yerlileri eşyalarını toplayamadan doğdukları topraklardan ayrıldı. Bir zamanlar İstanbul’un en köklü dillerinden olan Rumca ise bugün artık çok az kalan Rum nüfusuyla yaşamaya çalışıyor

06 Eylül 2023 11:00

Cumhuriyet tarihine kara leke olarak geçen, etnik ve dinsel bir saldırı olan 6-7 Eylül Pogromu'nun üzerinden tam 68 yıl geçti. 1915 Ermeni Soykırımı ve 1923 mübadele dönemi sonrasında, özellikle 1942 Varlık Vergisi’yle İstanbul’daki gayrimüslimlere karşı artan yoğun baskı ve ayrımcılık, 1955’teki pogromla birlikte yükseldi; 1964 Rum Kararnamesi'ne kadar da etkisini sürdürdü. Binlerce gayrimüslimin anavatanı olan Türkiye’yi terk etmesine, birkaç neslin birden silinmesine ve bugün artık köklerinin yok edilmesine neden olan katliamlar, felaketler ve olaylar zinciri, Varlık Vergisi’nden sonraki 10 yıl içinde artan gayrimüslim nefreti ile pekişti. Varlık Vergisi’yle başlayan göç dalgası, 1955’ten sonra katmerlenerek devam etti.

İstanbul'daki Rumlar başta olmak üzere binlerce gayrimüslim yerli, on yıllar içinde Türkiye’den sürgüne ve göçe zorlandı. Bir zamanlar nüfusu milyonları bulan Rum yerlileri, 1923 tarihinde başlayan mübadele sonucu 1925 yılında yaklaşık 100 bine düşmüştü. 1964 Rum Karanamesi’nde mallarına ve mülklerine el konulan Yunan uyruklu 45 bin Rum ise sadece 10 gün içinde sürgün edildi. Bugün ise artık Rum nüfusu İstanbul’da bin 500’e kadar azaldı. “Kulüp” dizisiyle tekrar ya da belki de birçok kişi tarafından ilk kez duyulan, aslında bir zamanlar İstanbul'un şakıyan dillerinden olan Ladino gibi, bugün artık Rumca da kendi vatanında sessizliğe gömülmüş durumda.

Çizim: Aydan Çelik

1954’te Kıbrıslı Rumların, dönemin İngiliz sömürge yönetimine karşı bağımsızlık mücadelesi başlatması, Yunanistan’daki hükümetin Kıbrıs halklarının kendi kaderini tayin hakkı konusunu Birleşmiş Milletler (BM) gündemine taşıması ve Kıbrıslı Rumların, adanın Yunanistan’a bağlanması fikrinin adadaki Türk ve Rum halklarını karşı karşıya getirmesi… Hepsi ve daha fazlası Türkiye’nin gündemindeydi. Ve elbette Türk medyasının da...

TIKLAYIN - 6-7 Eylül'ün tanıklarının anlatıları: İstiklal Caddesi eşyadan bir metre yükselmişti

1928’de Vatandaş Türkçe Konuş kampanyasının yürütüldüğü, 1934’te “Trakya Olayları”nda Yahudilere yönelik saldırıların yaşandığı, daha sonra büyük bir Varlık Vergisi'nin dayatıldığı Türkiye'de, Türk medyası da bu olayların ya aktörü ya da piyonu haline gelmişti. Tıpkı 6-7 Eylül Pogromu gibi…

O manşet akşam baskısıyla 290 bin basıldı

Bu günlerde, önce 6 Eylül 1955’te saat 13.00’te devlet radyosu Atatürk’ün Selanik’teki evinde bomba patlatıldığı haberini geçti. Ardından, daha sonra Demokrat Parti’den milletvekili olacak Mithat Perin’in sahibi olduğu İstanbul Ekspres gazetesi, "Atamızın evi bombalandı" manşetiyle akşam baskısına çıktı. Baskıda, Kıbrıs Türktür Derneği Genel Sekreteri Kamil Önal, “Mukaddesata el uzatanlara bunu çok pahalıya ödeteceğiz, ödeteceğimizi alenen söylemekte de bir mahzur görmüyoruz” diyordu.

Bu baskı, gazetenin baskısının onlarca katına tekabül etti ve o akşam, 290 bin akşam baskısı yaptı. Bir anda, cemiyet mensuplarının başı çekti yüzlerce kişi önce Nişantaşı’na, ardından Beyoğlu’na yöneldi. Ellerinde sopalar, satırlar, taşlar ve silahlarla Taksim’e, oradan İstiklâl’e yönelen kalabalık artarak büyüdü ve İstanbul’un çeşitli noktalarına saldırdı.

Etnik ve dinsel, hatta cinsel saldırı yumağı

6-7 Eylül 1955’te İstanbul Beyoğlu’nda Rumların ev iş yerlerine yapılan saldırılar, Ermeni ve Yahudilerin de olduğu kapı komşularına, Şişli, Nişantaşı, Eminönü, Kurtuluş gibi diğer semtlerdeki ev ve işyerlerine, gayrimüslimlerin mezarlarına ve dini mekânlara kadar uzanarak pogrom halinde büyüdü.

Sadece 6-7 Eylül’de saldırıya uğrayan ve yağmalanan işyerlerinin yüzde 59’u Rumlara, yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si ise Yahudilere aitti. Resmi kaynaklara göre, 4 bin 214 ev, bin 4 işyeri, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ve 73 Rum Ortodoks kilisesi yakıldı, tahrip edildi. Dini mêkanlardaki kutsal eşyalar talan edildi. Hâlâ netleştirilemese de en az 15 kişi hayatını kaybetti. Yalnızca maddi zarar değil, cinayetler ve kayıtlara geçmese de tanıkların anlatımına göre, gayrimüslim kadınlara yönelen cinsel saldırılarla da bir kara leke olarak tarihe geçti.

