Üniversiteye hazırlık kurslarında her yıl üstüne basa basa anlatılan bir konu vardı; havuz problemleri. Her üniversiteye giriş sınavında çıkan bir konu idi. Hâlâ var mı bilmiyorum. Ama Ankara’da ekonomiyi idare etmeyen çalışan ekibin böyle bir problemi var.
Havuz problemlerinde çözülmesi beklenen öz şuydu; birkaç musluk havuzu saatlik akışları farklı biçimde suyla doldururken, bir ya da birkaç musluk farklı akışla suyu boşaltmaktadır. Havuzun kaç saatte dolacağının hesaplanması istenir.
Bugünlerde ekonomi yönetiminde bunun çok kötü bir örneği sergileniyor.
Faizi enflasyonun altına çekip, kuru patlatıp enflasyonun da patlamasına yol açıyorsunuz. Önce kurun patlamasının ihracatı arttıracağı ve ileride döviz bolluğu olup kuru düşüreceği hayali ile yaşarken, kur daha da patlıyor. Bu, ülkenin tüm bireyleri ve şirketleri için dayanılmaz bir seviyeye ve hale gelince, bu defa dövize endeksli mevduat hesabı ‘icat edip’, buna tüm vatandaşların vergisine dayanarak garanti verdiğinizi ilan ediyorsunuz. Aynı zamanda, “bu çok başarılı oldu” denilsin diye, ilan edilen saatlerde paralel biçimde Merkez Bankası’nın ‘arka kapısından’ kuvvetli bir döviz satışı yaptırıyorsunuz. Kur geriliyor haliyle. Kısmen de potansiyel döviz alıcılarını bu garantili hesaplara çektiğiniz için biraz talebin önünü kesiyorsunuz.
Peki ‘havuz problemi’ nasıl seyrediyor?
Bunun sürdürülebilir olmadığını görerek, ki zira ‘havuzu boşaltan musluk’ döviz talebi devam ediyor. Kaybı yavaşlatmak için konulan zorunlu döviz devirleri ile “ihracatçı dövizinin yüzde 25’ini Merkez Bankası’na getirip satacak” kuralı bile yetmiyor.
Çünkü bir taraftan gelen dövizleri arka kapıdan satmaya devam ederken, ‘devri daim makinası’ çalışıyor; döviz alımları devam ediyor. Cari açık büyüyor.
Havuzun suyu dolsun diye, kurallar kurallar üstüne koyuyorsunuz; her sabah Resmî Gazete’de yeni bir ‘kural değişikliğini’ ilan ediyorsunuz. Maç devam ederken, durmadan kural değiştiriyorsunuz.
Başka bir kuralı da bankalar üzerine koyuyorsunuz; döviz hesapları bozulup Kur Korumalı Mevduat büyüklüğü artmazsa ilave ceza ödeteceğim diyorsunuz. Döviz hesapları kimin? Vatandaşın, şirketlerin, kuruluşların. Bankaların müşterilerini ikna etmesini ya da cezalandırmasını mı bekliyorsunuz? Dönmüyorlar, tersine döviz almaya devam ediyorlar. Kanamanın durması için Merkez Bankası faizlerinin de bankaların TL faizlerinin de yükselmesine de izin vermiyorsunuz.
Bir taraftan ‘arka kapıdan’ döviz satmaya devam ediyorsunuz. Piyasalar Fed’in faizleri bu yıl artırmayacağı düşüncesinden, önce 25’er baz puanlık birkaç faiz artışına, sonra 50’şer baz puanlık dört faiz artışına geliyor. Hatta “bu yıl hangi ay 75 baz puana döner?” sorusunu tartışırken, içeride suyu azalan havuzun dolarlarını satarak, dolar değerlenmesin diye ‘havuzu boşaltan’ tek bir merkez bankası olarak dünyada sarkastik yorumlarla işaret ediliyorsunuz.
Enflasyonunuz yüzde 70’lere ilerlerken, toplumun önemli bir bölümü bunun düşük hesaplandığını dillendiriyor. Siz ‘kör gözüm parmağıma’, fiyatları ölçen kurumda görevden almalardan, yeni atamalara koşuyorsunuz. Kurumu hesap verebilir hale getirmek yerine, alternatif biçimde fiyat ölçümü yapan bilim insanlarını, kuruluşları savcıların, mahkemelerin önüne atıyorsunuz.
Dört aydır akan ‘su’ nerede?
20-25 milyar dolarlık KKM dövizleri, ihracatçının yüzde 25’lik dövizi, döviz reeskont girişlerine karşın 4 ayda döviz rezervleriniz artmak bir yana 2 milyar dolar eksiliyor.
Bu defa “ihracatçı dövizinin yüzde 40’ını getirip satacak” kuralı koyuyorsunuz. Havuzu dolduran musluğun debisini arttırdığınızı sanıyorsunuz; ama bir sorun var, o su da girdiği havuzu boşaltan musluktan devri daim yapıp çıkıyor!
Zira enflasyon resmi olarak yüzde 61’de iken yüzde 14’le TL havuzuna para pompalıyorsunuz, kredi genişlemesi tüm zamanların en kuvvetli dönemlerini yaşıyor. Dört ayda 450 milyar TL kredi seli giren piyasada, birebir kovaladığınız “kredi alana döviz satmayın” sıkıyönetim kurallarınız işlemiyor.
Bu defa, havuza akan TL musluğu boşaltan döviz musluğuna baskı yapınca, kredi büyümesine ‘makro ihtiyati tedbir’ getiriyoruz diyerek; kredilerde yılbaşından mayıs sonuna kadar, hatta devamında yüzde 20’nin üzerinde büyüme olursa zorunlu karşılık yatırma yükümlülüğü koyuyorsunuz. Fazlası, KKM’ye dönüşümde, döviz hesaplarında azalışla TL ya da KKM’ye geçişte düşük kalan bankalara ilave zorunlu karşılık koyuyorsunuz. Tam bir şaşkınlık hali.
Tüm bu ilave musluklarla ‘havuzu doldurma’ çabasının tek bir soruna dayandığını, havuzu boşaltan kocaman bir delik olduğunu görmezden gelen bir ekonomi yönetiminin çaresizliğini gösteriyor. Bu yönetimin ‘sınıfta kalırken’, herkesi de havuzda ‘çırılçıplak’ bırakacağı çok açık.
Havuz problemleri oldukça basittir; matematiksel bir katkı payı hesabıdır aslında. Dolduranın ve boşaltanın katkısı ve hızı.
Havuzdaki koskocaman deliğin aslı, faizlerin olması gerektiğinden çok çok düşük bir yerde duruyor olmasıdır. Buna ilave olarak bu krizi yönetenlere olan güvenin de çok çok düşük bir yerde olmasıdır.
Neydi o son günlerde çokça dile getirilen ‘motto’, “sorunu çözmek için sorunun varlığını kabul etmek gerekiyor”. Bir de şu; “sorunu yaratanlar o sorunu çözemezler”.
‘Kırk dereden su getirerek’ inkâr edilen ve bugünlerde yaşanan ‘tüm kötülüklerin anası’ faizi düşük tutma takıntısıdır.
Ankara, ekonomi havuzunda kendi yarattığı koskocaman deliğin hasarını, farklı musluklarla telafi edeceğini sanıp her yeni güne bir kararla giriyor. ‘Olmadı, kes yapıştır’ nafile kararlarla. Dolmuyor; sadece belli bir süre dolu gibi gösteriyor.