15 Eylül 2024

Ronda Ramirez'in ortadan kayboluşu

Eylül ayının dolunay öyküsü uzak yıllardan ve yakında yapılan bir Ronda seyahatinden damıtıldı. Yıllar önce bir boğa güreşi tutkunuydum, İspanyolların deyimiyle Aficionado. Başta Hemingway, boğa güreşine dair her yazılanı okuyordum. Sonra Madrid'de, Barcelona'da o müthiş atmosferde izledim boğa güreşlerini. Hatta Zaragoza'nın bir köyünde antrenman boğalarıyla dövüşmüşlüğüm bile vardır. Boğa güreşi flamenkoyla birlikte, ölümle kalım arasında gidip gelen sarkacın salınımları arasındaki estetiğin, tutkunun dile gelişidir. Sonraları ama boğaların, bu muhteşem hayvanların arenada acı çekmeleri, öldürülmeleri kabul edemeyeceğim bir şey haline geldi. Başka bir canlıyı öldürmenin estetiği olamazdı. İşte bu öykü Aficionado yıllarımın özeleştirisidir de bir bakıma...

29 Ağustos 1947'de, Endülüs'te küçük bir şehir olan Linares'te akşama doğru, Corrida* sırasında ünlü boğa güreşçisi Manuel Laureano Rodriguez Sanchez, halk arasında bilinen adıyla Manolete, kasığındaki yara nedeniyle ameliyata alınmıştı. Yaranın nedeni Miura çiftliğinden Islero isimli boğanın boynuz darbesiydi. Ameliyathane kapısında bekleyenler arasında Alejandro Diaz Ramirez de vardı. Aynı saatlerde ameliyathanenin alt katındaki doğumhanede karısı bir erkek çocuk doğurmak üzereydi ama boğa güreşi tutkunu ve Manolete hayranı olan Alejandro karısının değil Manolete'nin yanında olmayı tercih etmişti. Manolete ruhunu teslim ettiği anda, Manuel Rodrigo Ramirez, sonraki yıllarda dillerden düşmeyecek ismiyle Ronda Ramirez de ilk nefesini ciğerlerine çekmekteydi. Babası bunun bir tesadüf olmadığını, Manolete'nin ruhunun oğlunun bedeniyle yeniden dünyaya geldiğini iddia edecekti. Hayranı olduğu boğa güreşçisinin şehrinde ölmesi, Alejandro Ramirez'i içinden bir daha çıkamayacağı bir depresyona sürükleyecekti. Ailesini alıp Linares'ten Ronda'ya taşınsa da melankolisi giderek artacaktı. 

Manolete

Guadalquivir Nehri'nin yamacındaki evde büyük bir hazırlık vardı. Yılda iki kez, bir Noel'de bir de baharı karşılarken bütün aile bir araya gelirdi. Bu buluşmayı ayrıcalıklı kılan, evin genç kızı Olivia'nın mezuniyetini de kutlayacak olmalarıydı. Anneanne Sofia tam bir Endülüs mutfağı şöleni hazırlamıştı. Salmorejo, Flamenquin, kızarmış balık, patata brava, etli kuskus, daha neler neler ve tatlı olarak da Olivia'nın en sevdiği Mücebbene. Binbir Gece Masalları'ndan çıkmış gibiydi Sofia Cruz'un sofrası. Olivia'nın babası Ignazio, Endülüs'ten çok uzakta Bask bölgesinde Rioja'da yıllardır şarap üreten bir ailenin oğluydu. Annesi Lucia'yla üniversitede tanışmışlardı. Masada en seçkin Rioja şarapları vardı. Olivia Madrid'de sanat tarihi okumuştu. Yemeğin ortasında sohbet koyulaşmışken Olivia şarap bardağına vurup bir konuşma yapmak istediğini belirtti.

