13 Ekim 2019

AURA-mız

Kurulduğu günden bu yana uzaktan izlediğim ve geçtiğimiz gece bir etkinliğini izleme şansına eriştiğim İstanbul Mimarlık ve Şehircilik Akademisi AURA, bizi ışığa, aydınlığa, kişisel enerjimize, bilime, mistisizme götüren düşüncelerle buluşturan bir öğrenme evi

Bu başlığı görüp bu hafta mistik bir konu etrafında dolaşacağımı sanabilirsiniz. Aslında İstanbul'un yıkıcı ve dökücü temposu içerisinde mistisizme kaçmak en büyük arzularımdan biridir; bir kez o kapıdan içeri girersem geri dönmeme ihtimalim var; bu nedenledir ki, o kapıdan bir kez bile adım atmayıp günlük yaşam koşuma azimle devam edenlerdenim.

Diğer yandan bir AURA deneyimi yaşadım ve sizlerle paylaşmalıyım. Bu bildiğiniz bir AURA deneyimi değil ama istersek mistisizmle de buluşturabileceğimiz yanları var.

Aura, yani insan bedeninin yaydığı çoğunlukla ışık olarak betimlenen enerji, eski çağlardan bu yana üzerine pek çok inanışı da geliştirmiş olan, yaşam biçimlerini şekillendiren, çoğunlukla mistik olarak algılanan bir kavram. Bedenin yedi adet aura katmanına sahip olduğuna inanılıyor. Bunlar fiziksel, astral, düşük, yüksek, manevi, sezgisel ve mutlak seviyeler olarak adlandırılıyor. Bu kadim bilgi etrafında kişilerin sadece psikolojik sağlıkları değil; kimi fiziki sorunlarının da ötesine geçebileceğini deneyimleyen, deneyimleten pek çok ortam var.

Aura'nın fiziki varlığı ise 2009 yılında Japon bilim insanlarının yayınladığı bilimsel bir çalışma ile ispatlandı. Tohoku Teknoloji Üniversitesinde çalışmalarını yürüten bir grup bilim insanı, insanların bioluminescence , yani biyolojik olarak parlayan varlıklar olduklarını belgeledi. Bu ışıldamayı biz gözlerimizle göremiyoruz.

576 megapixellik gözümüz maalesef oldukça kısıtlı bir ışık aralığını görme becerisine sahip. İnsan gözünün algılayabildiği ışınların dalga boyu 390 ve 750 nanometre arasındakiler sadece. Bunların dışındaki ışınları algılayamıyor, yani göremediğimiz için yok var sayıyoruz. Oysa evrenin görmediğimiz büyük bir parçası daha var. İnsan gözü ile görünmeyen bu ışık dalgalarını ultraviyole, infrared gibi isimlerle adlandırıyoruz. Doğada pek çok kuş cinsinin, arıların, böceklerin, kedi ve köpeklerin bizden daha geniş bir spektrumda ışık algısı olduğunu, hatta akvaryumunuzda beslediğiniz Japon balığının dünyada hem ultraviyole hem de infrared ışın dalgalarını algılayabilen tek canlı olduğunu da belirtmeliyim.

 

Doğada, özellikle okyanus canlılarında görülen parlama hali, insanlarınkinden daha farklı üstelik. Bu canlıların çoğu, ışığı emerek yansıtıyor. Oysa insan bedeninin aurası kendi iç enerjisinden ortaya çıkıyor. İnsan elektrik üreten ve bunu kullanan bir makine. Beynimizde 100 milyarın üstünde mikroskobik hücre var ve nöronlar aralarında iletişim kurmak için küçük elektrik dalgaları üretiyorlar. Atomların içindeki ışık parçacıklarını Einstein 1905 yılında keşfetmiş ve bunlara ışık yayan kütle anlamına gelen photon ismini vermişti. Işık ile enerji arasındaki bağlantı da bu keşifle çözülmüş oldu ve hala bilmediğimiz evreni anlamak için bu buluştan faydalanıyoruz.

