06 Temmuz 2023

Atlaya atlaya okumak

Kürt sorunuyla ilgili olarak Merdan Yanardağ'ın ve daha başkalarının tutuklanmasına bahane kılınan türden bazı sözlerin daha önce iktidar mensuplarınca da söylenmiş olmasına dayandırılan itirazlar ile 6551 sayılı yasayı bir arada düşünebilir miyiz?

İktidar söyleyince suç olmuyor, muhalefet ya da gazeteciler söyleyince suç oluyor.

Bu savunma cümlesi, en son Merdan Yanardağ konusunda olmak üzere Kürt sorunuyla ilgili davalar için kuruluyor. Siyasi "suç" atıfları hep "terörle iltisak" faslından. Gelgelelim, işin hukuki temeliyle ilgilenen olmuyor pek. Oluyorsa da yaygınlaşmıyor, yaygınlaştırılmıyor. Ve habire temelsiz konuşulduğu için, atlaya atlaya okunmuş her "büyük resim" gibi kabak tadında bir mevsim çıkıyor ortaya.

Anılmayan hukuki temelde iki yasa verisi yatıyor. Bunlardan birincisi, "iktidar söyleyince suç olmuyor" meselesiyle doğrudan ilgili olanı, 6551 sayılı yasanın varlığıdır, ikincisi ise en temelde ve çok daha belirleyici olarak, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ile Türk Ceza Kanunu (TCK) başta olmak üzere yasalardaki "terör" tanımının AB yasalarındaki tanımla olan farklılığı.

Sondan başlayalım. İsveç'in NATO üyeliği problemindeki gibi suçluların iadesi konusu olsun, AİHM kararlarının uygulanması/ uygulanmaması ve hepimizin terörizmle yargılanmamız konusu olsun, düğüm haline getirilmiş pek çok siyasi sorunda bu tanım farklılığı esasa ilişkin bir rol oynuyor.

Konuyu en net biçimiyle eski AİHM yargıcı Rıza Türmen hocamız 6 Mart 2016 tarihli T24'te "Terör ve hukuk" başlığıyla yazmış[1], ben de ondan yararlanarak meseleyi dilsel bağlam içinde yeniden ele almıştım.[2] Türmen'in yazısı okunduğunda anlaşılacaktır ki uluslararası planda "terör" tanımının pek de öyle bulanık bir yanı yoktur. Gerek 1949 tarihli ünlü Cenevre Sözleşmesi, gerekse 1999 tarihli "Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Uluslararası Sözleşme", terörist eylem terimini yalnızca sivillere yönelik ve "halkı sindirmek ya da hükümeti... bir şeyi yapmaya zorlamak ya da yapmaktan alıkoymak" gibi belirli amaçlarla yapılan saldırılar olarak tanımlamıştır. Aslına bakılırsa siyasi alandaki "terör" kavramı tarihsel kökleri itibariyle de sivillere yönelik şiddet ve sindirme eylemleri biçiminde, daha çok devlet gücü tarafından uygulanan politikalar anlamını taşımıştır.

Rıza Türmen yazısında, "1949 Cenevre Sözleşmelerine ek 2 No.lu Protokol'un 4(2)d maddesinde de iç silahlı çatışmalarda, 'terörist eylemlere' başvurulması yasaklanmakta. II No.lu Protokol devlet güçleriyle ülke içindeki silahlı gruplar arasındaki çatışmalara ilişkin olduğundan, burada yasaklanan konunun hükümet güçlerine yapılan saldırılar değil, sivil halka karşı saldırılar olduğu açık" diyor ve bu tanımları "TMK 1. maddedeki tanımla karşılaştırırsak, arada önemli farklar olduğunu görürüz" diye ekleyerek meseleyi ayrıntılarıyla ele aldıktan sonra şu sonuca varıyor:

"[TMK 1. maddedeki] tanım terör eylemlerini sivil halkı hedef alan eylemler olarak değil, devleti hedef alan eylemler olarak nitelemekte, kullandığı kavramlar bakımından kapsamını çok geniş ve belirsiz yapmakta. Bunların ötesinde, TCK'daki adi suçlara ilişkin pek çok maddeyi bu kanunun kapsamına alarak bunların terör suçu sayılmasını sağlamakta. Bu, özgürlükler üzerinde demokratik bir toplumla bağdaşmayan bir baskı ve kötüye kullanmaya elverişli bir durum yaratıyor."

