18 Ocak 2015

Bir çiçek, lale, nasıl olur da bir tarihe ışık tutar?

Levni'den Mesnevi'ye, Cemal Süreyya'dan Renoir'a, Mattesse'den Monet'ye, Gülriz'den Mor Yusufi'ye, Füruzende'den Mir'at'a lale...

“Nefis cehennemin söndükten sonra ne dikersen biter...
Laleler, ak güller, marsamalar...”

“Lalenin içindeki dıştan görünmeyen siyah, tasavvufta karasevda olarak yorumlanır. Taç yapraklarının yukarıya doğru duruşuyla bir dervişin dua edişindeki edanın birbirini andırması, bu özel çiçeğin inanç boyutunu anlatır.”

“Her dalından sadece bir çiçeğin çıkması Tanrı’nın birliğini simgeler.”

Geçen hafta Perşembe günü İz TV’de “İstanbul’un Simgesi Lale” adlı bir program izledim. Baharı erkenden hissettim. Çok güzeldi. İz TV’yi kutlamak istedim. İnternet sitesindeki “info” ile başlayan email adresine bir mesaj gönderdim. Ertesi gün nazik bir cevap ekinde istediğim program metni geldi. Çok sevindim.  

İz TV’ye, o güzel görüntüleri çekip bir araya getirenlere, metin yazarı Nazmiye Şeralioğlu’na, programa hem varlığıyla, hem de çalışmalarıyla ilham ve katkı veren değerli sanat tarihçimiz Prof. Dr. Gül İrepoğlu’na çok teşekkür etmek isterim. Kendileri, “Gölgemi Bıraktım Lale Bahçelerinde” (Doğan Kitapçılık; İstanbul, 2007), “Lâle - Doğada, Tarihte, Sanatta” (Yapı Kredi Yayınları; Ocak 2013) adlı kitapların ve daha bir dizi eserin yazarı ve editörüdür...

Metni sizlerle paylaşmadan önce, programı mutlaka izlemenizi öneririm. Belki tekrar yayınlarlar. Olmadı internet sitesinden izlersiniz.

“Metin Yazarı – Nazmiye Şeralioğlu

İSTANBUL’UN SİMGESİ ‘LÂLE’

Bir şehrin simgesi ne olabilir?

Galata'dan yükselip tüm şehri kucaklayan Galata Kulesi... Denizden ona göz kırpan, efsaneleri dilden dile yayılan Kız Kulesi... Bizans mimarisinin muhteşem temsilcisi, dünya kültür mirası Ayasofya...  Osmanlı İmparatorluğu'nun görkemini yansıtan, tüm sırlarını saklayan Topkapı Sarayı... Kanuni Sultan Süleyman'ın İstanbul'a hediyesi, Mimar Sinan'ın baş eseri, Süleymaniye Camii... Şehrin en önemli turistik noktalarından, İstanbul'un en değerli mücevherlerinin sergilendiği Sultanahmet Meydanı... Şehri, ikiye ayıran güzelim Boğaziçi... İki kıtayı birbirine bağlayan,  asma köprüler... Şehrin masmavi sularında süzülen vapurlar...

Ya da naifliğiyle göz kamaştıran bir Çiçek.

Yüzyıllardır anlamını, endamını, masumiyetini koruyan, şehrin tarihiyle birlikte yeşerip büyüyen, gönüllere girip iz bırakan Lale, İstanbul'u anlatıyor.  

Lale, gökkubeye uzanan biçimi ve benzersiz renkleriyle yalnızca şehri değil, köklü bir kültürü simgeliyor.

LÂLE’NİN İZLEDİĞİ YOL

Bir çiçek nasıl olur da, bir tarihe ışık tutar? Sorunun yanıtı, serüvenin başlangıcı, yüzyıllar öncesine uzanır.