Beynimiz ile komuta edilen her aksiyonumuz, özetle tüm varlığımız elektrik ile çalışıyor bir bakıma. Sadece beynimizde üretilen elektriğin düşük voltajlı bir ampulü yakacak güçte olduğunu pek çok yerden okumuş olabilirsiniz. Tüm vücudumuzun toplam enerji ihtiyacı günde 100Watt olarak ölçülmüş ve tek başına beyin 20 Watt'lık bir enerji tüketiyor. Bu kısa bilgiler ışığında insanın aurası, mistik ve eski çağlardan gelen bir bilgi olmaktan çıkıyor; kişinin iç enerjisinin yaydığı bilimsel ve elektrik yüklü bir gerçekliğe dönüşüyor.

Kurulduğu günden bu yana uzaktan izlediğim ve geçtiğimiz gece de bir etkinliğini nihayet izleme şansına eriştiğim AURA, sadece ismi ile bile birlikte, bizi ışığa, aydınlığa, kişisel enerjimize, bilime, mistisizme götüren düşüncelerle buluşturan bir öğrenme evi. Bir grup tutkulu yaratıcı insan tarafından gençlere araştırma ve eğitim imkanı tanımak üzere kurulan İstanbul Mimarlık ve Şehircilik Akademisi AURA, ismini, İngilizce versiyonunun baş harflerinden alıyor: The İstanbul Architecture and Urbanism Research Academy.

2017 yılından bu yana kar amacı gütmeyen bağımsız bir insiyatif olarak kurulan bu oluşumun neden ortaya çıktığını belki de en iyi biçimde açıklamak için kendi ifadelerini paylaşmam gerek:

"Kentsel nüfus artışı, özellikle İstanbul'da şehri ve içinde yaşayan bizleri zorlamakta. Bu artış çeşitli boyutlarda kültürel ve ekolojik tahribata yol açarken, artan nüfus baskısı da kentsel ve toplumsal yaşam ile yapılı çevre arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlıyor.

Alışılagelmiş tasarlama ve planlama çözümlerinin 21. yüzyılın ihtiyaçlarını karşılamadığı gerçeği ile harekete geçen AURA-İstanbul, tasarım yaklaşımlarının herşeyden önce, özellikle sosyal bilimler gibi farklı disiplinlerden yararlanarak kendisine daha geniş bir gelişme alanı yaratabileceğini düşünüyor. Bir taraftan da geleneksel olarak üniversitelerde vurgulanan tekil çalışma yöntemlerinin grup çalışmasına dönüştürülmesi gerekmekte. Beşiktaş'taki merkezimizde, mimar, iç mimar, şehir ve çevre planlamacısı gibi tasarım alanlarında çalışanların bu yöndeki gelişmelerini tamamlayabilmeleri, kentsel sorunları çözerken, araştırmacı ve bütüncül bir tasarım yaklaşımı sergileyebilmeleri için kendi tecrübelerimizden ve dünyadaki eğilimlerden yararlanan bir eğitim programı oluşturduk.

Tasarım sürecinin asla kapalı bir döngü olmadığı ve herkes gibi yaratıcı iş kollarında çalışanların da hayat boyu süren eğitim olanaklarını kullanmaları gerektiği açıktır. Bu konudaki sorunlardan yakınmak yerine bir alternatif yaratma amacıyla yola çıkan AURA-İstanbul, kâr amacı gütmeyen bir yapı olarak kuruldu."

Diyor kurucular ve "Kentlerin mimari ve kültürel mirasının korunmasının önemine inanan, kentsel ve çevresel planlamanın insan mutluluğuna katkısının ancak insana yatırımla sağlanabileceğinden hareket eden..." bir yaklaşımları olduğunu belirtiyorlar.