Alejandro Ramirez'in hediyelik eşya satan küçük bir dükkanı vardı. Matador posterleri, kastanyetler, yelpazeler, flamenko dansçılarının heykelcikleri… Corrida olduğunda ama, Plaza de Toros'ta trompetiyle pasadoble çalan ekibin arasında yerini alırdı. Boğa güreşinin en heyecanlı anında ayağa fırlar ve halkı çoştururdu. Ronda, Pedro Romero'dan, yani 18. yüzyılın ikinci yarısından beri modern boğa güreşinin doğduğu yer olarak kabul edilir. Dağların arasında, kanyonlarıyla olağanüstü güzelliklere sahip bu şehirde, Romero ailesi boğa güreşini bir sanat haline getirmişti, Pedro Romero'nun tek yara almadan 5558 boğayla dövüştüğü kayıtlara geçmiştir ve o zamandan beri de Ronda Corrida'nın başşehri olarak corrida tutkunlarının uğrak yeridir. Alejandro, bu şehre gelerek melankolisinden kurtulacağını ummuştu, ama ağır bir depresyonun içindeyken Puento Nuevo köprüsünden 120 metre aşağıdaki Guadalevín Nehri'ne atladığında oğlu Manuel Rodrigo on yaşındaydı. Atlamadan önce köprüye bir not bırakmıştı: "Oğlum, Manolete'ye yakışan bir torero olacağını biliyorum, ruhum seni arenalarda izleyecek."

Olivia ayağa kalktı, koyu kırmızı, bordoya yakın şarbından bir yudum aldı ve "Size bir haberim var" dedi. Yanındaki sevgilisi, Edinburgh Üniversitesi'nde Erasmus yaparken tanıştığı bilgisayar dahisi Alistair Fleming dahil, herkes dikkat kesilmişti. Meraklı gözlerin tadını çıkartarak herkesi şöyle bir süzdükten sonra "Önümüzdeki ilkbaharda El Pais Gazetesi'nde muhabir olarak işe başlıyorum" diye bombayı patlattı. Herkes şaşkındı. İlk toparlanan baba oldu, "Ne zaman işe başvurdun, ne zaman kabul edildin kızım?" Cevap haber kadar şaşırtıcıydı: "Henüz başvurmadım." Sonra cebinden El Pais'ten kesilmiş bir küpür çıkartıp gösterdi. "Bir röportaj yarışması açmışlar. Yarışmayı kazanan muhabir olarak işe başlayacakmış. El Pais'te düşünebiliyor musunuz? Ben bu yarışmayı kazanacağım, şüphem yok. Kiminle röportaj yapacağıma karar verdim bile, ünlü torero Ronda Ramirez'le." Annesi ve anneannesinin ağzından aynı anda aynı cümle çıktı. "Ama o 1977 den beri kayıp."

Manuel Rodrigo Ramirez henüz, çok önceden çizilmiş alın yazısına karşı gelecek durumda değildi. Annesi geçinebilmek için hediyelik eşya dükkanını işletmeye vermişti kendini. İstese de boğa güreşlerinden uzakta kalamıyordu. Kocasının bütün arkadaşları o çevredendi. Manuel küçük bir çocuktu babası öldüğünde. O tarihlerde escuelas taurinaslar, yani boğa güreşi okulları yaygınlaşmamıştı. Manuel'e dönemin en önemli matadoru Carlos Ruiz Camino - lakabı El Ciclón (siklon)- sahip çıktı. Babasının yakın arkadaşıydı. Meksika'da İspanyol bir ailenin çocuğu olarak doğmuş, 14 yaşında boğalarla dövüşmeye başlamıştı. 1940'ta İspanya'ya taşınmıştı. Sonradan Meksika'ya döndüyse de bir ayağı İspanya'daydı. Ronda yakınlarında bir çiftlikte ilk derslerini El Ciclón'dan aldı Manuel. Boynuzları yeni filizlenmiş danalarla antrenman yapıyordu. Ondaki müthiş yeteneği hemen fark etti Carlos Ruiz. Sonradan herkesin hemfikir olduğu Manolete'nin ruhunun Manuel'e geçtiğine ilk inanalardandı.

