06 Haziran 2024

Gezi’nin neresindeyiz?

Gezi’nin “biz”i kim? Ve bu biz gerçekten “Gezi'yi... Bir başarı hikâyesi olarak okumakta” ısrar mı ediyor? Yazara böyle genel bir ısrar izlenimini veren ne olabilir?

Gezi Parkı eylemlerinden bir kare

11. yıldönümünde fikritakip gerektiren soruyazılardan birini Mine Söğüt yazdı: “Hepimiz Gezi'deydik… Peki şimdi neredeyiz?” 

Soru gayet yerinde, ama yazı yer yer irkilticiydi. Özellikle şu cümlesi:

“Eğer biz Gezi'yi ısrarla bir başarı hikâyesi olarak okumakta ısrar eder ve Gezi romantizminin zehrini birbirimize şerbet gibi sunmayı sürdürürsek… Hiçbir şey ‘bizim istediğimiz gibi’ asla olamayacak ve her şey şu anda olduğu gibi ‘onların’ istediği gibi olmaya devam edecek.” (abç)

Gerçi biz Mine Söğüt’ün fantazmaya meyleden kurmacaların yazarı olduğunu biliyoruz. Örneğin, son romanı Başkalarının Tanrısı’nın başkişilerinden Efsun Abla, erkek tasallutuna karşı iki bacağını da dizlerinin altından kendi elleriyle kesmiş bir “sokak kadını” oluşuyla, “Güzel Ölümün Öyküsü”, “Jilet Sinan” ya da “Çöplüğün Generali” gibi izleksel ortağı sayılabilecek çağdaş kurmacalardan çok, ya da onlar kadar, Ömer Seyfettin’in “Diyet”indeki Koca Ali’yi de hatırlatır. Yukarıda andığım soruyazı da üslup açısından Mine S.’nin kurmacalarını çağrıştırıyor ama, sonuçta kurmaca değil, Çerniçevski’ye rahmet okutan bir düşünce yazısı. Şöyle sorular uyandırıyor:

Gezi’nin “biz”i kim? Ve bu biz gerçekten “Gezi'yi... Bir başarı hikâyesi olarak okumakta” ısrar mı ediyor? Yazara böyle genel bir ısrar izlenimini veren ne olabilir?

Bana kalırsa, Gezi konusunda başarı ısrarı varsa bile, en çok onun kadar “yenilgi” ısrarından da söz edildi, ediliyor. Hatta, Beckett’in sözü az tekrarlanmadı: “Yenildin. Yine yenil, bir daha yenil, daha güzel yenil.” Kişisel olarak, bu güzel kullanım dışında her iki terimi de yersiz buluyorum. Gezi’nin “başarı”, “başarısızlık” ya da “yenilgi” hikâyesi olarak okunabilecek türden bir hareketlilik olmadığı kanısındayım. 68 ne kadar başarı ya da yenilgiyse, Gezi de o kadar başarı ya da yenilgidir, yani böyle “olağandışı” hareketlilikler bu iki kavramla mantıklı bir bağlantı içinde düşünülemez, en azından ilk eldeki vargılar olarak.

Gezi’nin 68’den önceye ve sonraya giderek bulabileceğimiz başka türdeşleri de var. 1789, 1917 ve 1923 elbette değil, Gezi onlardan, “başarısız” olmasıyla farklılaşır. Buna karşılık Spartaküs, Paris Komünü, Black Panter, 68, Tiananmen, Seattle, #Occupy Gezi’nin mükemmel atalarıdır. Yine de dolaysız bir devamından söz edilebilecek, tekrarı mümkün “olay” ya da hareketler denemez onlara. Birbirlerini çağrıştırırlar ama, eşsizlikleri herhangi bir “aynen devam” ilişkisi içinde düşünülmelerine elvermez.

Mine S.’nin “başarı”dan kastı Gezi’nin gönüllerde taht kurmasıdır belki de. Sözgelimi 68 de, fiilen katılmış olsun olmasın neredeyse kuşağın bütününe onur vermiş, dünya ölçeğinde bir hareketliliktir. Devrimseldir bu hareketlilikler, ama dar anlamdaki bir iktidar yapısından çok, belirli bir özgürlük ufku yaratmak iradesiyle hareket etmişlerdir. Altyapının etkisinden büsbütün bağımsız da değildir hiçbiri. Ancak “zamanın ruhu”nun çok ötesine giden bir “ruh” yaratmışlar ve o ruhla hareket etmişlerdir.