Y. Mimar Kurtul Erkmen, Y. Mimar Yılmaz Değer, Y. Mimar Sinan İzgi, İç Mimar Jale Kulin, Y. Mimar Erhan İşözen, İşletmeci Mehmet Bayrak, Avukat Orçun Horozoğlu önderliğinde kurulan bu enstitü, bizim İstanbul'daki AURA'mız. Beşiktaş çarşısının ortasında özenle hazırlanmış mütevazı bir işlikten yayılan bu ışık, etrafına pervaneler gibi diğer meslek profesyonellerini de çekiyor kuşkusuz. Bu oluşumun gerek danışma kurulunda gerekse seminer programlarında pek çok değerli isim var göze çarpan…

Bir yıl içerisinde 15 haftalık, hiç de azımsanamayacak yoğunluktaki çeşitli sertifika dönemleri içinde katılımcı öğrencilerine eğitim veren AURA, aynı zamanda profesyonellere yönelik söyleşi ve paylaşım temposunu da kuruluşundan bu yana hiç düşürmedi.

Lisans eğitimlerini tamamlayan adaylar, portfolyo ve özgeçmişlerinin yanında bir niyet mektubu ile başvurularını yapıp, seçilmeleri halinde bu programlara katılabiliyorlar. Başvuru ve katılım tüm mesleklere açık olsa da, elbette burası bir mimarlık ve kent araştırmaları merkezi olduğundan katılımcıların bu alanda bilgi , ilgi ve belki biraz da deneyim sahibi olmaları bekleniyor. Tıp eğitimi alıyorsanız belki sırf meraktan gidip bir bakayım diyebileceğiniz bir yer değil AURA ama örneğin eğitimini yeni tamamlamış bir sosyolog iseniz, veya bir ürün tasarımcısı iseniz yada ne bileyim kentsel alanda ilgisi ve bilgisi bulunan ve kendini geliştirmek isteyen bir teknoloji eğitiminiz var ise gönül rahatlığı ile başvurabileceğiniz bir akademi burası.yaratıcı ekip çalışmasının temelinde farklı disiplinlerden gelen insanların düşünce üretimini her fırsatta vurguluyoruz; AURA'nın da amacı mimarlık ve kentsel alandaki çalışmaları geliştirmek ve bu çeşitlilik ile bir adım öteye taşıyabilmek.

Sertifika programlarının genel amacı, katılımcıların yapılı çevre üzerinden hem sosyal, hem politik, hem de ekolojik bağlamları anlamalarına, eş zamanlı olarak da tasarım, temsil ve uygulama teknolojileri konularında kavramsal ve teknik yeterlilik düzeylerini geliştirmelerine yardımcı olmak.

Oluşum sadece İstanbul'da değil İstanbul dışında da program yürütüyor. Örneğin kurulduğu yıl olan 2017'de Aydın / Söke'deki Doğanbey köyünde de bir yaz akademisi gerçekleştirdi. 12 lisans ve yüksek lisans öğrencisinin katılımı ile gerçekleşen bu programda öğrenciler hem etraflarındaki tarihi dokuyu anlamaya çalıştılar, hem de kent ortamından uzaklaşarak farklı bir atmosferde mesleki pratiklerini, düşünme becerilerini geliştirme fırsatı buldular.

AURA'nın bu şekilde İstanbul dışındaki bir köy ortamında yaptığı çalışmayı elbette yıllardır yapan farklı oluşumlar da var; ilk aklıma gelen Emre Senan ve Ayşegül İzer tarafından kurulan Yahşibey yaz okulu. 2006 yılından bu yana her yaz burada kalıpların dışında bir tasarım deneyimi yaşatan bu köye de, bu şekilde gerçekleştirilen çalışmaların yararlarına da, dünyadan diğer örnekleri ile birlikte, farklı bir mecrada eskiden yazdığım " Orada bir köy var uzakta" yazısında değinmiştim.

Yahşibey Yaz Okulu'nun mimarisi Nevzat Sayın imzası taşıyor

AURA belli ki kenti kendine bir çalışma laboratuvarı edinmiş ama bu girişimi ile yeteneklerini kent dışında da sürdürebilen bir oluşum olduğunu gösteriyor. Sadece bu da değil, her zaman savunduğumuz yaratıcı eğitimin farklı alanlardan ve disiplinlerden beslenmesi zorunluluğunun ortaya koyduğu eğitim açıklarını da anlamlı bir biçimde doldurmayı hedefliyor.