Lalenin ilk olarak Orta Asya'daki Pamir Dağları'nda görüldüğü varsayılır. O, en çok dağları sever... Kayalıklarda, kurak yamaçlarda görülür. Akdeniz'in kuzey kıyıları, Japonya, İran gibi pek çok bölgede de yabani lalelerin bittiği bilinir. İlk yayıldığı rota ise Transkafkasya bölgesinden Anadolu'yu takip eder. Büyük İpek Yolu'yla ticari mallar taşınırken, lale de bunlar arasındadır.

Lale, Türklerin Orta Asya’da izledikleri uzun yolda onlara yoldaş olur. Orta Asya’dan çıkarak Anadolu topraklarına yerleşir ve buradan Avrupa’ya yayılır. Selçuklu Dönemi'nden itibaren Türkler için bambaşka bir yer edinir. İran Selçukluları'nın ve Büyük Selçukluların sanat eserlerinde, 12. yüzyıldan itibaren lale motiflerine rastlanır.

Lale, çıktığı yolculuklarda, her koşula uyum sağlayarak var olmayı hep başardı. İçten gelen gücü onu yaşattı.

İSTANBUL'UN FETHİ

Tıpkı lale gibi, ebru sanatı da, İran üzerinden Anadolu’ya ulaştı. Ve Lale, Osmanlının elinde suya çizilen “ebru” oldu. Her yansımasında bambaşka bir ruhla doldu. Suyla boyanın raksı, her defasında farklı dünyaları anlattı. Suyun rüyası, laleler açtı. Lale, binbir renk, binbir güzellik kattı ulaştığı her yere.

İstanbul'un fethiyle birlikte, şehre gelen lale, İstanbullu oldu. İstanbul'u sevdi, bu topraklarda büyüdü, İstanbul'un çiçeği oldu. Roma, Bizans, Latin ve Osmanlı İmparatorluklarına başkentlik yapan, yerleşim tarihi 300 bin yıl öncesine kadar uzanan İstanbul, fetihten sonra, Fatih Sultan Mehmet'in emriyle yeniden düzenlendi. Bahçeler lalelerle süslendi.

LÂLE’NİN ANLAMI

Lale, sözcük olarak Türkçeye Farsçadan geçmiş. Bir değerli taş olan 'lal'e de gönderme yaparak 'kırmızı' anlamında kullanılmış. Bir ismi de 'gül-i ateş-reng', yani ateş renginde gülü anlatıyor.

Kırmızı lale, birbirinden farklı anlamlar taşır. Bir ülkü uğruna savaşan askerlerin kanları da, dökülen aşk gözyaşları da hep kırmızı laleler yeşertir topraktan...

Adem Peygamber'in cennetten çıkarılıp yeryüzüne gönderildiğinde çok ağladığı ve kanlı gözyaşlarından yerde laleler bittiği söylenir...

Lale, Batı dillerinde, Tulip, Tulipe, Tulpe gibi birbirine benzer isimlerle anılır.

Bu isimlerin kaynağı konusunda en yaygın görüş, Kanuni Sultan Süleyman Dönemi'ne uzanıyor.

Bu dönemde İstanbul'da bulunan Avusturya elçisi Busbecq, notlarında, Türklerin bu bitkiye 'tulipan' dediklerini belirtiyor. Sözcüğün, sarık anlamındaki 'türban'dan ya da kavuğa sarılan kumaş olan 'tülbent' sözcüğünden geldiği kanısı yaygın.

Busbecq'in İstanbul'dan Avrupa'ya götürdüğü bitkiler arasında, lale soğanlarının da olduğu biliniyor. Busbecq, hatıratında, hayatında ilk defa karşılaştığı bu çiçeğin, Edirne ile İstanbul arasındaki tarlalarda yetiştirildiğini, 1554 ilkbaharında, bu yoldan geçerken gördüğünü yazıyor.

O günden bugüne, aradan yüzyıllar geçti. Lale, çağlar boyu farklı türleriyle gören herkesi büyülemeye devam etti.

