Önce sadece gürültü vardı. Gürültü, kargaşa, kaos, şiddet demek. Gürültünün biçimlendirilmesi, düzenli hale getirilmesiyle müzik ortaya çıktı. Düzensiz seslere karşılık düzenli sesler, armoni ve melodi yerleşti.
O nedenle müziğin temel işlevinin şiddetin yerine şiddetsizliği, kaosun yerine düzeni, başka bir deyişle barışı getirmek olduğunu söyleyebiliriz.
Müzik aynı zamanda sessizliğin bozulması. İlk notadan önce sessizlik var. Son notadan sonra da sessizlik gelir. Bu bakımdan müzik yaşamın bir yansıması. Başlangıcı da, sonu da hiçlik. Sessizlik ölüme ait.
Müzik bir büyük uzlaşı. Birçok unsurun birleşmesinden oluşur. Ritm, melodi, armoni birlikte hareket ederler. Müzik bütün bu unsurlar arasındaki uzlaşı. Adorno müziği, "bir uzlaşma vaadi" olarak tanımlar.
Müziğin siyasetle ilişkisi, insanları ve kitleleri harekete geçirme gücünden kaynaklanıyor. O nedenle otoriter, totaliter rejimler müziği denetim altına alarak hem rejim yönünden tehlikeli olabilecek etkilerini önlemek, hem de kendi müziklerini topluma dayatarak müziğin kitleleri harekete geçirme özelliğinden yararlanmak yoluna giderler. Müziği, ideolojilerini topluma kabul ettirmenin bir aracı olarak görürler.
Nazi Almanyası'nda kurulan Reich Müzik Bürosu şeklinde çevirebileceğimiz "Reichmusikkammer" ne tür müziğin Nazi ideolojisine uygun "iyi Alman müziği" olup olmadığına karar verirdi. Bu büro, caz müziğini, dejenere zenci müziği olarak nitelendirmiş ve yasaklamıştı. Aynı büro, Mahler, Mendelsshon, Schoenberg gibi Yahudi kökenli bestecilerin müziğini de yasaklamıştı. Ancak yasak Yahudi bestecilerle sınırlı değildi. Yahudi kökenli olmayan Hindemith, Berg gibi bestecilerin de bestelediği müzik, "Alman karakterine" uygun görülmediği için yasaktı. Alman karakterine uygun müzik, anti-semit olan Wagner'in ve Beethoven ile Bruckner'in müziğiydi.
Stalin'in SSCB'sinde de durum farklı değildi. Orada da rejimin ideolojisine uygun olmayan müzik yasaklanmıştı. Caz, SSCB'de de, Franco İspanyasında da yasaktı. SSCB için caz bir burjuva müziği, Franco İspanyasında ise yozlaşmış müzikti. Sovyetler'in "toplumsal gerçekçilik" ilkesinden müzik de payını aldı. Dönemin iki önemli bestecisi Prokofiev ve Shostakovich Komünist Partisi'nin eleştirileri karşısında sadakatlerini kanıtlayan, özür dileyen müzik üretmek zorunda kaldılar.
Çin'de de kültürel devrim döneminde klasik müzik, caz ve pop müziği yasaklanmıştı.
Müziğin siyasetle olan ilişkisi, otoriter rejimlerin baskıcı uygulamalarıyla sınırlı değil. Demokrasilerde de toplumsal ve siyasal adaletsizlikleri, eşitsizlikleri eleştirmek için müzik çok etkili bir araç. Vietnam Savaşı sırasında ABD'deki protesto hareketi kendi müziğini yarattı. Barış, eşitlik, özgürlük talep eden bir müzik doğdu. Arnold Guthrie, Bob Dylan, John Lennon'un müziği bu türün örnekleri.
Eski kölelerin müziği olan caz ve onun türleri, köleliği konu alan, özgürlük çağrısı yapan, doğaçlamaya dayanan bir müzik. ABD'deki Afrika - Amerikalıların eşitlik mücadelesinde önemli bir rol oynadı.
Müzik, insan haklarıyla yakından ilişkili. İkisi de evrensel, ikisinin de amacı barış ve özgürlük.
Müzik birçok yönden ifade özgürlüğüne giriyor. Müziğin icrası, sanatçı bakımından kendini ifade etmenin yolu. Aynı zamanda dinleyenler ile iletişim kurmak, onlara bir mesaj ulaştırma aracı. Dinleyenler bakımından ise, istediği müziğe erişme bir temel insan hakkı.
BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşemesi'nin 19/2 maddesi, ifade özgürlüğünün, sanat formatındaki bilgi ve düşünce alışverişini kapsadığını belirtir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde artistik ve müziksel özgürlük 10. Maddedeki ifade özgürlüğü bağlamında ele alınır. Müller ve Diğerleri v. İsviçre (1988) Kararı'nda AİHM şöyle der:
"Sanat eserlerini yaratanlar, icra edenler ya da sergileyenler, demokratik toplumun temeli olan, düşünce ve fikirlerin alışverişine katkıda bulunurlar. Dolayısıyla devletin yükümlülüğü, sanatçıların ifade özgürlüğüne tecavüz etmemektir."
Demokratik bir toplumda sanatçılar istedikleri müziği icra etmekte, müzik yoluyla istedikleri mesajı vermekte, müziğin dinleyicileri de istedikleri müziğe erişmekte özgür olmalıdırlar. Buna getirilen sınırlama, şiddete teşvik olmadığı sürece, ifade özgürlüğünün ihlalini oluşturur.