"Evet ama, iyi bir muhabir olacaksam zaten onu bulmakla işe başlamalıyım değil mi?" Olivia kendinden emindi. "Hem çağımızın en önemli hackerlarından biri benim sevgilim" diye Alistair Fleming'in başını okşadı. "Ben hacker değilim Olivia" diye sert bir şekilde yanıt verdi Alistair. "Ama benim küçük araştırmama yardım edersin herhalde." Anne Isabella sofradan kalkmıştı. "Alexander Fleming akrabanız mı" diye konuşulan konuyla alakasız gibi bir soru geldi masadakilerden birinden. "Evet babamın amcası olur, neden sordunuz acaba?" "Kader sizi de boğa güreşçileriyle bir araya getirmiş, Alexander Fleming'in bir heykeli Madrid'deki ana boğa güreşi arenası olan Plaza de Toros Las Ventas'ın dışında durur. Mucidi olduğu penisilinin, boğa güreşlerindeki ölüm sayısını büyük ölçüde azaltması nedeniyle, minnettar matadorların bağışlarıyla dikilmiştir." İşler iyice karışmıştı ki Isabella elinde bir defterle geldi. "Bundan haberin var mıydı" diye sordu Olivia'ya. Defterde Ronda Ramirez'le ilgili gazete küpürleri, dergilerden kesilmiş resimler vardı. "Bu olağanüstü yakışıklı adama hepimiz aşıktık, kim bilir benim gibi kaç genç kız posterlerini duvarlarına asardı?" Olivia'nın babası hiç bilmediği bu bilgi karşısında şaşırmıştı ama esas bomba anneanneden geldi: "Manuel Rodrigo Ramirez eşcinseldi. Onunla bir kez Madrid'de, bir Corrida sonrası barda karşılaşmıştık, hüzünlü, belki biraz mahçup gözleri bir yere dalmıştı. Hemen yanındaydım, istese onunla beraber olurdum, göz göze geldik, o anda eşcinsel olduğunu anladım."

Ronda Ramirez, ilk güreşine 16'sında çıktı. Sanki o bir cüce, karşısındaki bir devdi. Ona rağmen muleta'yı kullanışı, boğayla vücut teması, adeta flamenko yapar gibi arenanın ortasında yaptırdığı geçişler corrida dünyasının yeni yıldızının doğmakta olduğunu müjdeliyordu. Sonrasında uzaya fırlatılan bir roket gibi ünü İspanya'yı sardı. İnsanlar Manolete'nin ruhunun Ronda Ramirez'in bedeninde devam ettiğine iman etmişlerdi sanki. Onun her güreşine, bugün burada ölecek diye gidiyorlardı. O da corrida tutkunları ve onu gökyüzünden seyreden babası için çıkıyordu arenaya her seferinde. Boğaların boynuzları teğet geçiyordu bedeninden. Kaç kere boğa yukardan aşağı boynuzları savurduğunda tamam bu sefer kasığından yaralandı diye kumların ortasına yayılacak kan gölünü beklerken izleyiciler, zarif bir hareketle yana çekilmişti. Ve sona gelindiğinde mutlaka boğayı tek darbeyle öldürürdü. Acı çektirmeden işkence etmeden. Diğer torerolardan en büyük farkı buydu. 29 Ağustos 1977'de Linares'te, Manolete'nin öldüğü yaşta, öldüğü arenada, günün son boğasıyla dövüşmek üzere arenaya çıkarken orada bulunanlar ve televizyondan güreşi naklen izleyenler bunun son güreşi olduğundan ve o gün orada öleceğinden emin olarak, adeta transa geçmiş şekilde izliyorlardı güreşi. Karşısındaki boğanın adı Islero'ydu ve Miura çiftliğinden geliyordu.

