09 Ocak 2025

Yeni bir algoritmanın ilk basamağı

Eğer “terörsüz Türkiye” sloganı devlet terörünü de kapsıyorsa, devlet de artık hukukun, insan haklarının, temel hak ve özgürlüklerin dışına çıkmaktan vazgeçecek anlamına geliyorsa, bakın işte öyle bir durumda bu yeni terimin tutunma, herkesçe benimsenme şansı olabilir

Milletçek yine ikiye ayrılmış durumdayız: Devlet Bahçeli’nin “barış” diyerek başlattığı bu yeni açılıma prim vermeli miyiz vermemeli miyiz? Verelim diyenler bir tarafta, vermeyelim diyenler diğer tarafta.

İşin ilginç yanı şu ki, Bahçeli’nin kendisi de bir yandan “barış” derken, hem de buna dört dörtlük, her tür akla uygun bir gerekçe göstererek “dünyada barış” diyorsak ülke içinde de barış dememiz gerektiğini dile getirirken, diğer yandan ertesi gün “Kürt sorunu yoktur” diyerek fay hattının birey boyutlarına kadar uzandığını göstermiş oldu. Diyeceğim, açılımın ne olup ne olmadığını, hangi sözcüğün hangi anlama geldiğini, hatta girişimin adını sanını tam olarak bilen yok. Herkesin ağzından işittiğimiz tek ortak sözcük, “süreç”. Türk efsanelerinden “Boğaç”ta anlatıldığı gibi, dişe dokunur bir varlık gösterdiği âna kadar da adı belli olmayacak galiba.

Gerçi devlet bu yeni açılıma “terörsüz Türkiye” adını uygun görmüş görünüyor. Hedef, terörsüz Türkiye. Mesele şu ki, bu adın uluslararası alanda fazla şansı olmayabilir, çünkü örneğin, çok yazılıp çizildiği üzere Avrupa Birliği’nin “terör” kavramı ile bizim burada resmî makamlarca kullanılan kavram arasında uyuşmazlık var. Bunun mümkün kıldığı bir hukuk dışılık sonucu, hepimiz her an terörizmle suçlanabiliyoruz.

Sonuçta iş şuraya geliyor: “Terörsüz Türkiye” sloganının devlet terörünü de kapsayıp kapsamadığı anlaşılamıyor.

Kimse çıkıp Türkiye bir terör devletidir demiyor elbette, diyemez de. Peki, devlet terörünün olmadığı, hatta ağır basmadığı bir ülkeyiz diyebiliyor muyuz? Hepimizin her an terörizmle suçlanabildiğimiz gerçeği bile başlı başına bir devlet terörü örneği değil midir, mahkeme kararlarına bizzat devlet tarafından uyulmaması gibi hukuk dışı uygulamaları saymasak bile?

Gerçekten de, ilk anda ne kadar çekici gelirse gelsin, hukukun üstünlüğünü içselleştirmemiş bir toplum için “terörsüz” sıfatını uygun bulmak kolay değil. Devlet kaynaklısı başta olmak üzere terörün her türlüsünü sona erdirmeyi açıkça hedeflemedikçe, Kürt sorununda herhangi bir açılımın ya da çözüm sürecinin inandırıcı olması kolay değil. Mevcut haliyle, Bahçeli eliyle başlatılan ve “barış” terimini de içeren sürece yekten karşı durmak ne kadar olacak şey değilse, tüm kuşkularımızı iptal ederek kalıcı barışın yolu açıldı diye düşünmemiz de o kadar olanak dışı görünüyor.

Böylece bir algoritmanın ilk aşamasına adım atmış oluyoruz. Eğer “terörsüz Türkiye” sloganı devlet terörünü de kapsıyorsa, devlet de artık hukukun, insan haklarının, temel hak ve özgürlüklerin dışına çıkmaktan vazgeçecek anlamına geliyorsa, bakın işte öyle bir durumda bu yeni terimin tutunma, herkesçe benimsenme şansı olabilir. Uygar bir ülke nasıl olurmuş, yalnızca “Ortadoğu”ya değil, Avrupa’ya da gösterebiliriz o zaman!

Ne yazık ki mevcut durumda yetkili makamlardan pek böyle bir rüzgâr esmiyor. Eğer ataların “perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” sözünü inandırıcı buluyorsak, eseceğini beklemek de fazla iyimserlik olur. Mevcut durumda daha çok, gizli bir “neo-Pax Ottomana” peşindeler gibi bir izlenim uyandırıyorlar.

Umarım bu yaygın izlenimi boşa çıkarmayı başarırlar. Barış açısını savunan yurttaşlar olarak bizlere bu yönde ancak yardımcı olmak düşer.

Algoritmanın bu ilk aşamasındaki iki çataldan yalnızca birini tek gerçeklik, daha doğrusu gerçekliğin tek boyutu olarak gören ve bu görüşte ayak diremek isteyen geniş kesimler var.

Ülke ve bölge gerçeği, ister halkların hakları açısından bakalım isterse devletlerin ve devlet benzerlerinin açısından, algoritmanın “barış” çatalını, yani Kürt barışını bir hayat memat meselesi haline getiriyor. Devlet Bahçeli’nin 7 Ekim 2024 çıkışı işte bu gerçeği “paradigma”sına dahil ediyordu. Sanıyorum “paradigma”sının belirli ölçülerde ciddiye alınmasının nedeni de buydu.

Girişimin ne tür bir ufuk açtığını net bir biçimde gösteren yazılardan biri, akademisyen Cuma Çiçek’in haftalık Birikim dergisinde yayımlanan 31 Aralık 2024 tarihli yazısıydı.

Bu fırsatla, bazen ilk, bazen ikinci olarak nitelenen Çözüm Süreci 2013-15 ile ilgili ortak yazarlı bir başvuru kaynağını da yeniden duyurmuş olayım: Barış Açısını Savunmak: Çözüm Sürecinde Ne Oldu? 

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)

- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)

- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)

- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)

- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)

- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Güncel çağrışımlar, palimpsest projeler

Merkez’in Merkez’i olmak! Uçum, eşbaşkanlığı ya da Osmanlı’yı anmaksızın, büyük harfli “Merkez Ülke”den söz etmektedir. Ne bileyim, bir bilimkurgu senaryosu ya da bugünlerde arada bir kulağımıza çalınan CENTCOM gibi bir şey!

Emperyal eğilim, sosyal eğilim

Devrimler yenilenmedikçe sosyalliğini kaybedip emperyalizme yem oluyor. Hem dışarıdan içeriye, hem de –artık- içeriden dışarıya yönelen emperyal eğilimlere yem... olmaya, sosyalliğimizi bozuk para gibi harcamaya yazgılı mıyız?

IŞİD’in D’si, SMO’nun M’si    

Suriye’de Halep-Hama-Humus-Şam hattı boyunca güle oynaya ilerleyen 2017 doğumlu HTŞ’nin “mücadele”si de bir “tuhaf savaş” değil mi sizce de? 

"
"