08 Şubat 2022

Gericiye gerici denir

Türkiye’de İslamcılığın bütün Müslümanlar adına konuşma ve bunu yaparken de farklı görüşleri doğrudan veya dolaylı olarak baskılama tekniği hayatta kalmaya devam ediyor ve edecek… Bu nedenle, Müslümanlar ile şeriatçıları ayırmaktan ve gericiye gerici demekten çekinilmemeli.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul milletvekili Oya Ersoy, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda, “Öğretmenlik Meslek Kanunu” hakkındaki görüşmeler sırasında söz aldı ve şöyle dedi: “Size neden gerici diyoruz biliyor musunuz? Çünkü sizler 500 yıl geride kalmış Osmanlı'yı, 1500 yıl geride kalmış din esaslı toplum düzenini yeniden hortlatmaya çalışıyorsunuz.”

Ersoy’un bu sözlerini iktidar çevreleri “hakaret” diye nitelendirdi. Bunun teknik olarak “hakaret” suçunu oluşturmadığı, üzerine tek kelime etmeyi gerektirmeyecek denli açık. Nitelendirmenin amacı hegemonik, bu belli.

Fakat işin daha ilginç yanı var. Bu sözlere, kimi İslami hareketlerden gelerek sol partilerde kendilerine yer bulan milletvekilleri de tepki gösterdi. HDP’li Hüda Kaya ve Ömer Faruk Gergerlioğlu sosyal medyada bu sözleri eleştirdi. Onları -yine sosyal medya kanalıyla eleştiri getiren- Cumhuriyet Halk Partisi üyesi Cihangir İslam izledi.

Kim ne dedi?

Hüda Kaya “yüz elli yıl geriye gitmekle ‘ilerici’ olunuyorsa pekala bin beş yüz yıl geriden de ilham alınarak daha ‘ilerici’ olunabileceği”ni ifade etti. Ö. Faruk Gergerlioğlu, bu sözlerin “Müslümanlar için incitici” nitelikte olduğunu söyledi ve ekledi: “Birliktelik, aynîlik değildir.  (…) Bu yaşadıklarımız, farklılıklarımızı ve hassasiyetlerimizi daha çok birbirimizle konuşmamız gerektiğini gösterir.”  Cihangir İslam ise çok daha sert bir dille bu söylemin, “diktatoryal” nitelikte olduğunu dile getirdi ve şöyle yazdı: “Gerici ve ilerici kavramları saplantılı ve subjektif kavramlardır; nesnel ve uzlaşılmış tanımları da yoktur. Çağlar üzerinden okumalar da koftur, altı boştur, ötekileştiricidir.”

Bu tepkiler, kendilerine solcu diyen partilerin milletvekillerince dile getirildiği için ayrıca ele alınmayı hak ediyor.

Sondan başlayalım.

“Gerici” ne demek?

Gerici kavramına aşırı incelikli bakarsak, mutlak ve tam nesnel bir tanımını bulamayabiliriz. Doğrudur. Ne var ki bu “gerici” kavramına özgü değildir. Sosyal bilimler -fen bilimlerinden farklı olarak- matematiksel netlik ve nesnellikle işlemediği için diğer pek çok kavram için de “görelilik” iddiasında bulunulabilir. Örneğin kavramlara kuyumcu titizliğiyle yaklaştığımızda “demokrasi”, “özgürlük”, “eşitlik” gibi kavramlar için dahi “nesnel ve uzlaşılmış tanım” bulamayız. Hatta “postmodernizm” iddiasıyla yola çıkıp bizi “premodern” bir cemaatler dünyasına mahkûm edenlere kalırsa hiçbir şeyi tanımlayamayız.

Buna karşılık, makul sosyal bilimlerde tamamen bulutsu kavramlarla çözümleme yapılamayacağı için yaygın kabullere ve asgari bir oydaşmaya dayalı tanımlara başvurulur. Bu bakımdan “gericilik” kavramının  aşağı yukarı dört başı mamur bir tanımı vardır.

İngilizcede reactionary; Fransızcada réactionnaire, Almancada reaktionär diye söylenen, Osmanlıcada irticaî biçimini alan gerici ifadesi “bir devrimle oluşmuş mevcut duruma göre eskide kalmış olan bir düzeni yeniden canlandırmak isteyen” özneler için kullanılır. Batıdaki politik tartışmalarda hemen her gün defalarca kez duyduğumuz “ilerici” (progressive) kavramının zıddıdır.

Gericilik kavramının kökü

Gerici kavramının politik alanda yaygınlaşması Fransız Devrimi’ne dayanır. Devrim, insanlığa diğer pek çok şeyin yanı sıra, bazı kavramları da armağan etmiştir. Örneğin bugün siyasette sıklıkla kullandığımız sağ ve sol kavramları bunlardandır. Kurucu Meclis’te, Devrim’i savunanların kürsünün solunda, devrime karşı çıkanların ise sağında oturmasından kaynaklanırlar. Bu çatı kavramların içinde alt kavramlar da beraberinde gelmiştir. Var olan düzenin, geleneksel kurum ve değerlerin muhafaza edilerek değişmesini veya değişmeden korunmasını savunanlar için kullanılan “muhafazakâr” kavramı bunlardan biridir. Muhafazakârlık da kendi içinde, devrimlere mesafeli veya eleştirel bir konum almaktan “karşı devrimciliğe” kadar  uzanan geniş bir skalayı barındırır. İşte bu skalada “karşı devrimci” pozisyon, tartışmasız biçimde gericiliğe denk düşer.

