Yılın son günleri. Geçtiğimiz 12 aya bakıp, iz bırakanları öne çıkarma, gelecek aylar için de biraz koku almaya çalışma zamanı. Geçtiğimiz hafta tasarım ile ilgili alanlarda en çok neler öne çıktı diye bir göz attım. Aşağıda okuyacağınız göreceli bir derleme; elbet yılın tasarımlarını ve tasarımla ilgili konularını sizlere sunarken, kendi auramı parlatanları seçtim.
Geçtiğimiz yıldan önce, gelecekte neler öne çıkacak diye bakmamız gerekirse, gözlemlenebilecekler şöyle:
2019 yılının siyasi, ekonomik ve toplumsal alanlarda sergilediği vasatlık 2020'den itibaren samimiyet kavramını yükseltecek gibi görünüyor. İnsanların vasatlıktan seçiciliğe, çokluktan aza, gösterişten daha da sadeliğe doğru ilerleyen bu hal ve tavrı biz yaratıcı alanlarda çalışanları pek yakından ilgilendiriyor. Tasarımcılar, reklamcılar, modacılar, mimarlar, grafik tasarımcılar… Hepimiz bu yeni yaşam anlayışını dikkate almalıyız. Sadece ortaya koyduğumuz profesyonel işlerde ve iş birliklerinde değil; kendi çalışmalarımızda ve üretimlerimizde de har vurup harman savurma devri bitti ve dünya artık böyle davrananları hoş karşılamayacak.
Benim de burada değindiğim döngüsel ekonomi, tasarım platformu Dezeen'e göre yılın en çok konuşulan konusu olmuş. Yıllardır doğal kaynakları kirleterek dünyanın canına okuyan, enerji kaynaklarını tüketen, daha çok tüketim için plastik başta olmak üzere çeşitli ham maddeleri işleyerek ürünler üretip satan ve sonrası hakkında hiçbir sorumluluk almamış olan dev şirketler kolları sıvadı. Sorumlu üretim süreçleri ve kaynakların yeniden üretim zincirine entegrasyonu için pek çok çalışma eş zamanlı olarak başlatıldı. Bu dev şirketlerin hepsi birlikte dünyanın temel problemlerinin büyük yüzdesinden sorumlular; gelişme her yönden için umut verici.
IKEA, döngüsel ekonomi, sıfır atık, yeniden kullanım ve geri dünüşüm konularındaki stratejileri ile öne çıkan dev firmalar arasında
Dev şirketlerin yanında, sundukları içerik bakımından kapitalizmin karşısındaki en yüksek sesin ortayı çıktığı sanat ve tasarım alanındaki sergiler ve bienallerdeki atık sorunu da bu yıl içinde gündeme taşınan konulardan biri oldu. Sadece dünyada değil; ülkemizde de bu konu pek çok ortamda gündeme geldi. Bu sergiler için harcanan öz kaynakların, malzemelerin yeniden başka sergilerde kullanımı gibi faktörler dile geldi. İstanbul Bienali, iddialı teması ile bu tartışmaların orta yerinde kalıverdi.
Küratörün eser seçkisi, yeniden malzeme kullanımı konusunda başarılı ve aslında çoğunlukla da oldukça amatör işleri bir arada sunuyordu ama asıl merak konusu, kendileri çöpü anımsatan pek çok eserin atıklarının bienal sonrası ne olduğu idi.
Pek çok konuda yüksek duyarlılığı ile öne çıkan İKSV eminim bu alanda da gereken özeni göstermiştir. Bienal kapandıktan kısa bir süre sonra bir derginin özel ödül gecesi, bienalin halen asbestli olduğu için kullanmaktan vaz geçildiğini belirttiği Haliç Tersanesi'nde yapılınca, ödül gecesi boyunca sosyal medyadan bu ikilem konuşuldu durdu. Önemli bir farkındalıktı yaşanan.
Bizanslılardan Osmanlılara uzanan tarihsel öneme sahip Haliç Tersanesi için Polimeks tarafından sunulan proje paftalarından görünüm
Bu tür konularda bilinçlendikçe, kişisel olarak ürettiğim çöp miktarından gittikçe utanmaya başladım. Geçtiğimiz gün online olarak yaptığım bir alışveriş, karton bir torbanın içindeki kraft kartondan bir kutu ile geldi. O kutunun içinde de daha şık beyazlatılmış bir karton kutu daha vardı ve aldığım giysi bu kutunun içinde oldukça fazla miktarda ince kağıtlara sarılmıştı. Oldukça rahatsız oldum. Aynı duyguyu, özellikle bizim ülkemizde yaygın biçimde tercih edilen kapkalın kartonlara basılmış davetiyeleri aldıkça da hissediyorum. Yarım santimetre kalınlığındaki bu kartonlar oldukça büyük ebatlı oluyor, bazılarının kenarları boyanıyor, ayrıca bir kağıt zarfa daha konuluyor. Umarım etkinlikler ve davetler gelecek yıllarda daha çok dijital olarak duyurulur ve umarım bunları yazdığım için grafik tasarımcılar, ajans sahibi dostlar veya matbaa işleten arkadaşlarım bana kızmazlar!
