Geçenlerde bir bilim insanı, "Hepimiz aynı anda hem savaşın içindeyiz hem değiliz" diyordu, her tür ve herhangi bir savaşı kastederek.
Gerçekten de, savaşın neresindeyiz, biz, Türkiye olarak, Türkiye Türkçesi konuşan insanlar olarak, savaşın içinde miyiz, dışında mıyız?
Bu soru biraz Tanpınar'ın ünlü dizeleri gibi oldu: "Ne içindeyim zamanın/ Ne de büsbütün dışında". Yukarıdaki sorunun yanıtı da böyle zaten, ne içindeyiz savaşın, ne de büsbütün dışında.
Çeşitli yoğunluklardaki çeşitli savaşlar bizi bir biçimde etkiliyor, ama halk olarak ilintili işlerin çoğundan habersiziz, haberdar olacağız diye korkuyoruz ayrıca, haber diye çıkan çoğu şeye de güvenmiyoruz. Hem sansür var, hem de otosansür.
Daha doğrusu, otosansür yüzünden sansüre gerek kalmamış durumda.
Eskinin sansür günlerinde günlük gazetelerin bazı sayfalarında siyaha boyanmış köşeler olurdu. Diyelim okumak istediğiniz gazeteyi alırdınız, bir yazarın alışılmış köşesinin simsiyah basılmış ya da bir notla boş bırakılmış olduğunu görürdünüz. Bunun anlamı o köşede çıkacak olan yazının görevli savcı tarafından yasaklanmış olduğuydu.
Bizde gazetelerin ve gazetecilerin cezalandırılması olaylarına hemen bütün onyıllarda rastlanmıştır. Ama gün gelmiş, gazete sahipleri gazetelerinin toplatılmasından ya da yekten kapatılmasındansa bazı kısımlarını siyaha boyayarak ya da boş bırakarak çıkarmayı tercih etmişlerdir, maliyetler nedeniyle. Ne de olsa, gazete dediğin sansürlü köşeleriyle birlikte satılabilen bir şeydir.
Devlet zamanla, o simsiyah köşelerin kendi ayıpları sayıldığını anladıkları için, sansür uygulamasını sıkıyönetim dönemleriyle sınırlı tutmaya başladı. Sonra sonra, otosansürün yerleşmesi ölçüsünde, gazetelerdeki siyahlar ve boş köşeler büsbütün gözden kayboldu. Bunun anlamı, her şeyin normalleştiği değil, boşlukların bile görünmez hale geldiğiydi. Böylelikle zamanla boşluklar da zihinlere taşındı, taşınıyor.
Yine de haber almakta ısrar edenlerimiz, her şeye rağmen cesaret eden tek tük gazetelerden, ama en çok internette her kapatılışında bir sonraki sıra numarasına terfi etmiş olarak çıkan yeniyaşamgazetesi6.com.tr gibi yayınlara erişmeye çalışıyoruz. Sıra numaralı yayınlar, savaşın neresindeyiz sorusuyla ilgilenenler için bulunmaz kaynaklardır. Savaşın yalnızca çatışma boyutuna değil, neredeyse "bir ülke iki dünya" diyebileceğimiz kadar ikiye ayrılmış olan kültürel hayatımızın "öteki" tarafına, karartılmış ya da boş bırakılmış olan tarafına bakmamızın yollarından biridir, sıra sayılı yayınlar.
Boş bırakmanın yıllardır süren çeşitli türleri var. Hepsini toplayınca "yokmuş gibi davranmak" diye bir sonuç çıkıyor. Tıpkı Narin'i kuşatmış olan aile ve mahalle topluluğu gibi, "düşük yoğunluklu savaş" terimiyle tarihe geçeni dahil, bütün bir Kürt özgürlük mücadelesi yokmuş gibi davranan, gazetesiyle, derneğiyle siyasi partisi ve yazarıyla çok topluluk var, hem de yıllardır... Bir gün Kürt sorunu üzerindeki sansür son bulduğunda göreceğimiz belgeseller, okuyacağımız tanıklıklar, sayım ve dökümler nasıl bir etki yapacak dersiniz?
Savaşın önce gerçekleri öldürdüğü ne kadar doğru olursa olsun, sansürleri aşan hakikatler her zaman var oluyor. Ve işlerinden atılma pahasına hakikatlere yaklaşma cesaretini gösteren barışçılar, her zaman. Stalin'in oydurduğu ünlü fotoğraf gibi bütün fotoğraflardan kimleri ve neleri oymakla meşgul olacak o zaman sansürcüleriniz?
Pek çok açıdan "normal" hayatımıza devam ediyor gibiyiz, market raflarındaki azgın enflasyon dışında bir değişiklik, örneğin kıtlık bile yokmuş gibi. Gerçekten öyle olabilir mi peki, gerçek savaşları anmadan, genel ve soyut bir barış savunuculuğu ile yetinmekte bir göreceleştirme (rölativizm), yani geçiştirme tehlikesi yok mu? Dışındayız ama, büsbütün mü dışındayız şimdi, şu sürmekte olan, hayatın her yerine sirayet eden savaşların? Tanpınar'ın formülüne bir daha dikkat edelim: ilk anda iki şık varmış gibi anlaşılabiliyor, ama aslında her iki durum da içinde olduğumuzu gösteriyor.
Savaşın tam ortasındayız. Türkiye haritasını ve dünya haritasını art arda aklımızdan geçirdiğimizde de hemen göreceğimiz gerçeklik bu.
Necmiye Alpay kimdir?
Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.
1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.
2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi.
Kitapları
- Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)
- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)
- Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)
- Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)
- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)
Çevirileri
- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.
- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)
- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)
- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)
- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)
- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)
- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)
- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)
- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)
|