10 Kasım 2024

Tıpta güven kaybı

Her şeye rağmen iyi hekimlik yapan/yapmaya çalışan geniş bir hekim ve sağlık çalışanı ordusu mevcut. Gelecekten hiç umutsuz olmadım

İnsan bedenine müdahale etme yetkisine ve bilgisine sahip olan tek meslek hekimliktir. Bu elbette hastalar karşısında hekimlere bir üstünlük sağlıyor. Ancak, bu yetkiyi kullanırken olmazsa olmazların başında hastanın kendini ve bedenini emanet ettiği hekime güvenmesi şarttır. Karşılıklı sevgi, saygı ve güvenden yoksun bir hekimlik hizmeti kimseyi memnun etmeyecektir.

Bu konuya nereden girdik derseniz elbette kamuoyunda “yenidoğan çetesi” olarak günlerdir konuşulan olaylar zinciri. Bugün konuştuklarımızın buz dağının görünen kısmı olduğu, eğer soruşturmalar derinleştirilir ve üzeri kapatılmaya çalışılmazsa, ortaya çıkacaktır. SGK’nın özel hastaneler tarafından nasıl soyulduğunu hep birlikte görürüz.

Ben konuyu buraya değil de gelişen olayların hekimlere olan güveni nasıl erozyona uğrattığı kısmına getireceğim.

Aslına bakarsanız ülkede bir güvensizlik duygusu her zaman var olmuştur. Herkes tanıdık, güvenebileceği bir kasap, manav, araba tamircisi peşinde koşar. Eğer yoksa da güvendiği bir kişiden referans arar. Bunların hepsi ülkede insanların birbirlerine olan güvensizliklerinden kaynaklanıyor. Doğrusunu isterseniz bu konuda haksız da sayılmazlar.

İş sağlığa geldiğinde ise bu durum daha da önem kazanıyor, zira hekimlik uygulamaları yanlış veya eksik araba tamiri ile kıyaslanamaz.

Hasta yakınları ameliyathanelere alınmazlar. Aynı şekilde yoğun bakımlarda ve hatta hasta yataklarında bile ziyaret kısıtlıdır. Gözlerden ırak bu tedaviler/ameliyatlar yapılırken güven duygusunun eksiksiz olması gerekir.

İşte son olayları izlerken beni en çok üzen ve endişelendiren bu güven duygusunun ciddi bir şekilde zarar görmesi oldu. Olaylarda adı geçen hekim ve diğer sağlık çalışanlarının sağlık ordusunun çok küçük bir bölümünü oluşturması maalesef bir önem taşımıyor ve hemen genellemeler yapılabiliyor. İyi hekimlik yapan büyük çoğunluğun bu kaybedilen güven duygusunun tekrar kazanılması için daha fazla gayret göstermesi gerekecek.

 

Bugünlere nasıl geldiğimiz apaçık ortada. Her meslekte kötü niyetli kişilerin olması kaçınılmazdır ve hekimlik mesleğine leke süren meslektaşlarımıza çok kızgınım. Ancak, sorunu bunlara yıkarak kaçmak esas sorunun gözden kaçırılması anlamına gelir. Nedeni çok açık; sağlığın özelleştirilerek bir rant kapısı haline getirilmesi.

1961 Anayasası sağlığı bir hak olarak tanımlar ve bunu sağlama görevini de devlete verir.  1982 Anayasasında ise devlete sadece denetleme görevi verildi. Ayrıca 1961 Anayasasında sağlığın sosyal belirleyicilerinden biri olan konut ihtiyacı da devletin görevleri arasındaydı.

 

Türkiye’de “Sağlıkta Dönüşüm” adı verilen sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi projesi 1982 Anayasası ile başladı. Darbeyi yapan komutanların bu konuda hiçbir fikrinin olmadığını tahmin etmek zor değil. O günlerde birileri planlamayı yapmış.  