Bunlar küçük, çok küçük örnekler evet ama, hayattaki büyük şeyler, hep o küçücük şeylerin bir toplamı değil mi? İğneyi önce kendimize batırmazsak dünya nasıl iyileşecek?
Mutfak alışverişlerimiz için bizlerin kültürel kodlarında pazarlar ve çarşılar var ve buradan aldığınız ürünler paketlenmemiş ürünler. 70'li ve 80'li yıllarda evimizdeki pazar çantalarını ve filelerini hatırlıyorum; dayanıklı malzemelerden üretilmişlerdi ve aslında pek çoğu plastik esaslı idi şimdi düşününce. Bu çarşılardan aldığınız ürünler bir torba veya kese kağıdı içerisinde size verilir ve evinizden getirdiğiniz bu çantalarda birikir.
Mısır Çarşısı
Bu alışveriş biçimi halen ülkemizin pek çok kentinde ve İstanbul'da da en çok tarihi Mısır Çarşısı'nda, mahallenin köşesindeki aktarda veya semt pazarında yaygın olarak karşımıza çıkan bir alışkanlıktır. Oysa hayatlarımıza market ve süpermarket kavramı girdikçe, domatesler inci gibi yan yana dizilip, köpük ve jelatin ile sarmalanmaya başladı. Baharatlar veya bakliyatlar için kartondan plastiğe veya şık cam kavanozlara kadar pek çok farklı ambalaj görmek mümkün.
Farklı markalar ancak rafta ambalaj tasarımları ile farklılaşabilirler; tasarım mesleği ürün tasarımı ve grafik tasarım alanlarında bu ayrışmaya dair fikir ve hizmet üretirler. Market ve süpermarket kültürü, bizlerin çöp üretimini dağlarca arttırırken, ilgili oldukları tüm fayda zincirini de yıllarca kalkındırdı; halen de kalkındırıyor; büyük bir pazar ambalaj sektörü.
Neyse ki, tek kullanımlık plastikler konusundaki bilinçlenme ve yasaklar, bizleri eskisinden daha dikkatli olmaya itiyor. Son on yıldır gittikçe yaygınlaşan bir biçimde paketsiz marketler dünya çapında yaygınlaşıyor. İlk olarak Berlin'de Türk nüfusun da yaygın olarak yaşadığı Kreuzberg alanında küçük bir dükkandan başlatılan bu hareket, çok hızla İtalyan, İngiliz ve Amerikalı yatırımcıların dikkatini çekti. Bu alanda gittikçe büyüyen Alman Original Unverpackt, Austin Texaslı in.gredients ve İtalyan Negozioleggero firmalarını inceleyebilirsiniz.
Paketsiz süpermarketler yaygınlaşıyor
MIT'deki Senseable City Lab'i (Duyarlı Kent Laboratuvarı olarak çevirebiliriz) yöneten mimar profesör Carlo Ratti, döngüselliği ve bu ambalaj konusunu bir adım öteye getirerek, simgeselleştirmek üzere Feel the Peel isimli Portakal suyu barı projesini sundu. Projedeki bu taze portakal suyu büfesinde, soyulan kabuklar, önce toz sonra filament haline getirilip, nektarın size sunulduğu bardaklar olarak 3D yazıcıda basılıyor. Kısa filmini şuradan izleyebilirsiniz:
Daha az çöp üretmek isteyenlerin takip ettiği öncü bir blog zerowastehome.com'un yaratıcısı Bea Johnson'ın çok kısa bir süre önce Türkiye'ye geldiğini ve Sıfır Atık Ev isimli kitabının Türkçe'ye çevrilmiş olduğunu da not düşeyim.
Geleceğimizi bu tür insanların çalışmalarında ve sözcülüğünde gelişen kitlesel hareketler şekillendiriyor. Sadece bu tekil örnekler de görülebileceği gibi, ambalaj sektörü ve ilgili hizmetlerin tümü değişmek, dönüşmek zorunda. Grafik tasarım mesleğinin ambalaj alanında çalışan kitlesi de, yeni ambalaj eğilimleri doğrultusunda düşüncelerini yapılandırmalılar. Bu yeni eğilimler dükkanların tasarımından, reklam ve pazarlama diline, kampanyalarına kadar her alanı etkisi altına alır.