O Noel yemeğinde herhalde en çok şaşıran Olivia'nın babası Ignazio'idi. Karısı, kayınvalidesi ve kızı aynı adama bağlanmışlardı bir şekilde. Sonraki günlerde Olivia ve Alistair sıkı çalıştılar. Ronda Ramirez, 29 Ağustos 1977'den beri kayıptı. Kimse ondan ne haber almış ne de arayanlar ulaşabilmişti. Adeta sırra kadem basmıştı. Ama Olivia iyi bir muhabir olacaktı. Ronda Ramirez'le ilgili yazılan her şeyi okumuştu. Alistair, Ronda'nın arenalarda çekilmiş görüntülerine ulaşmış ve izledikleri görüntülerde Ronda Ramirez'le değişmeyen banderillerosu Emiliano Lopez'in özel bir ilişkisi olduğunu çözmüştü Olivia. Emiliano Lopez adına, Ronda'ya çok uzak olmayan Jimera de Libar kasabasındaki bir mezarlık kaydında rastlamışlardı. Geçen yıl ölmüştü. Kayıttaki doğum yılı, onun Ronda Ramirez'in banderillerosu Emiliano olabileceğini gösteriyordu. 

Günün son dövüşüydü. Arenaya çıktığında Islero'yla göz göze gelmişlerdi. Boğanın insanın gözüne bakması olağan değildi. Arenaya çıktığı ana kadar gördüğü tüm insanlar at üzerinde olurdu dövüş boğalarının, ilk kez arenada karşılaşırlardı yaya bir insanla ve kalabalık, gürültü, ileride muletayı sallayan pullu elbisesiyle ışıl ışıl adam boğayı şaşırtır, amaçsızca saldırırdı o yana doğru. Ama Islero öyle yapmamıştı adeta süzüyordu karşısındakini. Sonra birbirlerine doğru ilerlediler, Ronda Ramirez ayak parmaklarının ucunda yükseldi, adeta havalandı. Islero'nun geçerken yarattığı rüzgardan eğilen bir ağaç dalı gibi belinden arkaya doğru gerildi. İkinci geçişte, üçüncü geçişte boğanın boynuzları arasına elini koyup okşadı hayvanı. Arenalarda görülmüş bir şey değildi.

Jimera de Libar kasabasının Guadiaro Nehri kenarında bulunan büyük çiftliğinin kapısında, bir işaret, bir isim yoktu. Olivia, nasıl girerim içeri diye bakınırken kapı açıldı ve uzun yoldan ileride görünen mütevazı eve doğru yürümeye başladı. Kapıda yetmişini geçmiş bir adam onu bekliyordu. İçeri buyur etti Olivia'yı. "Sangria hazırlamıştım içer misiniz" dedi. "Bir gün birinin burayı bulacağını biliyordum, kırk yıldan fazladır bu çiftlikten dışarı adımımı atmadım. Arazi çok geniştir. Atla dolaşırım, nehirde yüzerim, kitap okurum. Sebze yetiştiririm, meyve ağaçlarım var. Bu çiftlik Nuh'un Gemisi gibidir, yüzlerce hayvan dostça yaşar. Sen de herkes gibi kayboluşumu merak ediyorsun. Sana hayatım ve kayboluşumu anlatırım ama ben ölmeden yayımlamaman kaydıyla ve bir şartım daha var ama onu sonra öğreneceksin ve bana söz vermen lazım şartımı yerine getireceğine."

Yazmamak kaydı Olivia'nın hayallerini bozuyordu, bütün bu işe El Pais gazetesinde muhabir olmak için başlamıştı. Karşısındaki adam hiç toreroya benzemiyordu, resimlerinde, videolarda görünen yüzündeki sert hatlar yoktu. Arenada boğalarla ölüm kalım mücadelesi veren bir adam değil, naif, bilge bir ermiş vardı adeta karşısında.

Dövüş uzuyordu, halk sabırsızlanıyordu. Oraya Ronda Ramirez'in ölmesini izlemeye gelmişlerdi . Ünlü boğa güreşcisi El Cordobes'in sözleridir: "Önceleri halk size tapar, bir süre sonra arenaya sizin yaralanmanızı, ölmenizi izlemek için gelir ve bu geciktikçe bu sefer sizden nefret etmeye başlar." Picador'ların boğayı yaralamasını istemedi Ramirez. At üzerinde ellerindeki mızraklarla boğayı yaralayıp daha da hırslanmasına neden olurdu picadorlar. Sıra banderillerolara gelmişti. Boğanın üzerine doğru koşup omuzları arasına rengarenk kordonlar sarılmış şişleri saplamaktı işleri. Son Emiliano saplayacaktı. Emiliano'yla Ramirez göz göze geldiler.