OSMANLI'DA LÂLE

Bugün Türkiye'de Lalenin 15 türünün varlığı saptanmış durumda. Bunların içindeki 3 tür sadece bulunduğu yere özgü. Lale soğanlarının dikimi, türlerine bağlı olarak eylül ile kasım ayları arasında yapılıyor. Çiçeklenme zamanı da, yine türüne göre şubat ve mayıs ayları arasında gerçekleşiyor. Üretilen yeni melez türlerde, yeni renk tonları, yeni formlar ve farklı çiçek periyotları aranıyor. Lale soğanları, soğanın boyunun iki katı derinliğe ekiliyor.

Tarihe dönüp bakılacak olursa, Lale üretimi üzerine ilk çalışmaların, Osmanlı Dönemi’nde başladığı görülür... Lalenin ıslah edilerek çeşitlendirilen bir çiçek haline gelmesi, ilk olarak Osmanlı Başkentinde, İstanbul'da gerçekleşir...

Kanuni Sultan Süleyman'ın şeyhülislamı Ebussuud Efendi, dönemin incelen zevklerinin göstergelerinden olan çiçekseverlerden biridir. Lale soğanı üzerinde uğraş verir, seçme ve melezleme çalışmaları yapar. İlerleyen zamanlarda Lale seyrinin zevki tüm gönülleri sarar.

Lale-i Rumi denilen Osmanlı Lalesi, İstanbul Lalesi sahnedeki yerini alır. Lalenin türleri çoğalacak ve lale, sanatın her alanına yansıyacaktır. İhtişam göstergesi Topkapı Sarayı'nın bahçeleri laleyle donatılır. Lale, bahçelerin sultanı olur. Lale bahçeleri, “lalezarlar” ise, saray ve konakların en gözde yerleri haline gelir...

LÂLE AVRUPA YOLUNDA

Osmanlı topraklarında yaygın olarak görülen lale, bu dönemde Avrupa yolculuğuna çıkar. Lalenin Avrupa'ya yolculuğu, ilk olarak elçi Busbecq aracılığıyla olur. Busbecq, lale soğanlarını Avusturya botanikçisi Carolus Clusius'a gönderir. Viyana Botanik Bahçesi direktörlüğü yapan Clusius, bütün Avrupa'yı dolaşır. Bu sırada, İstanbul'dan birçok soğanlı bitki temin eder. 1593 yılında Hollanda Leiden Üniversitesi botanik bahçesi müdürü olduğunda, beraberinde getirdiği soğanlı bitkiler de burada yerini alır. Clusius, laleyi Hollanda'da etkin biçimde yetiştirir ve çeşitlendirir. Hatta Laleyi Avrupa'da ilk yetiştiren kişi olarak bilinir.

Hollanda'ya giden lale soğanlarından, melezleme yoluyla yeni türler elde edilir. Öyle ki Lale daha sonraları, Osmanlı Devleti'ne Hollanda'dan getirilmeye başlanacaktır. Avrupa'da “lale çılgınlığı”nın yaşandığı dönemde, dönemin resimlerinde laleye sıkça rastlanır. Laleler, natürmortların vazgeçilmezlerindendir...

SANAT VE LÂLE

Sanatın her dalında heyecan verici gelişmelerin yaşandığı 16.yüzyıl İstanbul'u, lale için de bir dönüm noktası...

Bu dönem, gülün yanısıra lalenin de güzellik ve aşk simgesine dönüşme zamanıdır. Lale için yazılan şiir ve nesirler, 'Lalename' denilen risalelerde toplanır.

17.yüzyıla gelindiğinde, lale artık en sevilen çiçeklerden biridir… Ne ellerden düşer ne dillerden...   Lalenin birbirinden farklı pek çok çeşidi üretilmeye başlanır. Sultan IV.Mehmet zamanında, bir 'çiçek akademisi' kurulur.

