"Olayın sıcağı" diye bir deyim vardır, bir olayı değerlendirmeye yetecek mesafenin henüz alınmış olmadığı koşullar için söylenir. Olay her ne olursa olsun, sinirler henüz yatışmamış, akıl öne geçmeyi başaramamıştır. Hasar tespit çalışmaları bile doğru düzgün yapılamıyordur. Geleceğe yönelik dersler çıkarılamaz.
"Millet İttifakı"nın artık olayın sıcağından çıktığı, yeterli mesafeyi alarak bu çok değerli deneyime gereğince ders çıkararak baktığı söylenebilir mi?
Bu soruya verilecek ilk yanıt, "Millet İttifakı" mı kaldı kardeşim, olabilir. Ancak, bu bizi akıl yürütmekten alıkoymamalı, çünkü halk olarak henüz ölmediysek, şöyle bir silkinip "ne yaşadık biz" diye kurcalamak iyi olur, gemimiz batma tehlikesiyle karşı karşıya çünkü. Dolayısıyla, 2023 için çıkış yolu bellediğimiz şeyin ne olup ne olmadığını daha net görebilmemiz hâlâ hayati önemde.
Bulunduğumuz noktada diyebiliriz ki Meral Akşener ile Kemal Kılıçdaroğlu birbirine çok temel açılardan hem çok benzeyen hem de taban tabana zıt tavırlar aldılar ve iki aşırı uç oluşturdular.
Birbirine çok benzeyen yönleri tutarsızlıkları oldu. Meral Akşener, "seçilecek aday" sözünü sahnenin önlerinde gezdirerek, bir mücadeleyi kazanmak isteyen kimsenin en yapmayacağı şeyi yaptı, yenilgici söylemi beslemek yoluyla inançsızlık aşıladı. Zafer cepte keklik değildi elbette, hiçbir aşamada değildi. Ancak, tam da bu durum, zafere olan inancı beslemeyecek, sarsacak nitelikte her tür tavırdan kaçınmayı gerektirmiyor muydu? Ne yapılmasını bekliyordu acaba Akşener? Kılıçdaroğlu'nu iki büyükşehir belediye başkanıyla desteklemek fikri, zafiyet duygusunu beslemekten öte hangi katkıda bulunabilirdi?
Hem halk olarak bizler, hem de yönetim kademelerine aday olanlar, hedeflenen demokratik yönetimi her an gözümüzde canlandırabilmek ve zaferin adını koyabilmek zorundayız. Demokrasiyi bir kişinin şahsıyla özdeş saymaya başladığımız noktada kaybedeceğimiz açık olmalı değil mi?
Akşener, Kılıçdaroğlu'nun kazanabileceğine inanmak cesaretini gösteremedi. İnanmak ve Kılıçdaroğlu'nu aday göstermek ona düşerdi oysa. Bunu başarabilse, aradaki dört puanlık hendek tersine dönerdi.
Seçim sürecini açıkça hem ağlarım hem giderim havalarında yürüttü. Ayakları hep geri geri gidiyordu. Ona baktıkça deneyimlerinden öğrenmeyi bilmiş bir demokrasi savunucusu, dünyadan haberdar bir bilge görmeyi çok istemiştik. Diğer beş lider arasında bu karaktere pekâlâ yakın duran iki başkan vardı aslında ve onlar bugün hâlâ öyleler, en azından şimdilik. Böyle diyerek ihtiyat notu düşmemin nedeni, süreç içinde politikacıların belki hepimizden çok evrim geçirebilmeleridir. Bir aşamada karşımızda faşizmin ne olduğunu ayırt etmeye başlamış bir demokrat olarak gördüğümüz bir politikacı, bir süre sonra sıfır numara bir kariyerist olup çıkabiliyor. Zorlayıcı koşullar ve iktidar düşleri kolaylaştırıyor belki bu tür su yüzüne çıkma olaylarını.