Taşlar döşendikten sonra uygulamaya koymak AKP hükümetine kaldı. TTB sağlığın özelleştirilmesinin yoksul kesimlerin sağlığa ulaşmasını engelleyeceğini, kamuda sağlık hizmetinin aksayacağını, uygulanacak performans sisteminin de sağlık harcamalarını arttıracağı gibi sakıncaların yanısıra hekimler arasında ayrımcılık yaratacağını da defalarca dile getirdi.

Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ ise TTB ve destekleyen hekimleri “Che’nin izindeler” diyerek ötekileştirmeye çalıştı ve ısrarla yapılanların özelleştirme olmadığı yalanını söyledi.  

Sonuçta maalesef her zaman olduğu gibi ileriyi görebilen TTB haklı çıktı. Söylediklerinin hepsi oldu. Bugün nitelikli sağlık hizmeti alınabilmesi için özel hastanelere gitmek zorunlu hale geldi. Özel hastane sayıları hızla artarken kamu hastanelerinde kapasite artmadı, azaldı. A tipi ameliyatlar olarak tanımlanan büyük ameliyatların üçte ikisi özel hastanelerde yapılıyor.

Özel hastane sahipleri sadece kazançlarını düşündüklerinden hekimleri gerekli gereksiz muayene, tetkik, ameliyat yapmaya zorladı. Sistem böyle olunca da mesleği kötü amaçlarla kullanmak isteyenlere fırsat doğdu.

Sistem nedeniyle yurt dışına giden hekimlerin sayısı da çok arttı. Her şeye rağmen iyi hekimlik yapan/yapmaya çalışan geniş bir hekim ve sağlık çalışanı ordusu mevcut. Gelecekten hiç umutsuz olmadım.

A. Özdemir Aktan kimdir?

A. Özdemir Aktan, Ankara'da doğdu. İlkokulu Rize'de bitirdikten sonra ortaokulu Talas Amerikan Kolejinde, liseyi ise Tarsus Amerikan Kolejinde bitirdi.

1971 yılında girdiği Hacettepe Tıp Fakültesini 1977 yılında bitirdi ve aynı yıl Hacettepe Tıp Fakültesi Genel Cerrahi asistanı oldu.

!982 yılında genel cerrahi uzmanı olduktan sonra askerlik ve zorunlu hizmet sonrası 1986 yılında Gazi Üniversitesinde yardımcı doçent olarak akademik kariyerine başladı. 1988'de Marmara Üniversitesine geçtikten sonra aynı yıl doçent ve 1994 yılında da profesör oldu.

Marmara Üniversitesinde 27 yıl görev yaptıktan sonra 2015 yılında KHK ile üniversiteden uzaklaştırıldı.

İstanbul Tabip Odasında değişik görevlerden sonra 2006-2010 yılları arasında İTO başkanı, 2010-2012 yılları arasında TTB Merkez Konseyi ikinci başkanlığı ve 2012-2014 yıllarında ise TTB Merkez Konseyi başkanlığı yaptı. İTO anılarını "Savaş Köprüleri Vurur" ve TTB anılarını "Hekimler Suç İşliyor" isimli kitaplarda yayımladı.

Halen hekimlik mesleğine ve TTB aktivistliğine devam ediyor.

Evli ve iki çocuk babası.

Yazarın Diğer Yazıları

Ürik asitin marifetleri

Gut hastalığı, ismini en güçlü Roma tanrılarından olan Satürn’den almış. Çocukları arasında gezegenlere isim veren Neptün, Pluton ve Jüpiter de bulunuyor. Böyle kötü bir hastalığa güçlü bir tanrının adını vermek yerinde olmuş

Bir kadın evlenince…

Evli bir kadın eşinin haber ve izni olmadan doğum kontrolü için hap kullanırsa veya spiral taktırırsa suç işlemiş mi olur? Eşi mahkemeye başvurursa haklı çıkar mı?

Adli tıp konusu

Yapay zekanın şimdilik nereye kadar gelişeceği kestirilemediğinden adli tıbbın nereye evrileceği de belli değil. Ancak makineler ne kadar gelişirse gelişsin insanın ve bu konuda adli tabiplerin yerini alması gerçekleşmeyecektir

"
"