Süleyman Demirel
Türkiye siyasetinin ‘Baba’, ‘Çoban Sülü’ lakaplı politikacısı, merhum Süleyman Demirel, Türkiye popunun altın çağını yaşadığı 90’larda iktidardaydı. 1991 Seçimleriyle artık son kez Başbakanlık koltuğuna oturan, binaenaleyh iki yıl sonra da Cumhurbaşkanlığına seçilecek olan Demirel gibi o yıllarda Türkiye popu da hızla yükselen bir grafik çiziyordu. (O dönemde nedense her şey hızla yükseliyordu, gerçek verilerle hesaplanan enflasyon bir yılda yüzde 71’e ulaşmıştı.) Demirel, siyaset sahnesine ‘Altı kere gidip yedi kere gelerek’ devlet yönetimine abone olurken, Türk popunun en yüksek satış rakamlarına ulaşan albümlerinden Yonca Evcimik’in “Abone”si de yine aynı sene, 1991 yılında çıkıyordu. Bir yıl sonra Barış Manço’nun “Süleyman”ı ile Türkiye popu, Demirel’e matuf yeni bir eser kazanacaktı. Yedi kez geri gelen Demirel, Fikret Kızılok’un şarkısında olduğu gibi hep vardı; “Süleyman hep Başbakan”dı:
“Arabamız, evimiz, İki anahtarımız, Nasıl da inanmıştık, Verir diye babamız”dı.
Fikret Kızılok
Bu mühim tarihi bilgileri niye anlattım? Bugün Türkiye pop müziğinin güncel örnekleri üzerinden bir dinleme yapınca, Demirel’e atfedilen bir vecize aklıma geldi de ondan. Efendim kendisine sormuşlar, “Bana Türkiye’nin durumunu bir kelimeyle anlatın derseniz, iyi derim. İki kelimeyle anlatın derseniz, iyi değildir derim” demiş. Bu beyanat, toplumsal refah sarkacının eksiyle artı arasında salınıp durduğu bir ülkeyi tarif edebilmek için hayli kullanışlı bir ifadeydi. Nereden bakarsan öyle görünen bir ülkede, kimimiz için hayat iyiyken kimimize göre iyi değildi. Bu ikircikli durum, şarkılarımıza da yansıyordu. “Daha da Mutluyuz Yarınlarda” ile “Görmedim Ömrümün Asude Geçen Bir Demini” arasında gidip geliyorduk. Başta Demirel’in olduğu o 90’lı yıllarda, ‘İyiyiz ve iyi değiliz’e çarparak salınan bir milli ümit ve karamsarlık sarkacı arasından her iki kutba da dokunan çokça şarkı çıktı.
Demirel gitti, şapkası uçtu, geldik 2000’lere. O’nun yukarıdaki sözleri, bugünün müziği ve ortaya konan eserler için de söylenebilme genişliğine sahip gibi. Fakat özellikle son on yılda şarkıların, sarkacın daha çok negatif kutbunda biriktiğini de görebiliyoruz. Bugün aralarında sahici, arayışçı, samimi, sesiyle sözüyle nefesi kuvvetli, içimize doğru yeni yollar açabilen güçlü şarkılar var ama bir 90’lar cümbüşü yaşanmıyor. Birbirine çok benzer tınılar, karamsar, bedbaht, alayına isyan sound’lar altında akıp giden yılgın, vazgeçmiş sözlerle birbirlerinden ayırt etmenin güçleştiği şarkılar sardı dört bir yanımızı. Bu melodik patinaj içerisinde ilerleyememe halinde, şarkı yapmanın kolaylaştığı ama iyi müzik üretmenin zorlaştığı bir ahir zaman sendromu yaşıyoruz. Çok sayıda müzisyen, yorumcu, grup, solist var ama sanki bir tür, seçime katılım oranı yüksek fakat sandıktan çıkan sonuç aynı durumu. Şöyle ansızın yakalanıvereceğimiz, durduran, bekleten, sağa çektirip kendini dinleten, içkin, coşkun şarkılara hasretiz.
Biraz ağlayalım, biraz gülelim, kederlenelim, eğlenelim ama sahici olsun. Milletçe bize yaşadığımızı hissettirecek yeni söz-beste karışımlarına ihtiyacımız olan zor günlerden geçiyoruz. Türkiye büyük bir ülkedir. Bu memleket neler gördü; “Gülümse”lerden “Abone”lere, “Yalnızım Ben”den “Oynama Şıkıdım Şıkıdım”a, “Anlasana”dan “Onun Arabası Var”a, sarkacın iki ucu arasına çarpıp çarpıp gelen bu şarkılarla sevdik hayatı. Kederle neşe arasına sıkı bir bağ kuran, aynı zaman diliminde ikisine de dokunan, birinden aldığını diğerine taşıyan şarkıların arasında sallandık durduk.
Kederde neşelenmek bizim milli hünerimiz. Bize bu imkânı açabilen şarkılar da her zaman ‘gönül tahtımıza keyiflerince kuruldular.’ Bu dönemde de bu tahta oturmayı hak eden şarkılar, şarkıcılar yok mu, var elbette. Onlar arasında dikkat çeken isimlerden Mabel Matiz, Melike Şahin, Melek Mosso, Zeynep Bastık, Mert Demir, Selin, Mela Bedel, Dedublüman, Madrigal, Nahide Babashli, Emre Fel şarkılarını ve tabi pek çok ismi daha sayabiliriz. Benzerlerinden ayrılan işlere imza atabilen, soğuk suda bile lekeleri çıkarabilen güçlü şarkıların söz yazarı, besteci ve yorumcuları olarak devrin deveranının sesini onlarla duyabiliyoruz. Elimizde neşeyle kederin an be an birbirine dönüştüğü, iç içe geçerek bizi bir hoş ettiği bir 90’lar varken, gözümüz kulağımız orayı referans alıyor olsa da bugünün seslerinden işiteceklerimiz de çok. Zaten karamsar 2000’lerden her şeye rağmen ümit dolu 90’ları beklemek de çok yerinde bir talep değil. Bir kere o yıllarda enflasyon bile gerçek verilerle hesaplanıyordu.
Demirel’le başladım öyle bitireyim; ‘Dün dündür, bugün bugündür.’ Her şeye rağmen yaşasın bugünün şarkıları…
Ömer Sercan kimdir?
Ömer Sercan 1974'te Bursa'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Eskişehir ve Bursa'da tamamlayarak İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun oldu.
Öğrencilik yıllarında İstanbul Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü'nde başlayan uğraşını zamanla bir mesleğe dönüştürerek ulusal gazete, dergi ve TV kanallarında muhabir/editör olarak çalıştı.
Türkiye'nin önemli medya kuruluşlarında muhabirlik/editörlük, farklı içerikteki TV yayın ve yapımların program danışmanlığı, metin yazarlığı ve yayın editörlüğünü üstlendi. Çok sayıda tanıtım/ belgesel/reklam filmlerinin senaryo/metinlerini yazdı.
Türkiye'yi şarkılardan dinlemeye ve yazmaya devam ediyor.
|