Bu bapta zamanın ruhuna dahil bir olguya değinmeden geçmemeliyim: "Siyaset" kavramının paçavraya dönmüş olması. Siyaset şu an çok yaygın bir zihniyet öğesi olarak güvenilmezlik, bugün tükürdüğünü yarın yalamak, ağzı laf yapmak, gemisini yürütmek gibi anlamlara geliyor. Birleşmiş Milletler genel kurul salonu dahil pek çok yönetim merkezinde her gün rastladığımız bir laf, "insani değil, siyasi" lafı oluyor. Sözüm ona eleştiri bağlamında söylenen bu söz, siyasetin nasıl da insanlığın dışına çıkmış olduğunun en açık göstergelerinden biri. "Siyasi kaygılarla söylenmiş" denen her söze şöyle bir bakınız: Partilerin yaklaşan seçimlerde oy kazanmak amacıyla söyledikleri yalanlar, ceplerinde taşıdıkları ezberler, siyaset okullarında öğretilmiş demagojik havalardır mutlaka söz konusu olan. Saygınlık sıfır! Otur yerine!
Altılı Masa'da, deneyimlerinden öğrenmeyi bilmiş, dünyadan haberdar bilge tanımına uygun iki lider vardı dedim yukarıda. Bu liderler, izleyebildiğim kadarıyla Saadet Partili Temel Karamollaoğlu ile Deva Partili Ali Babacan'dır. Onlar kendi kariyerlerini demokrasi hedefinden geride tutmayı başardılar. Dediğim gibi, en azından şu ana kadar.
Kılıçdaroğlu'na geçmeden önce, Demokrat Partili liderin bende olumlu ya da olumsuz pek bir iz bırakmadığını eklemek zorundayım.
Kılıçdaroğlu, demokrasi için birlik oluşturmak amacıyla "siyaseten", yani kendi parti egosundan verilebilecek türde ödünler verdi, yelpazenin sağ ucunu kat etti, inanılmaz güçte bir Adalet kortejinin önünde uzun yol yürüyerek tarihe geçti. Millet İttifakı'nın önderliğine giden yolda kazandığı saygınlık bu yürüyüş ve benzerleriyle güç kazandı. 20. yüzyılın ünlü demokrasi cephesi politikasının şampiyonluğuna çok yaklaştı. Ne var ki son anda eserini taçlandırmak yerine kendisine olan güveni yerle bir edecek iki manevrayla çark etti. İstifa etmeyişiyle de yenilgiyi güçlendirdi.
Ben bu yenilgide esas faktör değilse bile esaslı bir payın "derin devlet"e ait olduğu kanısındayım.
Bugün Millet İttifakı'nın resmen sona ermiş olması Demokrasi ittifakının sona erdiği anlamına gelmiyor. Yola çok daha güçlü deneyimlerle devam etmemiz gerektiği ve devam edebileceğimiz anlamına geliyor. Kılıçdaroğlu'nun bu yolda elinden geleni yapacağı kanısındayım. Mutabakat Metni'ni programından silmeyen partiler bugün aynı yola devam ediyor ve herhalde güçlenerek devam edeceklerdir. Açık yürekli, açık sözlü, kararlı ve mütevazı olmalılar. Ve elbette kolektif. Tek adamcılık zehrine panzehir olmak başka türlü mümkün görünmüyor.
Emek ve Demokrasi Cephesi mi? Onlar faşizme karşı her koşulda elde birdir. Antifaşist ittifakın değişmezleridirler. Doğruyu söyledikleri için dokuz köyden kovulurlar, o başka.
Tanrı tüm demokratları mevcut "siyaset" zihniyetinden korusun.
Necmiye Alpay kimdir?
Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.
1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.
2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi.
Kitapları
- Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)
- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)
- Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)
- Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)
- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)
Çevirileri
- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.
- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)
- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)
- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)
- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)
- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)
- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)
- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)
- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)
|