İnsan hakları, aynı zamanda birçok bestecinin esin kaynağı olabiliyor. Bunun iyi bir örneği, Shostakovich'in 13. Senfoni'si. Yevtushenko'nun "Babi Yar" adlı şiirinden esinlenen senfoni, İkinci Dünya Savaşı'ndaki insan hakları ihlallerini anlatır.
Müziğin barışçı, birleştirici yüzünü birçok vesileyle görüyoruz. Daniel Barenboim'in kurduğu Doğu-Batı Divan Orkestrası'nda Filistinli Arap ve İsrailli müzisyenlerin birlikte çalması, orkestranın hem İsrail'de hem Filistin'de konser vermesi müziğin barışa nasıl hizmet edebileceğinin göstergesi.
Öte yandan müzik insan haklarını korumakta da etkili bir rol oynayabiliyor. Ünlü tenor Pavarotti, gelirini Bosna'da savaşın öksüz bıraktığı çocuklara ayırdığı pek çok konser verdi. Birçok tanınmış sanatçı ve orkestra yaratıcılıklarını, uluslararası kamu oyunun dikkatini insan hakları ihlallerine çekmek için kullandılar.
Müziğin insan hakları ihlallerinde kullanıldığı durumlar da var. AİHM'in baktığı ilk davalardan biri olan İrlanda / Birleşik Krallık (1978) devlet davasında, IRA'lı tutuklulara uygulanan beş işkence yöntemi arasında çok yüksek sesle müzik dinletmek de vardı. Müzikle işkence, Guantanamo'da ve Irak'ta da tutukluların sorgulanmasında da kullanıldı.
Nazi Almanyası'nın toplama kamplarında Yahudi müzisyenlere, Nazi subaylarının keyfi için zorla onların istediği müziğin çaldırılması da bir insan hakkı ihlali oluşturur.
Çok yüksek sesli müziğin özel yaşam ve aile yaşamının ihlaline yol açmasına ilişkin AİHM kararları bulunmakta. Örneğin, Moreno Gomez v. İspanya (2004) davasında, başvurucunun şikâyeti evinin yakınındaki gece kulüplerinde çalınan müziğin verdiği rahatsızlıktı. AİHM, ilgili makamların bu konuda önlem almamasının, özel yaşamın ve evin korunması hakkının ihlali olduğuna karar verdi.
Türkiye'de iktidarın baskısına, zulmüne, insan hakları ihlallerine karşı gelişen protesto müziğinin eski bir geçmişi, toplumsal kökleri var. Müzik üzerindeki baskılar ve yasaklar da aynı eski geçmişe sahip. Aleviler, 16. yüzyıldan beri müziklerinde yalnızca Alevi öğretisini ifade etmekle kalmamış, aynı zamanda bir baskı ve protesto tarihini de yansıtmışlardır. (Ali Cenk Gedik, "Türkiye'deki Politik Müziğin Değişimi Üzerine Bir Tartışma, Gelenek, Sayı 107, 2009)
1960'larda Alevi müzik geleneğinin, sol harekete ve sol protesto müziğine eklendiğini görüyoruz. 1970'lerde bir yandan Batılı popüler müziğe dayanan müzikle sol hareketleri destekleyen Timur Selçuk, Melike Demirağ gibi müzisyenler ortaya çıkarken, öbür yandan Ruhi Su, Rahmi Saltuk, Zülfi Livaneli gibi çok sesli denemelerle halk müziğini ya da Nazım Hikmet gibi ozanların şiirlerini seslendiren müzikçiler sahne aldı. Ancak bu tür müzik, 12 Eylül darbesinden sonra yasaklandı. Bu müzikçilerin bazıları tutuklandı, bazıları yurt dışına kaçtı.
80 sonrası protesto müziğinin en önemli temsilcisi Ahmet Kaya. Ancak o da baskılar yüzünden Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı ve yurt dışında öldü.
2000'li yıllarda 1980 öncesi politik müziğin yeniden canlandığını görüyoruz. Grup Yorum, Grup Kızılırmak, Kardeş Türküler bu tür müzik yapmak için sahneye çıktılar. Ancak siyasal iktidarın ağır baskıları ve yasakları müzik yapmalarını engelledi. Grup Yorum ve Grup Kızılırmak'ın konserleri yasaklandı. Üyeleri gözaltına alındı. 2016 yılında Grup Yorum'un İdil Kültür Merkezi basıldı. Müzik aletleri parçalandı. Grup Yorum için düzenlenmek istenen dayanışma konserleri bile yasaklandı. Bu ağır baskıları protesto etmek için Grup Yorum üyeleri açlık grevine gittiler. Helin Bölek ve İbrahim Gökçek bütün Türkiye'nin gözleri önünde açlık grevinde yaşamlarını yitirdiler.
Türkiye'de müzik üzerindeki baskılardan söz etmek istiyorsak, gerçek olan şu ki, asıl baskılar ve yasaklar iktidarı eleştiren, özgürlük ve eşitlik isteyen müzik üzerinde oldu. İktidarlar otoriterleştikçe bu baskılar arttı. AKP iktidarı döneminde Grup Yorum ve Grup Kızılırmak'ın başına gelenler ortada.
Günümüz Türkiyesinde iktidarın gürültüsü, müziğin sesini bastırmıştır. Müziğin, barışın,özgürlüğün sesinin iktidarın gürültüsünden daha güçlü olacağı bir Türkiye umuduyla 10 Aralık İnsan Hakları Günü kutlu olsun!