Kuşkusuz, kavramın bağlamsallığı da vardır. Sözcük, Fransız Devrimi bağlamında dinsel, feodal ve monarşik bir anlam kazanmıştır. Çünkü Devrim, toplumsal yaşamda kilisenin, ekonomik yaşamda derebeylerinin ve politik yaşamda monarşik ayrıcalıklıların tekelini kırmış ve dağıtmıştır. Bu bağlamda dinsel, feodal ve monarşik düzenin geri gelmesini savunan ve bunun için mücadele edip harekete geçenler “gerici” olarak nitelendirilmeye başlanmıştır.

Kavramın içeriği, bağlam değiştikçe katmanlaşmıştır. Örneğin, XVIII. yüzyılda liberal sanayi devrimlerine direnen feodaller, liberallere göre gericidir. XIX. yüzyılda Avrupa kent devrimlerini boğmak için sahneye çıkan Monarşik güçler, Cumhuriyetçilere göre gericidir. XX. yüzyılda Ekim Devrimi’ne karşı iç savaş çıkaran Çarlık güçleri gericidir. Liste uzatılabilir.

İslamcı gericilik

Gericilik kavramı, Türkiye bağlamında, 1908’de başlayıp 1930’lara kadar uzanan anayasal devrime karşı çıkan öznelerle anlamını bulur. Modernleşmeye karşı aşiretçiliği,  cumhuriyete karşı monarşiyi, laikliğe karşı şeriatı savunmak gericiliktir. Bu son derece net bir gerçektir. Hatta nesnel dayanaklar aranıyorsa hukuk düzeninin gericiliğe karşı hükümleri buna örnek gösterilebilir.

Anayasa’nın başlangıç kısmında “Türkiye Cumhuriyetinin ebedi varlığı, refahı, maddi ve manevi mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde” olduğunun yazılması veya toprak reformuna dönük kimi belirlemeler (md. 44) feodal gericiliğe karşı asgari bir eşiği dile getirir.

Öte yandan, Anayasa’daki (md. 2) Cumhuriyet ilkesinin değiştirilemezliği, monarşik gericiliğe karşı bir emniyet sibobudur. Bu, Kurucu Meclis tutanaklarına, “irtica” terminolojisiyle aynen yansımıştır.

Benzeri laiklik ilkesi için de geçerlidir. Anayasa’da “kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” kuralı ile “Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri” istismar etme ve kötüye kullanma yasakları (md. 24) bu gericiliğe karşı getirilmiştir.

İslamcı gericilik, Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarında da tanımlanmış ve mahkûm edilmiştir. Yerimiz kısıtlı olduğu için sadece Avrupa Mahkemesinden bir alıntıyla yetinelim:

  • “Mahkeme, [şeriata dayalı] toplumsal modelin iki nedenle Sözleşme sistemiyle uyumlu kabul edilemeyeceği görüşündedir.
  • İlk olarak böyle bir düzen, Devletin bireysel hak ve özgürlüklerin garantörü ve demokratik bir toplumda çeşitli inanç ve dinlerin uygulanmasının tarafsız düzenleyicisi olma rolünü ortadan kaldıracaktır. Çünkü bu düzen, Devletin demokratik toplum düzeninin gerektirdiği işlevlerini yerine getirirken koyduğu kurallara değil, ilgili din tarafından dayatılan statik hukuk kurallarına uymaya zorlayacaktır.
  • İkinci olarak, böyle bir sistem, demokrasinin temel ilkelerinden biri olan kamu özgürlüklerinden yararlanma konusunda bireyler arasında ayrımcılık yapılmaması ilkesini yadsınamaz bir şekilde ihlal edecektir. Din veya inançlarına göre kamu hukukunun ve özel hukukun tüm alanlarında bireyler arasında açıkça görülen bir muamele farklılığı, Sözleşme'nin ve özellikle Sözleşme'nin ayrımcılığı yasaklayan 14. maddesi uyarınca haklı gösterilemez. Böyle bir muamele farklılığı, bir yanda kendi kurallarıyla yönetilmek isteyen bazı dini grupların iddiaları ile diğer yanda çeşitli dinler ve inançlar arasında barışa ve hoşgörüye dayanması gereken toplumun bütünsel çıkarları arasında adil bir denge sağlayamaz.”

Mahkeme kararıyla sabit olduğu üzere şeriatçılık, liberal insan hakları düzenine göre de gericidir.

Örnekleri çoğaltabilirim. Bu bağlayıcı objektif hukuk metinleri ve yargı kararlarından çıkan sonuç şudur: Gericilik kavramı, iddia edildiği kadar öznel değildir.