Manuel Rodrigo Ramirez, tüm hayatını anlattı o öğleden sonra Olivia'ya. Sıra 29 Ağustos 1977'ye gelmişti. Ondan önce eşcinsel olduğunu ve sevgilisinin Emiliano olduğunu söyledi. "Bir gün yayımladığımda söyleşiyi bundan söz edeyim mi?" dedi Olivia. "Elbette" diye yanıt verdi. "O yıllarda böylesine maço bir gösterinin assolistinin eşcinsel olması kabul edilecek bir şey değildi, ben açık edemedim. O güreşe çıkarken Islero'nun son boğa olduğunu biliyordum. Normalde bir güreşte iki ya da üç boğayla dövüşürsün. Ama ben yalnız Islero'yla dövüşeceğimi söyledim. Benden önceki matadorlar halkı hazırlamıştı. İnanılmaz bir heyecan ve gerginlik vardı arenada. Bir Corrida'da ya boğa ya matador ölü olarak çıkar arenadan. O gün Islero'yu öldürmemeye karar vermiştim. Bir süredir vicdan azabıyla yanıp tutuşuyordum zaten. Ben kim oluyordum, bu hakkı bana kim vermişti de bu muhteşem yaratıkları öldürüyordum." 

Emiliano, Islero'ya doğru koştu, o sırada Ronda Ramirez kılıcını hazırlıyordu. Halkın gözü üstündeydi. Emiliano şişleri sapladı ve uzaklaştı. Boğa ortada duruyordu. Geçişi yaptırırken bir anda boğayla matador bir oldu. Muleta bir şemsiye gibi üstlerini örtmüştü. Ramirez ayrıldı ve biraz bekledi. Bir yandan da Islero'yu gözlüyordu. Sonra yavaşça ona doğru yürüdü, kırmızı pelerini ön ayaklarının üzerinde oynatıp çekmeye başladı. Hayvan yorulmuştu ayakta sallanıyordu, kafasını öne eğdiği sırada kılıç boydan boya bedenine saplandı ve o anda yere yıkıldı. Arenada büyük bir sessizlik vardı, herkes Ramirez'in ölmesini bekliyordu. Çıt çıkmıyordu. Boğayı arenadan çıkaracak araba geldi, Emiliano'nun arabacının yanına atladığını kimse fark etmedi.

Olivia pür dikkat kesilmişti. "Emiliano önceden hazırladığı, hayvanları uyutmakta kullanılan ketamin dolu şırıngayı bana vermişti. Çok tehlikeli bir iş yapacaktım. Corrida tarihinde görülmemiş bir iş. Son geçişte boğanın boynuna iğneyi saplayıp enjektörü boşalttım. Bunu yapabilmek için muletayı üstümüze örttüm. Kimse bir şey anlamadı, anlasaydı felaket olurdu. Kılıcı Islero'yu öldürmeyecek şekilde sapladım, kasların arasından geçmişti boylu boyunca, bütün mesele zamanı ayarlayabilmekteydi. Sonrası çok hızlı oldu. Bu gördüğün araziyi önceden başka bir isimle almıştım. Emiliano boğayı arenadan kaçırdı, koca hayvanı kamyonete yüklemek için önceden birileriyle anlaşmıştı. Arenadan koşarak çıktım ve sözleştiğimiz yerde kamyona atladım ve kapıları kilitledim. Herkes benim arenaya dönmemi beklerken ben kılıcı çıkardığım yere pansuman yapıyordum. Bu çiftliğe geldik ve ben bir daha çıkmadım. Sahte kimlikler yaptırmıştık. Emiliano saçlarını kesti, sakal bıyık bıraktı, işleri o hallederdi. Islero 17 yıl yaşadı, onunla çok iyi dost olduk. Çiftlik beni hayatta tuttu. Geçen sene Emiliano'yu kaybettim. Onun başka isimle gömülmesine razı olmadım. Ben de pek iyi sayılmam. Daha fazla konuşmadı. Söyleşinin bittiğini Olivia anlamıştı. "Röportajı yayımlamadan bana mutlaka yolla" son sözleri oldu. Konuşmaya başlarken Olivia, El Pais'teki ilandan söz etmişti, ama artık bu söyleşiyi belki de hiçbir zaman hiçbir yere yollamayacağını düşünüyordu.

