Günümüzden tam 238 yıl önce 6 Eylül 1781 de Afrika’dan bir gemi batıya, Karayipler'e doğru yola çıkar. Geminin sahibi, her ikisi de Liverpool şehrinin belediye başkanlığını da yapmış tüccarlar, William Gregson ve George Case’in de içinde bulunduğu Liverpool Gemi Sahipleri Sendikasıdır. Gemi “Kara Kuş Avcılığı” yapmaktadır, o zamanlar köle ticaretine verilen isim. Özellikle Bristol ve Liverpoollu tüccarlar bu aşağılık, mide bulandırıcı ticaretten servet kazanmışlardır. Zong aslında bir Hollanda gemisidir ve adı Zorg dur. Özen, itina anlamında Hollandaca bir sözcük. Köle ticareti yaparken bir İngiliz karakol gemisi tarafından ele geçirilmiş ve sonrasında William Gregson tarafından sendika adına satın alınmıştır.
Güvertesinde 442 zenci köleyle yola çıkan geminin kaptanı, bir denizci değil tıp adamıdır. Luke Collingwood, cerrah olarak köle gemilerinde çalışmaktayken kaptan yapılmıştır. Cerrah olarak vazifesi insanları iyileştirmek değil, yakalanan Afrikalı köleleri sağlık kontrolünden geçirip “ticari değerlerini” belirlemektir. Ticari olarak değersiz bulduğu insanlar Afrikalı köle avcıları tarafından onun yanında hemen öldürülür. İşte bu, denizden fazlaca anlamayan kaptanın yönetimindeki The Zong 6 Eylül 1781 de bugünkü Gana sahillerinden demir alır. O zamanın İngiliz yasalarına göre köleler ticari kargodur. Liverpoollu bir sigorta şirketi gemiyi, daha doğrusu köleleri 8000 pounda sigortalar. Yani piyasa değerlerinin yaklaşık yarısına.
Köleler çırılçıplak ve ikişerli olarak birbirlerine sağ ayak sol ayak ve sağ el sol el şeklinde kelepçelenmişlerdir. İki kişi, bir kişilik alanda tutulur, idrar ve dışkılarını bulundukları yere yaparlar ve her sabah üzerlerine deniz suyu dökülür. Bu kötü koşullarda Zong’da bulunan kölelerden 60 tanesi ölür. Sigorta anlaşmasına göre, sigorta şirketi bakımsızlıktan, hastalıktan ölen köleler için bir bedel ödemeyecektir. Bu durum anlaşmada, kargonun kötü yönetimi olarak geçer. Ancak kargonun kaybı yani canlı olarak denize düşmesi vuku bulursa “kelle” başına 30 pound ödenecektir. Zong aşırı kazanç sevdasıyla gözü dönmüş bir şekilde aşırı yüklenmiştir. 1780’lerde İngiliz köle gemilerinde kural geminin tonu başına 1.75 köle taşımakken , Zong da ton başına 4 köle vardır.
Gemi iki ay sonra Karayiplere ulaşır. Erzak ve su stokları azalmıştır. 18 Kasım’da Tobago’yu görürler fakat nedense orada durup su ve erzak eksiklerini tamamlamazlar. 27 Kasım’da varış limanları olan Jamaika’yı da görürler ama bir arkadaki ada Hispaniola sanırlar yani, bugün Haiti olan o zamanın Fransız kolonisi Saint-Domingue ve yola devam ederler.
29 Kasımda erzak ve su kısıtlılığı bahane edilerek 54 kadın ve çocuk Afrikalı “köle” denize atılarak öldürülür. Afrikalı esirlerden biri, yemek ve su istemediklerini yeter ki kendilerini denize atmamalarını ister, ancak kabul edilmez. 1 Aralık’ta 42 erkek ve izleyen günlerde kadın-erkek 36 kişi daha canlı canlı atılır okyanusa. 10 Afrikalı ise zalimlerden kaçıp kendileri atlarlar suya. 1 Aralık’ta bütün gün süren bir yağmur yağmış ve altı fıçı su toplanmıştır oysa. Yeterli su vardır.