Shulamit Bruckstein / House of Taswir

Benim kendi AURA deneyimim bunun en iyi örneklerinden birini oluşturdu. AURA'ya ilk ziyaretimde şans eseri kendi meslektaşlarımdan birini, bir mimarı veya sektörden tanıdığım bir kişiyi dinlemedim; uzun zamandır uzaktan takip ettikten sonra nihayet katılabildiğim bu ilk seminerde düşünür, küratör ve kuram sanatçısı olarak tanınan Shulamit Bruckstein ile tanıştım. Bruckstein'ın siz bu yazıyı okurken sadece son bir kaç gün daha açık kalacak olan sergisi halen Artam sanat ve müzayede evinde devam ediyor. Berlin'de yaşayan ve çalışan sanatçının Türkiye'deki sanat ortamı ile yakın bağları var ve bugüne dek sanat dünyamızın öncü kişi ve kurumları ile pek çok iş birliğinde bulunmuş. Kurucusu olduğu Taswir House kapsamında farklı sanatçılarla işbirlikleri gerçekleştiren, çalışmalarını diaspora üzerine yoğunlaştıran sanatçı Berlin, Basel, Frankfurt gibi kentlerdeki üniversitelerde felsefe, görsel teori, ortaçağ edebiyatı gibi alanlarda dersler vermiş olan bir profesör. Daha sonra kendini sanatsal çalışmalara adamak üzere Tasvir Evi'ni kuruyor. Bize "Harflerden nasıl bir ev yaratılır" başlıklı konuşmasında oldukça katmanlı bir sanatsal düşünce serüveni sundu.

Biz AURA Suare kapsamında çok daha samimi bir söyleşi gerçekleştirdik ama bu konuşma bu yıl Nisan ayında Salt'da gerçekleşmiş ve kayıt altına alınmış; şuradan ulaşabilirsiniz:

Mimarlık ve kentsel tasarım eğitiminin açıkta kalan aralıklarını doldurmak derken tam da bu tür deneyimlerden bahsediyorum. Bu şekildeki bir zenginleşmeyi günümüz üniversite eğitimi koşullarında ülkemizde beklemek pek de mümkün değil.

Eğitim dünyasının bir parçası olmadığımdan ve ilgili gözlemlerime hala devam ettiğimden, bugün gençlere sunduğumuz eğitim koşulları üzerinde eleştri üretmek için henüz sınırlı olan bilgim ile büyük sözler etmek istemiyorum. AURA 'nın yayınlandığı ilk kitabında İhsan Bilgin bu konuda oldukça değerli bir metni kaleme almış. AURA ile ilgili yazmak istediklerim bitecek gibi değil; ama sizleri belki de burada yazdıklarım üzerine kendi keşiflerinize bırakmalıyım!


Ben tüm gecemi heyecanla bu kitabın içindeki projeleri okuyarak geçirdim. Son olarak bu kitaba da değinmek istiyorum.

Bir kitabın yayınını, kimilerinin tersine önemserim. Özelilikle etkinlikler, sergiler, atölye çalışmaları gibi, yaşanarak deneyimlendikten sonra yok olan, kalıcı olmayan pek çok işin, eylemin kitaplaştırılmasının değerini, kim bilir belki dijital ortamda erişmekten pek mutlu olduğumuz bilgiler bir gün bir siber kaza sonucu uçup gittiğinde daha iyi anlayacağız. Bu tür bir kitabın fiziki varlığı, hacmi, boyutu, sayfasının tuşesi dahi, geçmişteki o deneyimin gelecek nesillere aktarımının bir aracıdır. İçinde anlatılan büyük ve farklı dünyaların yanı sıra tabii. Bugünlerde yeni neslin kimi temsilcilerinin bir kitabı "bilgisayar altlığı" olarak kullanılan değersiz ve gereksiz bir varlık olarak nitelendirdiğine bizzat ve üzülerek tanık dahi oldum. Bu kişilerin belli kurumları temsil etmesinden ise daha üzücü bir şey yok. Okulda, ve okul dışındaki eğitimin, görgünün önemi ve gereksinimi sanıyorum buralardan da alarm veriyor.