Olivia konuşmaların çözümünü yapmış ve hazırladığı metni o gün çektiği fotoğraflarla beraber Ronda Ramirez'e yollamıştı. Bu söyleşiyi yalnızca sizin hayranınız olan annem ve anneannemle paylaşacağım notuyla birlikte. Ronda'da Puerto Nuevo köprüsü üzerinden aşağıya atlayan bir adam, öncesinde şehrin postanesinden kalın bir zarf postalamıştı. Üzerinde El Pais gazetesinin adresi vardı. Haftalar sonra El Pais sekiz sütuna manşetten Olivia Hernandez'in haber röportajını veriyordu. Röportaj, yarışmanın son teslim tarihinden önce ulaşmıştı ellerine. Ronda Ramirez'in isteği de yerine gelmiş o öldükten sonra yayımlanmıştı. Gazetede ismini görmek hekesten çok Olivia'yı şaşırtmıştı, hâlâ Ronda Ramirez'in etkisindeydi ve yarışmayı unutmuştu. O gün Olivia'dan sözünü aldığı diğer şart ise, bir süre sonra bir noter mektubuyla ulaştı ellerine. Madrid'deki bardan gözlerini çok iyi hatırladığı anneannenin yani Sofia Cruz'un, annesi Isabelle'in ve Olivia'nın, Manuel Emiliano Islero adıyla bir vakıf kurup arazisini yaralanmış, zarar görmüş ve istismar edilmiş hayvanları korumak için bir hayvan yetimhanesine çevirmesiydi şartı.


* Corrida: Boğa güreşi

Talat Kırış kimdir?

Talat Kırış, 1961 yılında İstanbul'da Süleymaniye Doğumevi'nde dünyaya geldi. Sırasıyla Ataköy İlkokulu, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdi.

Öğrenciliği sırasında yurtiçi ve yurtdışında kaza cerrahisi ve beyin cerrahisi kliniklerinde staj yaptı. Prof. Dr. Türkan Saylan'la birlikte Van'da lepra hastalığı üzerine saha çalışmalarına katıldı. Konya Devlet Hastanesi Acil Bölümü'nde mecburi hizmetini; 1986-1992 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda ihtisasını tamamladı. Uzmanlık tez çalışmasıyla Beyin Araştırmaları Derneği ve Japon Nörotravma Derneği'nden ödül aldı. Uzmanlık sonrası Kartal Eğitim Araştırma ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanelerinde çalıştı.

1995-1996 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri, Arizona, Phoenix'te bulunan Barrow Nöroloji Enstitüsü'nde burslu olarak, kafa kaidesi tümörleri ve beyin damar hastalıkları üzerine üst ihtisas yaptı. İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda 1999 yılında doçent, 2006 yılında profesör oldu.

2006 yılında 9. Uluslararası Serebral Vazospazm Kongresi'nin başkanlığını yaptı. Türk Nöroşirurji Derneği Yeterlik Kurulu kurucu üyeliği, Nörovasküler Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Nöroonkoloji Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Temel Kurslar eş başkanlığı, yönetim kurulu üyelikleri, Türk Nöroşirurji Dergisi ve Turkish Neurosurgery dergileri baş editörlüğü, Nöroonkoloji Derneği ikinci başkanlığı ve Türk Nöroşirurji Derneği başkanlığı yaptı.