Tasarımın hemen hemen tüm branşlarında benzer duyarlılıkların yükseldiği bir yıl sonrasında, 2020 artık harekete geçmenin zamanı olacak. Yıl boyunca burada zaman zaman değindiğim organik maddelerin bir kısmı ürünleşti; bir kısmı ise daha ürünleşmeden sergiden sergiye koşarak adından çokça söz ettirdi. 2019 da bu malzemeleri yeterince konuştuğumuzu düşünüyorum ve 2020 boyunca bunların hangisinin tüketim alışkanlıklarımız içerisine katılabileceğini; katılmış olanların ticari başarılarını merakla bekliyorum kendi adıma.
Atelier Luma'da üç boyutlu yazıcıda basılan yosun nesneleri bolca izledik 2019 yılında. Peki 2020'de bu malzemenin gerçekten kullanıma girdiği ve tasarıma dayalı sektörlerde fark yarattığı bir yıl olabilecek mi?
Bana göre 2019'un öne çıkan tasarımları da aşağıda:
Greta Grotesk
Greta Thunberg'in kalplerimizden beynimize dokunmadığı yer kalmadığı gibi, bu küçük dev kızın etkisi en üst düzey siyasetten pazarlama dünyasına yayıldı 2019 boyunca. Çevre felaketi gibi bir kavramın tasarım dünyasına bulaşmaması, onu etkilememesi düşünülemez. Bu alanda pek çok duyarlı hareketin başladığı yaratıcı alanlar, Greta ile aradıkları cesareti buldular. 7'den 70'e herkese ilham veren Greta için, onun bu protest kişiliğinden hareketle bir de harf fontu yaratıldı.
New York'taki Uno isimli tasarım stüdyosunun kurucularından biri olan Tal Shub isimli bir tasarımcı, Greta'nın tüm protestolarında yer alan el yazılarını inceledi. Ortaya bu aktivist genç kızın öfkesinin, protest kişiliğinin yansıdığı el yazılarından ilhamla profesyonel kullanım için bir tipografi çıkmış oldu: Greta Grotesk ! Tasarımcı Tal, bu el ile yazılmış pankartların aslında tüm hareket adına en önemli iletişim unsurlarından birini oluşturduğunu belirtiyor.
Greta Grotesk fontu
Mimarlık alanında, ülkemizde art arda açılan müze yapıları ile çokça duyduğumuz, Kengo Kuma, Grimshaw Architects gibi dünyaca ünlü isimlerin yanında, kuşkusuz bu mimarların işlerini de ayrı ayrı beğenmekle birlikte, bir başka isim bende iz bıraktı. Eğitimini tamamladığı Viyana'dan ülkeye dönme kararı aldığı günden bu yana çalışmalarını kendi stüdyosunda yürüten genç mimar Ömer Selçuk Baz, Çanakkale'de açılan Troya Müzesi projesi ile bana göre herkesi geride bıraktı. Bu projeyi henüz yerinde görmesem de geçtiğimiz günlerde detaylı bir sunum ile anlama şansım oldu. Fotoğraflarda bile oldukça etkileyici olan kütleleri, yapının çevresiyle olan ilişkisini ve beni çok etkileyen doğal ışık kullanımını deneyimlemek için fırsat kolluyorum. Time dergisinin 2019 yılının harika yerleri listesinde yer alan bu müze umarım 2020 yılının ilk aylarında finalde aday olduğu Avrupa Konseyi'nin yılın müzesi ödülünü de alır, tüm kalbimle diliyorum.
Troya Müzesi
Ödüller, çok da önem verdiğim bir faktör değil; özellikle ticarileştirilmiş ödülleri hiç mi hiç önemsemiyorum. Ancak aralarında elbette köklü enstitüler, vakıflar, ve yayınlar tarafından verilenler var ve bunlar, gerçekten de az sayıda tasarımı, ciddi özelikleri ile değerlendirerek yüceltiyorlar. Böylesine varım.