Bruckstein'ın ilham verici konuşmasının içerisinde belirtilen ev kavramını fiziki bir barınma mekanı olmaktan öte, bir metafor olarak tartışma şansı bulduğumuz AURA için de bir güzelleme yapıp, burayı bu sohbet sonrasında bir " öğrenme evi " olarak nitelendirdik. İşte bu öğrenme evi, bugüne dek gerçekleştirdiği çalışmalarını bir yayında derlemiş. Böylesi bir yayın olmasa, burada gerçekleştirilmiş projeleri belki de ekranları hızlıca kaydırıp göz ucu ile geçiştireceğiz. Önce de belirttiğim gibi bu yayın aynı zamanda, ülkedeki eğitim sisteminin iyileştirilmesine katkı sağlayacak pek çok düşünceyi de içinde barındıran bir girişim. Bu hali ile mevcut durum içinde bir duruş ve tavır sergiliyor.

Bu yayında, evsizler için konut, çöp ve mimarlık ilişkisi, ulaşım ile değişen kentsel mekanlar, kentin müphem alanları, kenti yürüyerek deneyimlemek, kentteki mezarlıkların durumu gibi çok ilgi çekici konulardaki araştırmaların yanında Beşiktaş, Üsküdar, Paşalimanı, Topkapı ve Maltepe sanayi mahalleleri, Çinçin Mahallesi, Kabataş-Karaköy hattı, İstanbul Boğazı üzerine de pek keyifli projeler ve çalışmalar sunulmuş.

AURA orada, Beşiktaş Sinanpaşa'da kar amacı gütmeyen bir oluşum olarak parıldamaya, ışık yaymaya devam ediyor. Katılımcılarına ve takipçilerine ücretsiz eğitim, araştırma, tartışma, tanışma imkanları sunuyor. İsteyen herkesin bir parçası olabileceği bu eşsiz girişim profesyonelleri aynı çatı altında birleştiriyor ve her aksiyonu ile çok yönlü bir katma değer sağlıyor. Bana göre eğitim hayatının da kentin de bir yara bandı niteliğinde AURA, ne varki bu içten gelen enerjinin "iyileşmenin kendisi " olabileceğini de biliyorum.

Walter Benjamin, 1936 yılında kaleme aldığı mekanik üretme çağında sanat isimli yazısında, bir sanatsal üretimin çoğaltılsa veya başka coğrafyalara taşınsa bile tek bir unsurdan yoksun kalacağını vurgulamış ve bu unsuru o eserin "aurası ' olarak nitelendirmişti.. Benjamin'e göre bir sanat eseri ancak içinde bulunduğu zamanda ve mekanda, yani olduğu yerde eşsizdi.

AURA'mızın bu gözümüzle göremediğimiz ışığını, okuyarak, takip ederek ve daha iyisi olduğu o eşsiz yere gidip bir parçası olarak algılayabileceğimizi umuyorum.

Yazarın Diğer Yazıları

Kavuşturan tasarım

Taksim Meydanı yarışması için gerçekleştirilen ve İBB TV’den de canlı olarak yayımlanan buluşma toplantısı kolektif tasarım adına atılabilecek en önemli ve gerçek adımlardan biriydi

İstanbul'dan Saskia Sassen ve Richard Sennett geçti

Sassen’e göre yapılaşmayı nihayetinde öğrendik; çünkü doğaya ve çevremize saygılı olmamız gerektiğini, insan odaklı olmanın kaçınılmaz olduğunu acı deneyimlerle idrak ettik. Artık bunu nasıl uyguladığımız önemli

Doğal afetler için tasarım

Telefonların çalışmadığı, internetin kesildiği, evimizin olmadığı, arabamıza atlayıp bir yere gidemediğimiz bir ortamda ne yapacağımıza dair bir fikrimiz var mı?

"
"