Hepimiz yine Filistinliyiz. İsrail, gücün esiri olmuş, Gazze halkını bire kadar kırmak istercesine saldırıyor. Gazze'de çocuklar öldürülüyor, kadınlar ortalıkta yok, evlerde çocuk doğurmaktalar, savaşa yeni kurban yetiştirmek için.
Kimin bu korkunç horozlanma kültürü? Erkekliğin, fetihçiliğin. Kimin bu kanlı bayram? Silahçıların, azgınlaşmış kârların.
Saldırganlara her yerden lanet yağıyor. Acilen ateşkes istiyoruz. Filistin ile İsrail, kesintisiz konuşmalara başlasın. Tanısınlar artık resmen birbirlerini, tanımak amacıyla konuşmaya başlasınlar. İsrail işgal ettiği yerlerden çekilsin. İşgal dışı sınırlarıyla İsrail'i İran dahil tüm devletler tanısın.
Ve kimse "Kahrolsun İsrail" diye bağırmasın: Orada da barışçılar, barış için çalışanlar, ayrıca ülkenin yurttaşı olan Filistinliler var. Kahrolsun saldırganlar, diye bağıralım. Kan davası istemiyoruz! Barış istiyoruz! İki tarafta da barışçıları destekliyoruz.
Yukarıdaki paragrafları 1.1.2009 tarihli Radikal gazetesinde yayımlanmış bir yazımdan aktarıyorum. Tarih sanki tekerrür ediyor. Yine de tam olarak aynı olmayan şeyler var.
Paragrafların yazıldığı 2009 yılında Hamas, Gazze’yi ele geçireli iki yıl olmuştu. Daha önce kimin elindeydi peki Gazze? FKÖ’nün elinde! Yani Gazze’yi Leyla Halid’lerin, Yaser Arafat’ların birleşik ve büyük direniş örgütü Filistin Kurtuluş Örgütü’nden kanlı bir iç savaşın sonunda 2007’de alarak başa geçmişti Hamas. Yaygın ve güçlü bir görüşe göre CIA ve MOSSAD tarafından kurdurulmuş bir örgüttü...
Aslına bakılırsa Filistin ile İsrail bundan tam otuz yıl önce, 13 Eylül 1993’te anlaşmaya varmayı başarmışlardı: Yaser Arafat’ın temsil ettiği direniş örgütü FKÖ ile İzak Rabin’in temsil ettiği İsrail, uzun Oslo görüşmelerinin ardından birbirini tanıyan iki devletli çözümde karar kılmış ve İskoç-İrlanda kökenli ABD Başkanı Bill Clinton’ın önünde Barış Anlaşması’nı imzalamışlardı. O 1993 Eylül’ünde yalnızca iki ay önce Sivas’ta yakılarak öldürülmüş olan arkadaşlarımızın yasına gömülmüş zihinlerimizle yeterince ilgilenememiştik Filistin-İsrail barışıyla. Oysa işgale ve savaşa karşı mücadele etmek kadar, ulaşılmış barışlara sonsuzca sahip çıkmak da gerekmez miydi? Gerçekten sonsuzca ama Avrupa Birliği gibi yalnızca “kendi içinde” değil.
Anlaşma imzalanmıştı ama İsrail devleti, Gazze’deki ve Batı Şeria’daki sayısız bölgede işgallerinden vazgeçmiyor, Birleşmiş Milletler’in kararlarını yıllar boyu hiçe sayıyor ve haklı olarak kendi topraklarını savunan Filistinlilere kan kusturuyordu.
Hamas, 7 Ekim'de İsrail'e karşı "Aksa Tufanı" operasyonu başlattı; Gazze Şeridi'nden 5 bin roket atıldı
Hepimizin ve her halkın her şeyden çok ihtiyaç duyduğu ilkedir barış. İnsan olmanın ilk şartıdır. Bugün insan hakları arasında Barış hakkına da nihayet yer verilebilmiştir. Belki de mülteci sorununun vardığı boyutlar nedeniyle zorunluluktan doğdu bu ilke. Ancak uygulanabilmesi için daha pek çok kötülüğün üstesinden gelinmesi gerekiyor, başta ayrımcılık ile gizli ve açık savaş kışkırtıcılığı olmak üzere.