İstanbul’un yok edilen yerli nüfusu

Bu yaşananlar, öncesi ve sonrasında birkaç nesli de içine alarak İstanbul’un da nüfusunu ve toplumsal/kültürel/tarihi belleğini derinden sarstı, geri dönüşü olmayan bir değişime zorladı.

Bu değişim, yine tıpkı Varlık Vergisi’nden sonra ortaya çıkan sermaye değişimini de etkiledi.

Gayrimüslimlerin zaten ağır vergilerin ardından toparlayamadığı ve son saldırıların ardından uğradıkları etnik ve dinsel zararın boyutu düşünülünce, hem göç hem de bu maddi zarar, sermayedeki değişimin derinleşmesine de neden oldu.

TIKLAYIN - 6-7 Eylül'ün üzerinden 63 yıl geçti; dönemin tanıkları anlatıyor: Adnan bu muydu yapacağın!

Yok parasına satılan mülkler

Nesiller boyu Türkiye’de yaşamış olan gayrimüslim yerliler, yaşananların ardından evlerini ve anavatanlarını terk etmek zorunda kalınca, birçok mülk ve mal da yok fiyatına elden çıkarıldı.

Maddi hasarın, o günün değerine göre 150 milyon ila 1 milyar Türk lirası olduğu düşünülürken, dönemin hükümeti Demokrat Parti, zararı tespit edilenlere sadece toplam 60 milyon Türk lirası tazminat ödedi.

Rum Kararnamesi'yle sürgün edilenler

Göçlerden sonra Rumlara ait mülklerin bir kısmı vakıflara verildi. Büyük bir çoğunluğu ise Türk sermayedarlar ya da kurumlarca alındı.

1964 Kararnamesi, 45 bin Rum’un 10 gün içinde sürgün edilmesi: Yanlarına 20 kilodan fazla yük almaları yasak

Kıbrıs’ta 1960’tan itibaren yükselen Türk ve Rum kesimi arasındaki çatışma ve anlaşmazlıklar, Yunanistan’daki havayı ve Türkiye’deki Rumları derinden etkiledi. Türkiye, Yunanistan ile 1930 yılında imzalanan kamet, Ticaret ve Seyr-i Sefain Mukavelenamesi’ni 16 Mart 1964 tarihinde feshetti.

Böylece, Yunanistan pasaportu olan 13 bin Türkiye vatandaşı Rum hakkında, gizli bir kararname ile sürgün kararı çıkartıldı. Ülkeyi terk etmek için 48 saat ile 10 gün arasında süre verilen Rum vatandaşların yanlarında 20 kilodan fazla yük ve 20 dolardan fazla para almaları yasaklandı. Banka hesapları bloke edildi, gayrimenkullerine el konuldu. Yunan uyruklu Rumların gayrimenkulleri üzerinden doğan hasılatlar, Merkez Bankası tarafından bloke edildi.

Hakkında sınır dışı edilme kararı çıkartılan 13 bin kişinin eşleri, çocukları, akrabaları da bu zorunlu göçe dahil olunca nerdeyse 45 bin Rum ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

Sonuç olarak, İstanbul’da, özellikle İstiklal Caddesi’nde Varlık Vergisi’nden sonra gayrimüslimlere ait onlarca taşınmaz mülk bir kez daha el değiştirdi.

"Türkiye yeni bir döneme girecek, gayrimüslimler de buna ayak uyduracak"

İlk sezonuyla adından hayli söz ettiren, Varlık Vergisi nedeniyle ailesinin Aşkale kampında yok olduğu Yahudi bir kadın ile kızının hikâyesini anlatan ve 6 Eylül 1955 gecesiyle sezon finali yapan Netflix’teki Kulüp dizinde, bir sahne de aslında tüm bu değişimi özetliyordu.

Kulüp işletmesinin patronu Orhan’la, “İstanbul’un gece hayatını artık Türk müteşebbislerce yeniden inşa etmek” üzerine gelişen diyalog, Orhan’a verilecek ödülün tek şarta bağlı olduğuyla devam ediyordu: Kulüp’te çalıştırılan gayrimüslimleri işten çıkarmak…

Orhan, bu şartı, gönülden bağlı bir şekilde işletmecisi Çelebi’ye açarken şöyle diyordu: “Türkiye yeni bir döneme girecek, her şey değişecek, gayrimüslimler de buna ayak uyduracak.”

Orhan, Niko, Lefter ve “temizlenen” kimlikler

Sonuç olarak, Varlık Vergisi ile başlayıp 1955’le devam eden ve 1964’te nihayete eren bu zincirde, Kulüp gibi yüzlerce, binlerce mekân, dükkan, sanat ve zanaât atölyeleri Rum, Ermeni ve Yahudi ustalar ile sahiplerinden “temizlenmişti.” Değişim, sadece mülkle de değildi. Aynı zamanda hayatta kalmak için Türk müteşebbisliğe “gönül vermiş” Orhan’ın da gerçekte, kimliğini gizlemek zorunda kalan Niko olması gibi…

6-7 Eylül’ün nasıl derin bir iz bıraktığı, Türkiye futbolunun efsane isimlerinden Rum olan Lefter Küçükandonyadis’in bizzat yaşadığı anısında da beliriyor:

“15 gün önce gol attığımda omuzlardaydım. O gün ise kayalar ve boya tenekeleri ile karşılaştım. En kötüsü harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. Kızlarım küçüktü, onları öldürmeye kalktılar. Sonra çok sordular kim yaptı diye, ama o gün de söylemedim, bugün de söylemeyeceğim.”