Padişahların eğlence meclislerinin betimlendiği 16. ve 17.yüzyıl minyatürlerinde vazolar içindeki laleler dikkat çeker. Sonraki yüzyılda da lale, iç mekanlarda, laledanların içinde endam eder. Osmanlı laledanları, her birine bir tek lale konmak üzere tasarlanır.

İç mekanlardaki kullanımının yanısıra, lale, tarih boyunca farklı zamanlarda, farklı alanlarda da yer bulmuş kendine.

Laleli at alın zırhları, bu törensel savaş gerecinin bezemesinde en sık kullanılan çiçek olarak dikkat çekiyor. İstanbul'daki Harbiye Askeri Müzesi'nde sergilenen at alın zırhları, yapıldığı çağdan yüzyıllar sonra bile tasarımıyla büyülüyor. Motifin bahar dallarıyla birlikte oluşturduğu yalın kompozisyon, kendine hayranlık uyandırıcı.

O, dünden bugüne girdiği her yerde ışık saçmaya devam ediyor...

Topkapı Sarayı, İstanbul'da lale motiflerinin en güzel örneklerinin yer aldığı mekanlardan biri. Topkapı Sarayı'ndaki İftariye Kameriyesi ise, padişahın yaz iftarlarında kullanılan, zaman zaman mehtabın seyredildiği, İstanbul'a tepeden bakan bir mücevher konumundaki özel bir balkon. Balkonun sivri uçlu bakır üzerine yerleştirilen kubbesi, tepesindeki zarif lale biçimli alemle taçlanıyor.

Osmanlı sanatında, minyatür adı verilen kitap resimlerinin büyük öneme sahip olduğu bilinir. Minyatürlerde lalenin izi sürüldüğünde, çiçeğin kimi zaman padişahın meclisinde billur vazolarda yer bulduğu, kimi zaman da, uzaklardaki bir menzilin dağlarında, ovalarında bittiği görülür...

Lale motifli padişah kaftanlarıysa, dokuma sanatının ve çiçek sevgisinin en mükemmel örnekleri niteliğinde.

Çelebi Sultan Mehmed'in 16.yüzyılda yapılan bir portresinde, hükümdarın üzerinde göz alıcı desenli bir kaftanla oturduğu görülüyor.

Osmanlı Sarayı için üretilen İtalyan kumaşlarında, lale motifleri göze çarpıyor. Kanuni Sultan Süleyman'a ait olan iri kırmızı lalelerle donatılmış tören kaftanı, bu İtalyan kumaşlarının en önemli örnekleri arasında.

Kumaş ve kaftanların yanısıra, Osmanlı mücevher tasarımındaki farklı alanlarda da, lale motifi sıkça kullanılmış.

Osmanlı'da halkın ve saray çevresinin, lale çiçeğine karşı beslediği sevgi, Lale Devri ile zirveye çıkar. Osmanlı Devleti'nin Pasarofça Antlaşması'yla girdiği barış dönemi, ‘Lale Devri’ adıyla yaşanır. Bu dönemde, III.Ahmet, laleye düşkünlüğüyle bilinir.

III.Ahmet’in Harem’de kendisine Has Oda olarak yaptırdığı mekan, bezemelerindeki betimlemeleri nedeniyle ‘Yemiş Odası’ olarak anılır.

Laleye tutkuyla bağlanan padişah, lale şenlikleri düzenlenmesini ister. Sadrazam Damat İbrahim Paşa'nın düzenlediği şenlikler, her yıl sabırsızlıkla beklenir hale gelir.

III. Ahmet ve Damat İbrahim Paşa döneminde, her alanda yenilikler görülür. Bu dönemde, su yapıları hem artış hem de farklılık gösterir. Dönem mimarisini simgeleyen unsurların başında meydan çeşmeleri gelir. Her yönüyle İstanbul'a damgasını vurmuş bir hükümdarın adını yaşatan, III.Ahmed Çeşmesi de, bu dönemden günümüze miras...