Filistin-İsrail savaşında bu son büyük saldırı Hamas’tan geldi ve ne bayram gözetti ne de “Açıkhava Barış Konseri.” 2015 yılında Ankara Garı’nda, Barış Mitingi için toplanan yüzlerce insana saldırıp 109 kişinin ölümüne neden olan IŞİD intihar saldırısını hatırlamamak zor. Hamas belki IŞİD değildir; tıpkı onun gibi emperyal istihbaratçılar tarafından kurdurulmuş olduğu bilgisi doğruysa bile, İsrail yayılmacılığına karşı mücadeleye yaslanan bir yanı var ve tam da bu nedenle, “barış”ı hiç gözetmeyen kıyıcılığıyla, kurtuluşçu bir izlenim uyandırmaktan fazlasıyla uzak. Hatta diyebilirim ki aralarındaki başlıca güncel benzerlik, ikisinin de bir barış uğrağını berhava etmek hedefiyle hareket etmiş olmalarıdır.
İsrail’in verdiği karşılık ise bu kez soykırım kavramını dolaştırıyor zihinlerimizde. Tanrım! Dünyanın en büyük soykırımlarından birinin, belki de en büyüğünün kurbanı olmuş bir halk yaşıyor İsrail’de! İşte bu halk, kendi ülkesini yönetenlerin soykırımcı eğilimlerine karşı da mücadele etmek zorunda kalıyor.
Saldırılar her iki taraf açısından da tam anlamıyla zıvanadan çıkma durumuna işaret. Kökleri aynı topraklarda yatan bu insanlar Habil ile Kabil midirler, biri diğerini yok etmeye mi yazgılı? Filistin Hamas’tan, İsrail de Netanyahu faşistlerinden ibaret olsaydı, bu soru çok yerinde olurdu.
Beka kaygısı, ABD başta olmak üzere silah tekellerinin hadsiz hudutsuz kâr hırsı tarafından güdüldüğü sürece, zıvanadan çıkmayacak ölçü ya da önlem düşünmek zor. Her tür dışlanmışlık, hor görülmüşlük, yenilmişlik gibi beka kaygısı da özellikle bilinçli ve planlı olarak beslenip kışkırtıldığında, saldırgan yönelimler için biçilmiş kaftan olmuyor mu? Birinci Dünya Savaşı sonrasının bir yanıyla sosyalizme, bir yanıyla da faşizme yönelen Almanya’sı için ileri sürülen açıklamalarda bu argüman önemli bir yer tutar. Hitler’in Alman ordusunun işgallerine slogan kıldığı “yaşam alanı (Alm. Lebensraum)” şiarı, beka gerekçesiyle biçimlenmişti. Milliyetçi temeldeki güçlenme arzusu da belirli bir birikimin ardından her zaman yayılmacı politikaları beraberinde getiriyor. Netanyahu’ya bakarken bütün bunları düşünmemek zor. Öyle görünüyor ki antisemitizm yüzünden diken üstünde duran İsrail devleti, bu konuda istisna olmayı başaramayıp Yahudilerin binlerce yıllık eza cefayla beslenmiş beka duygusu temelinde çıktığı yolda benzer gerekçelerle benzer biçimlere sapmaktadır.
Hamas’ın saldırısı gibi İsrail’in son Gazze ablukası da şimdiden “ne pahasına olursa olsun” politikasının en tipik örnekleri listesine yazıldı. Anlaşılan o ki her iki tarafın da bir stratejik amacı var, o amacın dışında “gerisi teferruat” oluyor. Hem Hamas hem de İsrail yönetimi bugün tam bu canavarca zihniyette olduklarını gösteriyorlar. Ve kazanan, ne biri ne öteki ne de insanlık ama mutlaka silah tekelleri oluyor. Kaybedense “büyük insanlık” sevgili Nâzım.
Necmiye Alpay kimdir?
Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.
1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.
2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi.
Kitapları
- Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)
- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)
- Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)
- Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)
- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)
Çevirileri
- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.
- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)
- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)
- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)
- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)
- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)
- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)
- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)
- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)
|