Avrupa Nöroşirurji Dernekleri Birliği Araştırma Komitesi üyeliği görevinde bulundu. Akdeniz Beyin Cerrahları Derneği Eğitim Komitesi Başkanı olan Kırış, 2017-2021 yılları arasında Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu Beyin Damar Hastalıkları Komitesi Başkanlığı yaptı.

Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu'nda Türk Nöroşirurji Derneği'ni temsil eden delege olan Prof. Dr. Talat Kırış, meslek yaşamını Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi ve Koç Üniversitesi Hastanesi Beyin Cerrahisi bölümlerinde sürdürüyor.

Kırış'ın editörleri arasında bulunduğu İngilizce iki kitabı, 100'den fazla kitap bölümü, ulusal ve uluslararası dergilerde makaleleri yayımlandı; çok sayıda ülkede beyin cerrahisinin çeşitli alanlarında eğitim kursları ve konferanslar verdi, yurtiçi ve yurtdışında eğitim amacıyla çok sayıda beyin cerrahının izlediği canlı ameliyatlar yaptı.

Tıbbiye öğrenciliği yıllarından itibaren 40 yılı aşan öğretim üyeliği ve hekimlik hayatını, 2021'de yayımlanan "Beyne Giden Yol / Bir Beyin Cerrahının Anıları" adını verdiği kitabında anlattı. TEDx ve farklı sosyal platformlarda konuşmaları yayımlanan Kırış, aynı zamanda kıdemli bir denizci olarak Güney Amerika'dan Antarktika'ya kadar uzanan yelkenli seyahatler yaptı, Grönland'da kanoyla Kuzey Kutup dairesi geçiş yaptı. Anılarında hayalini, "Bir Şehir Hatları Vapuru'na ismimin verilmesini isterim. Kimbilir, kısmet..." sözleriyle paylaştı.

Gençlik yıllarından itibaren yazın dünyasıyla ilgilendi, 1984 yılında Düşün dergisi masal yarışmasında mansiyon kazandı. Argos sanat dergisinde öykü ve denemeleri, Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde yazıları yayımlandı. 2012 yılından Yacht Türkiye dergisinde yazmaya başladı.

Ağustos 2019'dan itibaren T24'te düzenli yazılar yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Süperyat Bayesian nasıl battı?

Dünyanın her yerine güvenle seyahat edebilecek 56 metre uzunluğunda, 58 milyon dolar değer biçilen süperyat, alargada demirdeyken çıkan fırtınada batıyor. Aynı bölgede alargada duran diğer teknelerde ise herhangi bir hasar bile oluşmuyor. Aşçı dışındaki kaptan ve mürettebatın tamamı kurtulurken, teknenin sahibi Mike Lynch, kızı Hannah, avukatı ve eşi ile misafirlerinden Morgan Stanley’in üst düzey yöneticisi ve eşi nasıl olup da teknede sıkışıp boğuldular? Bu kadar güçlü bir tekne -bazı görgü tanıklarına göre bir dakikada- nasıl sulara gömülür? Olayın özeti, olasılıklar ve konuşulanlar

Pembe giysili Afrikalı kadın

O gece ay yoktu. Tunus sahilinde başka bir tekne, içine doldurduğu kapasitesinin iki katı insanla yola çıkmak üzereydi. Adamın kayaların arasına yerleştirdiği kamera dünyanın dönüşünü kaydediyordu. Küçük kız çocuğu gülücükler saçıyordu

"Sen hiç oğul emzirdin mi kör kurşun?"

Direnmek yetmez, ellerimizi taşın altına da koymalıyız; maddi gücü olanın maddi destekle, olmayanın gönüllü desteğiyle en azından muhalefet belediyelerini zorlaması, el uzatması gerekir. Eğer sokak hayvanlarını cellatlarına teslim etmezsek, belki bir gün Devlet-i Aliyye'nin kara kaplı defterinde sol tarafta ismi yazılanlara da toplum olarak sahip çıkmayı beceririz

"
"