Lale Devri'nde, yalnızca İstanbul'un çehresi değil, nakkaş fırçasında betimlenen resimler de değişir. Lale Devri'nin ünlü nakkaşı Levni'nin fırçasından çıkan resimlerde, güzeller ellerinde lale tutar, başlarına lale takarlar.

Bu dönemde basılan Lale mecmuasında, laleler, incelikle betimlenir... Gülriz'den Mor Yusufi'ye, Füruzende'den Mir'at'a, çeşit çeşit lale, bir olur dile gelir...

Muhibbi Divanı'nda ve Gaznevi Albümü'nde, yine lale motifli ayrıntılar göze çarpar.

Batı Kültürü için, son derece önemli olan 18.yüzyıl, Osmanlı Kültürü için de yönlendirici ve yenileyici olur. Lale Devri, bu yenilenmenin başlangıcını işaret eder... Lale, Osmanlıların “güzele” ve sanata verdiği önemin sembolü olarak tarihe adını yazar.

Lale Devri'nde görülen, sanat alanında lalenin bu işlenme ve kullanılma hali, aslında Selçuklu Dönemine dek uzanıyor... 8 köşeli yıldız çini, lalenin 12. Ve 13.yüzyıllar Anadolusu'ndaki öyküsünü anlatıyor.

Selçuklu sarayları içinde en çeşitli çinilere, Kubadabad Büyük Saray kazılarında rastlanır. Buradan çıkan, turkuaz üzerine siyah desenli çini kemer parçası, bize yine laleleri gösterir. Laleler, burada naturalist  işlenmiş bir kuş figürü ile birarada yer alıyor.

Osmanlı döneminde sanatın hemen her alanında olduğu gibi Lale, çinilerde de sıklıkla görülür. Osmanlı klasik dönemindeki çiçek üslubunun en parlak örneklerinin verildiği alanların başında İznik çinileri gelir. Beyaz zemindeki lacivertlerle, firuzelerle, mercan kırmızıları ve zümrüt yeşilleriyle rastlanır laleye...

Mimar Sinan'ın 1557 yılında tamamladığı Süleymaniye Külliyesi'nde stilize motifli çinilerin yanısıra, laleli naturalist çinileri eksik etmediği görülür. Laleler, hem mihrabın üzerine uzanan hem de Hürrem Sultan'ın türbesini bezeyen bahar dallarının dibinde biter. Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesindeyse laleler, tüm sevilen motiflerin, tüm sevilen renklerin birarada sergilendiği, dönemin beğenisini yaşatan çini panoların çerçevesi olarak çıkar karşımıza...

Mimari bahçeleri oluşturan çinilere, sonsuz bir bahar hakimdir. Lale, bu baharı yaşatan en gözde çiçeklerden biridir...

Osmanlı'nın laleye verdiği önemde, dinsel boyut oldukça önemli paya sahip. Farsça bir sözcük olan lale, orjinal yazılışıyla yani Arapça harflerle yazıldığında Allah kelimesindeki bütün harfleri kapsar. Lalenin camii süslemelerinde sıklıkla görülme nedeni esas olarak burada yatar.

Arap harfleriyle yazılan lale, tersten okunduğunda “hilal” kelimesi ortaya çıkıyor. Bu ise, aks-ı lale, yani lalenin yansıması olarak tanımlanıyor.

Edirne Selimiye Camii'ndeki müezzinler mahfelinin ayaklarından birindeki ters lale kabartması, taş lale işlemelerinin en ünlülerinden. Mimar Sinan'ın şaheseri Selimiye Camii'nde mermere işlenmiş olan ters lale, “Allah'ı terk ederseniz batarsınız”, “Hilali düşürürseniz batarsınız” gibi farklı yorumlara neden olur.

O, saflığın ve güzelin simgesi... Denizli Akköy’deki ahşap vaaz kürsüsünü bezeyen laleler, en özel lale betimlemeleri arasında... Kırmızının, yeşil ve maviyle uyumu, renklerin bezemelerle bütünlüğü dikkat çekici... Ve tabii Lale, burada da yine başrolde...