“Yeni gericilik” sorunu

Hüda Kaya’nın “yüz elli yıl geriye gitmekle ‘ilerici’ olunuyorsa pekala bin beş yüz yıl geriden de ilham alınarak daha ‘ilerici’ olunabileceği” sözleriyle neyi kastettiği net değil. Bundan bazı dolaylı anlamlar çıkarılabilir ama zorlama yapmamayı yeğliyorum.

Fakat burada şu noktanın altını çizmek gerekiyor. Kaya’nın dile getirdiği sav, paradoksal biçimde doğrudur.  Mesele sadece bir kronoloji meselesi değildir. Çok eskilere gitmeyelim. Örneğin bugün Avrupa’da “karanlık aydınlanma” (dark Enlightenment) veya “yeni-gericilik” (neo-reactionary) diye adlandırılan ve sokaklara çıkıp monarşi yanlısı eylemlere girişen yeni politik akımların, çağlar önceki kimi gericilerden çok daha “yobaz” olabildiğini görüyoruz.

Daha yakın tarihli olmak, ilericiliğin garantisi değildir. Örneğin XV. yüzyılda yaşamış olan Şeyh Bedrettin, feodal yapılara karşı çıkıp bir atılıma kalkıştığı için çağına göre ilericidir. Buna karşılık, Cumhuriyet’in ilk yılarında atılan adımlara feodal ve şeriatçı savlarla direnen Şeyh Said ise gericidir. Kaya’nın üyesi olduğu siyasi partinin bu gericiliği sahiplenmesi, durumu değiştirmez.

“Buluttan nem kapma” sorunu

Son olarak Ömer Faruk Gergerlioğlu, gericilik ifadesinin Müslümanlar için incitici olduğu söyleminin üzerinde duralım.

Bu sav, iki yönden tartışmalı.

Bir defa, Gergerlioğlu’nun kendisinde tüm Müslümanlar adına konuşma yetkisini görmesi hayli yadırgatıcı. Müslüman olmak; şeriatçı, feodal, monarşist veya en genel anlamıyla karşı-devrimci olmayı zorunlu kılmaz. Bir insan pekâlâ hem dindar hem de ilerici olabilir. (Örn. Latin Amerika’daki kimi Kurtuluş Teolojisi üyeleri vb.) Buna karşılık; bir kişi hem ateist hem de gerici olabilir. (Örn. ABD’deki kimi ateist muhafazakârlar).

Bütün Müslümanları, şeriatçılarla eş görmek en başta Müslümanlara haksızlık.

İkincisi, “gerici” sözünden hoşlanmayan Müslümanların hepsinin birden, bu sözden otomatikman “incindiği” varsaymak da hayli sorunlu. Bir görüşe katılmamak veya ondan hoşlanmamak, nasıl olur da hemencecik incinmeyi gerektirir, anlamak mümkün değil. Üstelik, Türkiye’de hemen her dinsel eleştirinin kolaylıkla “dine hakaret” olarak kodlandığı bir bağlamda bu türden “incinme” söylemleri üretmenin kendisinin hegemonik olarak egemeni güçlendirmek anlamına geldiğini de göz ardı edemeyiz.

Gergerlioğlu eğer şeriatçı ise ve/veya şeriatçıların incindiğini düşünüyorsa bunu bu netlikle söylemeli.

Fakat o söylemese de biz bütün bu tartışmadan şu dersi çıkarmalıyız: Görünen o ki Türkiye’de İslamcılığın bütün Müslümanlar adına konuşma ve bunu yaparken de farklı görüşleri doğrudan veya dolaylı olarak baskılama tekniği hayatta kalmaya devam ediyor ve edecek…

Bu nedenle, Müslümanlar ile şeriatçıları ayırmaktan ve gericiye gerici demekten çekinilmemeli.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiyeli kavramı üzerine iki not

Türkiyeli sözcüğünün yeni ve uydurma olduğuna dönük, hatta sosyal medyaya bakılacak olursa PKK tarafından tedavüle sokulduğuna dair kimi yanlış savlara dair iki not düşmekten kendimi alıkoyamıyorum

TİKA’ya çağrı: Melikşah ve Nizâmülmülk’ün mezarlığına ilgi gösterin!

Biz, çağlar öncesinin figürlerinin heykellerini yıkmaya veya sanat/kültür eserlerini tahrip etmeye yönelen “iptalci “woke[3]” saçmalıklara varmadıkça, eleştirilere karşı değiliz. Fakat eleştirmek başka şey, kültürel varlıklara sahip çıkmak başka şey

Can Atalay kararındaki bitmeyen sorunlar ve “hürriyete, adâlete ve fazilete âşık evlâtların uyanık bekçiliği”

Atıf yapılan kararın “hükmün kesinleşmesine ilişkin onama kararı değil, yok hükmünde sayılması gereken 3 Ocak 2024 tarihli ‘AYM kararına uyulmasına yer olmadığı’na dair karar” olduğu söyleniyor. Bu, çok daha vahim bir görüntü. Zira AYM kararının muhatabı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ydi ki ille de bir karar eklenecekse bu, o karar olmalıydı