300 mil sonra Jamaika’yı geçtiklerini anlarlar. 12-13 günlük yolu geri dönmeleri gerekecektir. 22 Aralıkta Zong Jamaika’ya ulaşır. Limana vardığında depolarında 1900 litre su olduğu kayda geçirilir. 142 insan yok yere öldürülmüştür. Geriye kalan 208 esir “kelle” başına ortalama 36 pounddan satılır. Sanki hiçbir şey olmamıştır. İnsanlık tükenmiş, bitmiş, iğrençleşmiş ama başka bir insanlık için önemli bir şey olmamıştır. Paranın, kâr etmenin ahlakı yoktur. Bundan daha fazla alçalabilir mi insanlık dediğimiz yerde, gemi sahipleri katledilen, acımasızca öldürülen insanların bedelini sigorta şirketinden isterler. Sigorta şirketi kabul etmez ve mahkemeye gidilir.
1783 de Londra’ya taşınan mahkemenin konusu, sigorta şirketi katledilen insanlar için gemi sahiplerine tazminat ödesin midir? Vahşi katliamın hesabını sormak için değildir. Bugünkü adalet bakanına tekabül eden Lord Mansfield’in önüne gelir konu ve o da karar için bir jüri toplar. Jüriye şöyle seslenir: “Vermeniz gereken karar için, denize atılan köleleri tıpkı denize atılan atlar gibi düşünmelisiniz. Soru şudur, diğerlerini kurtarmak için bu işlemin yapılması kesin bir gereklilik arzediyor muydu.” İngiliz yasaları gerekli hallerde kargonun safra olarak atılabileceğini ve bunun da sigortaca tazmin edilmesi gerektiğini kabul ediyordu.
Sigorta şirketi ise kaptanın denizcilik bilgilerinin iyi olmadığını, zamanında Jamaika’ya varsa kargonun safra olarak atılmasının gerekmeyeceği savunmasını yapar. Köpekbalıklarının kol gezdiği bir denize canlı canlı atılarak katledilen insanlar İngiliz adaletinin umurunda değildir. Kargo olarak adlandırılırlar dava süresince. Karar gemi sahiplerinin lehine çıkar ve sigorta şirketi ödemeyi yapar.
Serbest bırakılmış bir köle olan Olaudah Equiano, kamuoyu yaratmak amacıyla köle ticaretine karşı bir aktivist olan Granville Sharp’a öğrenebildiği kadarıyla işin iç yüzünü anlatır. Kaptanın üç seferde 142 insanı denize atarak öldürdüğünün hikâyesi bir gazetede yayınlanır. Kaptan ve mürettebatı cinayetle yargılamak için bir fırsat doğar. Gerçekten de ikinci bir yargılama yapılır. 1 Aralık 1781 de bütün gün yağmur yağdığı ilk davada bunun delil olarak bildirilmediği ortaya çıkar. Yani su kısıtlılığı yoktur, insanlar boşyere öldürülmüştür. Kargo iyi yönetilmemiştir ve ikinci davanın kararı sigorta şirketinin tazminatla yükümlü olmadığı şeklindedir. 142 insanın katli havada kalır, kimse cinayetle suçlanmaz.
Granville Sharp mücadeleyi bırakmaz, katillerin yargılanması için, gazetelere, parlamento üyelerine, din adamlarına başvurur. ZONG KATLİAMI’nı yapanlar cezasız kalır ama, insanlığın bu en aşağılık durumu kamuoyu vicdanını tırmalayıp durur ve köleliğe karşı mücadelede bir mihenk taşı olur. 1807 de köle ticareti yasaklanır. 2007 de bu yasanın 200. Yıl kutlamalarında Zong adı verilen, orijinal Zong’a benzeyen bir gemi Londra’da Tower Bridge’in altından geçirilir. Thames nehrinin suları kollektif vicdanı temizleyemez ama.
İnsanlık tarihi aşağılık, mide bulandıran hikâyelerle doludur. Yaşadığımız çağda da zamanın köleleri bir nevi alınıp satılıyor, mobbinge uğruyor, işlerini kaybediyor, haklarını alamıyorlar, yani denize atılmadan boğuluyorlar.