Lale motifinin camii içerisindeki bir başka kullanımını, Denizli'deki Belenardıç Köyü Camii'nde görmek mümkün. Lale, girdiği her yerde, dokunduğu her gönülde zenginlik kaynağı olarak çıkıyor karşımıza...

Ahşap bezemelerdeki lale örneklerinden biri de, 17.yüzyılın ikinci yarısına ait, saltanat kayığında yer alıyor. Kayığın kubbesini bezeyen sedef çiçekler arasında laleler önem taşıyor. İstanbul Deniz Müzesi'nde sergilenen kayık, dönem dönem yapılan restorasyon çalışmaları sayesinde özenle korunarak bugüne ulaşmış... Üzerindeki göz kamaştıran lale motifleri, ince ve özenli bir işçiliğin ürünü.  

Lale, ahşap zeminlerin yanısıra, taş ve mermerde de göze çarpar. Taş lale örneklerinin en yaygın olarak kullanımına, mezar taşlarında rastlanır...

Mezar taşları üzerindeki her bir çiçek, kendi lisanında sözler söyler. Beş yapraklı lale, duaya açılan eller gibi resmedilir.

Şehir yaşamının günlük koşturmacası... her gün sürüp giden rutin döngü... çoğu zaman mekanik bir hal alıyor... Oysa, bir an durup da, şehrin sunduğu güzellikleri fark etmek, insana bambaşka bir dünya sunuyor.

Her biri farklı duyguları anlatan renkleri ve kusursuz güzelliğiyle yaşama aşk katan Lale, sözlü geleneğin de zenginlik kaynağı. O, Doğu kültürlerinde ve mitolojilerinde dilden dile anlatılmış bugüne dek.

Lale, Ferhad ile Şirin'in dillere destan aşkına tanıklık etmiş... Aşkı uğruna ölen Ferhad'ın toprağa akan her bir kan damlasının yerinde laleler bitmiş... Aradan asırlar geçmiş olsa da, Lale, o ölümsüz aşkın simgesi olarak varlığını koruyor...

LÂLE VE ŞİİR/EDEBİYAT

Avrupalı yazarlar ilk dönemlerde laleyi tanımadıklarından, bu çiçeği bir çeşit zambak olarak kabul etmişler. Kırmızı Zambak, Nergis Zambağı gibi isimler kullanmışlar.

Türklerin Anadolu'ya girişinden itibaren, sanatın birçok dalında yer alan lale, bilinen o ki, 13.yüzyılda da Anadolu'da bilinen, sevilen bir çiçek olmuş... “Nefis cehennemin söndükten sonra ne dikersen biter... Laleler, ak güller, marsamalar...”

Şiirde laleye ilk olarak Mevlana'nın rubailerinde rastlanır. Bu dizeler, lalenin gülle yanyana anılmasını o tarihlere kadar geri götürür ve lale bahçelerinin varlığını gösterir... Mevlana, Mesnevi'de Ondan söz eder, Onun güzelliğini vurgular...

Lalenin içindeki, dıştan görünmeyen siyah, tasavvufta karasevda olarak yorumlanır. Taç yapraklarının yukarıya doğru duruşuyla bir dervişin dua edişindeki edanın birbirini andırması, bu özel çiçeğin inanç boyutunu anlatır.

Lalenin ilk olarak yetiştiği topraklar tartışılsa da, şiirler hep Doğu'ya atıfta bulunur. Bu ateşli çiçek, güzelliğin sembolü olur.

Fatih Sultan Mehmet de Avni mahlasını kullanarak yazdığı şiirlerde, laleye ve lale bahçelerine göndermeler yapar.

Lale Devri'nin Divan Şiirlerinde, gazellerin, şarkıların vazgeçilmezi yine laledir. Sevgilinin yanağı ve âşığın gözyaşları lâleden daha kırmızıdır.

