Hafakanlar basıyor beni bugün, çünkü bir cümle duydum birisinin ağzından. Sersemlemiş bir haldeyim, yüzüne ağır bir yumruk yemiş bir boksör nasıl olur, işte öyle. Çünkü bugün Zafer Çağlayan whatsApp profiline “Üzülme, Allah bizimle” diye yazmış. Diyeceksiniz ki “Bir ayet yazmış niye sersemliyorsun?” Sorunun cevabını vermeye gerek yok, Zarrab’ın son ifadelerini duyan, hükümeti desteklesin, desteklemesin herkes bu şokun anlamını iyi bilir.
İfade ve yazılanı bir arada görmek rahatsız edici, ancak hakkında çok önemli rüşvet iddiaları olan ve bu yüzden Bakanlıktan istifa etmiş birisi, böylesine iddialı bir atak yapmayı neden gerekli gördü, nasıl oldu da buna cesaret etti?
Sanırım bu cesaret pompalanan algıya uygun, küresel güçlere karşı kimseyi yalnız bırakmadığını falan söylüyor. Çok önemli bir ayetle iyi bir destek atıyor. Nasıl olsa ortada hazır bir söylem ve siyaset erbabı kıvraklığı mevcut, Çağlayan fırsatı affetmiyor.
Bu atağa en çok “Müslümanım” diyen kişilerin itiraz etmesi gerekirdi. Zira istediği kadar hükümeti desteklesin, yolsuzluk iddialarından dolayı istifa etmiş bir eski Bakan’ın çok önemli bir mazlumiyeti ifade eden bu ayetle kendisini ifade etmesine birazcık itiraz etmeleri gerekiyordu.
Bu ayet niye tam aksi yönde kullanılıyor, onu açıklayalım. Hz. Muhammed insanları İslam’a davet ederken, Mekke’de söyleyebileceği tüm sözleri söylemiş, yapabileceği tüm gayretleri sarf etmiştir. Artık onu çeşitli şekillerde koruyacak bir akrabası, gücü kalmamıştır. Kendisine yönelik ölüm tehdidi artmaktadır. Allah’ın emriyle bir gün Mekke’den ayrılması bildirilmiştir. Bir gece sabaha karşı madden en güçsüz halindeyken, tedirgin yakınlarına veda ederek Mekke’den ayrılır, yanında en samimi ve fedakar arkadaşı Ebu Bekir vardır. Evi terk ederken ölümden kılpayı kurtulmuştur ama onu bekleyen büyük tehlikeler bitmemiştir. Medine’ye güzergahını takipçilerini şaşırtmak için değiştirse bile başına vaad edilen büyük paralar, onun izlerinin saklandığı Sevr dağındaki mağarada bulunmasına yol açmıştır. Karanlık bir gecede arkadaşı Ebu Bekir’le saklandıkları mağaraya silahlı Mekkelilerin yaklaştığını görünce iyice tedirgin olurlar. Telaşlanan ve hem arkadaşına hem de , zira düşmanlar hemen kapının ağzındadır. Sadık arkadaşının elini sımsıkı tutan Hz. Muhammed “Üzülme, Allah bizimle” tarihi sözünü söyler. Bu söz en zayıf olduğu anda en güçlülere karşı sarf edilen unutulmaz bir sözdür. Cesaret, direniş ve inancın ne olduğuna dair Kur’anı Kerim’in unutulmaz ayeti olmuştur aynı zamanda. Ayetler bu olayı anlatır ve peygamberin ağzından naklederek ona büyük bir şeref bahşeder. Bu yaratıcısına dayanma hali tüm Müslümanlar için unutulmaz bir örnek ve andır aynı zamanda. Çünkü Hz. Muhammed ve arkadaşı yüksek değerler uğruna canlarını tehlikeye atmış, büyük bir sabır, direniş, inanç sergilemiştir.
Ya şimdi? Şimdi ne için kullanılıyor bu cümle. Tek bir Allah’ın kulu bu benzetmeden rahatsız değil midir? Bir kişinin bu benzetmeden rahatsız olması için Müslüman olmasına da gerek yoktur. Zira anlattığımız olayla, güncel vakıanın uygunsuzluğu ortadadır.
Tabii bu rıza yeni değil. “Bakara makara” dendiğinde de yutulmuştu hafife almalar, vicdan sızlatan haller. O zaman da tepki, muhafazakarlardan ziyade başkalarından gelmişti. Aslında yeni bir vaka değil karşılaştığımız, en kolay istismar edilen hep din olmuştur. Sadece siyasi değil, dini anlayış bozulmasıyla ilgili derin kökleri vardır bu hadisenin. Dini anlayış nasıl mı bozuldu?
Hz. Ali ile savaşan Muaviye, yenilmek üzere olduğu anda bulduğu kurnazca bir çözüme başvurur. Mekke dışından savaşa katılmış ve dini henüz tam anlamıyla anlayıp, sindirmemiş Müslümanları kandırabilecek bir yöntemdi bu. Yenilmek üzere olan Muaviye ordusu mızraklarının ucuna Kur’an sayfalarını takmış ve karşı tarafa “Kur’an’a karşı savaşıyorsunuz” mesajı vermek istemişti. Hilekarca bulunan bu yol netice vermiş, Hz. Ali tarafındaki asker Kur’an’a karşı savaşılamayacağını düşünerek silahı bırakmıştı. Bu belki ilk din istismarıydı ama tarih boyunca tüm istismarcılar çok etkili bir yol bulduklarını anlamışlardı.
Müslüman dünyanın hikayesi aslında buralardan başlıyor. Muhafazakar ve maslahatçı bir ehli Sünnet anlayışı bu konuda net ve keskin bir teşhis ve tavır gösterememesinin bedelini hala ödüyor, bundan sonrasında da ödeyecek gibi.
Niye çok sersemlediğimi anlatabilmişimdir sanırım. Problem sersemlemek değil, sersemleyememek sanırım. Bu denli görmezden gelmek, umursamamak nasıl mümkün oluyor, anlayamıyorum. Haydi siyaset yaparsınız, bazı rüşvet iddialarını görmezden gelebilirsiniz ( anlayamıyorum ama anlar gibi yapayım), anlayamadığım bu denli vicdan sızlatan bir dini benzetmeye nasıl sessiz kalınabildiğidir? Tarihsel süreci açıklasam da yine tahammül edemiyorum, kabullenemiyorum.
Yolsuzluk iddialarına en çok dindarların karşı çıkması gerekirken en büyük suskunluğun onlardan gelmesinin büyük utancını bize yaşattılar zaten. Bir de bunu çok değer verdiğim anlarla özdeşleştirmek cür’etine susmak, tahammül edilmesi en zor olandır.
@gergerliogluof
www.omerfarukgergerlioglu.com