Mekan tasarımı alanında 1932 yılından beri yayında olan Interior Design Magazine dergisinin ödüllerinde bu yıl bir Türkiyeli tasarım ödüle layık görüldü. Kerem Özerler, Kutay Yorulmaz ve Mert Can Uzyıldırım'ın ortaklığında kurulmuş olan Wangan tasarım ofisinin lambası "Three Quarter" sarkıt aydınlatma ürünü alanındaki ödülü aldı. Bu tasarım, çokça fikir üretilen bir ürün gamı arasında, tasarım ile nasıl farklı bir çizgi yakalanabileceğini bana bir kez daha tebessüm ettirerek gösterdi. Aydınlatma benim profesyonel iş alanım olduğu için hemen hemen tüm ürünlerine aşina olduğum bu tasarım alanında sundukları özgün anlayıştan dolayı bu genç tasarımcıları kutluyorum. Kendilerine üzücü bir haberim de var tabii: Aydınlatma dünyasında öyle büyük bir kopyacılık yeteneğine sahibiz ki, çok kısa bir süre içerisinde bu tasarımlarını pek çok üreticide kopya olarak göreceğiz; aman hukuki yollardan hak arayışlarını bir an olsun kesmesinler!
Wangan, Three Quarter Aydınlatma
Paola Antonelli'nin Milano Trienalle'de kürötrlüğünü üstlendiği Broken Nature isimli sergi, tasarım otoriteleri tarafından yılın en iyi sergisi olarak gösteriliyor. Ben de burada sizlerle bu sergiyi paylaştığım için ve bize gelecekteki eğilimleri göstermesi bakımından son derece önemli olan bu sergiye biraz olsun dikkatinizi çekebildiğim için gururluyum. Sergiler ve bienaller birbirini sıkıcı biçimde tekrarlıyor. Bu gösterimlerin bile neredeyse artık kendi pazarı var. Başarılı bir işin farklı coğrafyalarda sergilenmesi anlaşılabilecek bir şey, ancak aynı fikirlerin ısıtılıp ısıtılıp farklı başlıklar altında bizlere sunulmasından sıkıldık yaratıcı beyinler olarak. Kırılgan doğa, yepyeni fikirler ve kapsamlı bir derleme sunan, oldukça iz bırakan bir işti doğrusu.
Broken Nature sergisinde Compression Cradle isimli eser, Angela Rui
Listem uzar gider, ama son olarak belki tasarım değil ama bir açık hava yerleştirmesi formundaki sanat eserini bu listeye dahil etmek istiyorum. Hakkında benim belirtebileceklerime gelinceye kadar pek çok yerel veya global kaynaktan daha fazlasını okuyabilirsiniz. Bu iş fikrini aştı ve etkisi tüm dünyaya yayıldı.
Yılın en yaratıcı fikri bana göre grafik tasarımcı ve sanatçı Vahit Tuna'nın Yanköşe için gerçekleştirdiği "İsimsiz" yerleştirmesiydi. Yanköşe, Meclisi Mebusan Caddesi üzerinde binalar arasındaki sağır duvarları bir sanat alanına dönüştüren, kar amacı gütmeyen bir platform; 2017'den beri hayatımızda. Burada İsimsiz'e kadar birkaç farklı yerleştirme daha yer aldı ancak Tuna'nın işi, yarattığı gündem, çıkış fikri, basitliğine karşılık yarattığı etkinin gücü ile hafızalarımıza kazındı. Ne bienallerin ne de sanat fuarlarının yaratamadığı sanat üretimi hakkındaki tanıtımı da, tek bir beyin ve tek bir iş alasıyla yaptı. İçeriğin önemi, kalitesi böylece bir kez daha kalın bir çizgi ile belirlendi.
Tuna, her duyarlı yaratıcı gibi, bu ülkede her yıl, her ay, her hafta, her gün, her dakika şu ya da bu sebeple öldürülen kadınlara kayıtsız kalamadı ve onların ayakkabılarını duvara bir anıt gibi dizdi.
Duygular, ananeler, gerçekler birbirine bu işte bağlandı.
Bu iş bizi, başka bir yaratıcı eser ile de ilişkilendirdi. Bu satırları yazarken, ellerim gitmeye gitmeye, 2013 yılında sanatçı Zeren Göktan tarafından yaratılan anıtsayaç isimli siteye girdim. Bu web sitesi şiddet yüzünden ölen kadınların isimlerinin, bilgilerinin kayıt altında tutulduğu bir dijital anıt.
Vahit 440 çift ayakkabı ile yarattı anıtını; 2019'un bu son günlerinde baktığımda 407 kadının öldürüldüğünü buradan üzülerek öğrendim.
Yaratıcılık susmuyor ve farkındalığımızı arttırıyor. Türkiye'de daha özgür, daha cesur daha özgün yaratıcı fikirlerin ortaya çıktığı, kişilerin, kurumların, fikirlerin kalitesinin ön sıralara yerleştiği bir yeni yıl olsun 2020.
Vahit Tuna, isimsiz
Kapak görseli: Photo - Daria Scagliola