Halk şiirinde de, lale sıkça yer bulur kendine. Karacaoğlan'ın 17.yüzyıl Anadolu yaşantısını tüm canlılığıyla yansıtan koşmalarında, lale baharı getirir. Halk şairi Karacoğlan, lalenin bir dağ çiçeği olduğunu anlatır:

“Der ki Karac'oğlan, her gün ağlarım

Eski dert üstüne dertler bağlarım

Başı al laleli yüce dağlarım

Çıkıp edemedim seyr, bahar kelli”

“Kaşların göz ile ediyor cengi

Söyleşir yavrılar, koçyiğit dengi

Çiçekte, meyvede yoktur menendi

Laleden kırmızı, gülden ziyade”

Lale, türlü çeşit halleriyle şairleri esinlendirir. İstanbul aşığı Yahya Kemal, laleye gülle birlikte derin anlamlar yükler:

'Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!

Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül'...

Şiirlere konu olan laleler, zaman içinde farklı isimler edinirler kendilerine. Lale Devri'nin lale tutkunları baharın başında Kağıthane'nin zümrüt çayırlarında, Sadabad'da açılan ilk laleye 'Merhaba' ismini verirler.

Laleler, semtlere, binalara, köylere de isim verir. Bugün İstanbul'un ünlü semtlerinden Laleli, bir görüşe göre adını 18.yüzyılda orada bulunan Laleli Çeşme'den alır. Yine buradaki Laleli Camii ismi de, III.Mustafa döneminde kerametiyle ün salan Laleli Baba'dan gelir.

Cemal Süreya'nın Üvercinka'sında, 1950'lerin İstanbul'u ile birlikte “Laleliden dünyaya doğru giden bir tramvay” geçip gider...

Lale, tarih boyunca şairlerin yanısıra ressamlar için de vazgeçilmez bir esin kaynağı olmuş... Avrupalı ressamların tuvallerine yansımış.

19.yüzyıl sonu ve 20.yüzyıl başının çığır açan ressamı, empresyonist Claude Monet'nin laleleri, uçsuz bucaksız bir renk paletinde yerini alır.

Renoir ve Matisse, pek çok resminde laleleri tuvaline taşır. 20. yüzyılın dahisi Pablo Picasso da, tuvallerinde laleyi betimler.

Sanattaki görünümünden günlük yaşamda kullanımına, tarih boyunca laleye yüklenen anlamlar, tıpkı her lalenin biricikliği gibi sonsuza uzanıyor..

Kış bitip de, laleler açtığında, parklarda, bahçelerde seyrine doyumsuz manzaralar yeşeriyor. Tarihin ışığı, İstanbul'un sembolü lale, bugün şehre geri dönüyor... Geçmişte olduğu gibi gelirken yine baharı müjdeliyor... Çiçekçi dükkanlarının vitrinleri, çiçek pazarları, parklar, bahçeler laleyle donanıyor yeniden... Şehir, enerjisini kökleri yüzyıllara yayılan laleden alıyor. Bir çiçek, dünden bugüne İstanbul’u anlatıyor... İstanbul, laleyle hayat buluyor.”

İyi pazarlar...

 

Yazarın Diğer Yazıları

2015 ve T24’e veda yazısı

2016; insanlığa, ülkemize, T24 okuruna, yazarına, çalışanına ve T24’e şans getirsin

ABD 14 yıldır terörle savaşıyor, sonuç: Terör saldırıları yüzde 6 bin 500 arttı!

“ABD işgalinden önce Irak’ta hiç intihar saldırısı olması ama, 2003 yılından bu yana 1892 intihar saldırısı oldu"

Rusya, Batı’nın yaptırımlarına daha ne kadar dayanabilecek?

Gazprom biterse Putin biter. Sonra sıra Çin’e gelir. Çin karışırsa dünyayı dolarsızlaştırma ittifakı, yani BRICS tamamen biter

"
"