Mine S.’nin yazısında görülen “romantizm”den söz etme ihtiyacının mitleştirmeye duyulan pozitivist bir tepkiden kaynaklanıp kaynaklanmadığı da sorulmalı belki. Mitleştirme ihtiyacının kendini çağlar ötesiyle hizalanabilen içeriklerle gösterip gösteremeyeceği sorulmalı. Bence tam tamına böyle olagelmiştir.

Öte yandan, Mine S.’nin soruyazısı bende yıllanmış bir problemle kesişti. Fikritakibi kaçınılmaz kılan bir çatallanmadır o problem ve 68’le başlamıştır.

Bir kısmımız ölüme az çok “bilerek” gitmişti: Hayatımda bana silahlı mücadele propagandası yapan ilk kişi olan sınıf arkadaşım Mahir (Çayan); “hocam” sözcüğünü herkese yönelik bir seslenme sözcüğü olarak kullanmayı huy edindiğine tanık olduğum ilk kişi, Sinan (Cemgil); tanışmamış olsak bile bugün hâlâ içimizi yakan Hüseyin (Cevahir); uzak diyarlardan Ernesto (Che); 1970’lerin sayısız jîyan’ı, Denizler... Ama onlardan önce de bir kısmımız, belki Nâzım’ın Bakû’da kendi kendine uyguladığı türden bir sorgulamayı kendilerine uygulamışlarsa da, ölüme gitmek gibi bir duyguları en azından ön planda olmaksızın öldürüldüler: Vedat Demircioğlu, Taylan (Özgür), Malcolm X...

Çatallanma derken, onların katledilmesiyle içime düşen kurttan söz ediyorum: İşte hayatta kalanın burkuntusuyla ilgili o ünlü ruhsal durum. Hep benle kaldı, kemirdi, daha önce de yazmıştım: Bizler, işçi sınıfıyla ve halkla birlikte hareket etmeyi seçtiğini söyleyenler, sakın bu aklı “her şeyi” göze alamadığımız için benimsemiş olmayalım meselesi... 70’li yıllarda 1871’in Paris Komünü’nü öğrenip 68’i onunla algıladığımda mitselliğin çatallandığı yolları sezmiştim gibi geliyor bugün ama, bunu şimdi uyduruyor da olabilirim. Her durumda, artakalanlar, dışarıda kalanlar ve önlerinde hep çatallı yolların uzandığını sezenler olarak bünyemize dahil işte o bunaltı. Mine S.’deki de biraz ona benziyor.

Enzo Traverso, “Devrimler Hâlâ Tarihe Yaşam Veriyor” derken, devrimsel hareketlerden söz etmiyor mu aslında? Birbirinin mutlak devamı olarak değil ama. Biçimler farklı, hızlar farklı, ortam farklı. Pek önceki gibi değil. Ne “biz”ler ne de “onlar” açısından.

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)

- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)

- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)

- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)

- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)

- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

Yazarın Diğer Yazıları

Chomsky ve Lacan

Chomsky Lacan’ın herkesle dalga geçen bir kendini beğenmiş olduğu fikrine -bir kez daha- kapılıyor ve düpedüz gayriciddi buluyor onu

Netlik kazanan “normalleşme”

Özel, bazıları “yumuşama” dese de kendisinin kararlı bir içerikle tanımladığı “normalleşme” adını verdiği sürecin geçen şu iki ayında nelerin gerçekleşmiş olup nelerin olmadığını bir bir gözden geçiriyor ve gerçekleşmiş olarak yalnızca siyasiler arası görüşmelerde medeni ve geleneksel asgari insan ilişkilerinin yerine getirilmesi ile, hapisteki yaşlı generallerin tahliye edilmesi gibi tekil bir insani gelişmeyi sayıyor

Dilden dile geçerken değişenler

Dikkat çekmek istediğim bir nokta, "ajan" sözcüğü dilden dile geçerken doğan anlam bulanıklığı oldu. Bu sözcüğün bir süre daha etkili olmaya aday bir anlam kayması sorunu var. Başlı başına cerbezeli bir sözcük olması da önemini artırıyor