Türmen bu nedenle "AB ilerleme raporlarında ya da insan hakları STK'larının raporlarında TMK'nın özgürlükler bakımından doğurduğu sakıncalar"ın eleştiri konusu olduğunu belirterek şu öneride bulunuyor:

"TMK'da bir değişiklik yapılacaksa, her şeyden önce 1. maddedeki terör tanımının uluslararası standardlara göre yeniden ele alınmasına gereksinim var.

Devletin terörle mücadelede hukuk kuralları içinde kalması, hak ve özgürlükleri ihlal etmemesi mücadelenin meşruiyeti bakımından önemli. Demokrasiyle yönetilen bir ülkede teröre karşı mücadelenin demokrasi, hukuk devleti, insan haklarından vazgeçmeden yürütülmesi gerekir."

Türmen, yazısının devamında da bu önerisini gerekçelendiren özlü açıklamalarda bulunuyor ve "ivedilikle bir barış sürecinin başlatılmasına gereksinim var" diyerek bitiriyor.

Türmen'in yazısından bu yana "terör" başlığı altındaki hayatımız hayli çeşitlendi ve deyim yerindeyse "zenginleşti". Demektir ki söz konusu tanım farklılığı bir hayalet gibi aslında her an karşımıza çıkmaya devam ediyor. Peki acaba neden yeterince söze dökülmüyor bu hayalet? İlgililer ve yetkililer neden sanki bütün dünya "terör" denince aynı şeyi anlıyormuş gibi yapıyor?

Yetkililer tam tersine bu bapta tanımların bulanık olduğu teranesinde ısrarlılar. Belki de böylelikle her şeyi daha kolay yürütüyorlar. İstedikleri örgüt ya da kişileri terörist olarak damgalayıp yargılayabiliyor, istediklerini ise "direnişçi" olarak kabul edebiliyorlar.

Temel mesele böyle. Başlangıçtaki "iktidar söyleyince suç olmuyor" meselesine dönelim. Çözüm Süreci konusunda genel bir fırsatçılık içinde söz üreten CHP mensuplarının da nedense görmezden geldiği bir yasa var, Kürt sorununda iktidar ve devlet mensuplarının sorumluluğunu belirli koşullarda ortadan kaldıran bir yasa: 6551 sayılı 10/7/2014 tarihli "Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun"[3]. Tarihinden de anlaşılacağı üzere, Çözüm Süreci'nin ortalarında, süreçte görev alan ve alacak kamu görevlilerini ileride suçlu sayılmaktan korumak amacıyla çıkarılmış olan bu yasanın birinci maddesinde "çözüm süreci" anıldıktan sonra ikinci maddede "Hükümet"in gerekli görmesi halinde "temas, diyalog, görüşme ve benzeri çalışmalar"ı gerçekleştirmek üzere görevlendirebileceği "kişi, kurum veya kuruluşlar"a göndermede bulunuluyor. Anahtar hüküm ise Madde 4'te vazedilmiştir:

"... görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari veya cezai sorumluluğu doğmaz."

Dikkat edilsin diye koyu yazdığım "kişiler" sözcüğüyle kastedilen belli ki yalnızca devlet mensupları değil, onların yanı sıra, süreçle ilgili olarak hükümetin görevlendirebileceği herkestir.

Şimdi soru şu: Kürt sorunuyla ilgili olarak Merdan Yanardağ'ın ve daha başkalarının tutuklanmasına bahane kılınan türden bazı sözlerin daha önce iktidar mensuplarınca da söylenmiş olmasına dayandırılan itirazlar ile 6551 sayılı yasayı bir arada düşünebilir miyiz?

İlk bakışta hayır, çünkü yasa açıkça, hükümet tarafından "çözüm süreci" çerçevesinde görevlendirilen kişilerden söz ediyor, onların sözlerini ve edimlerini koruyor. İlk bakışta böyle. Mülkiye'deki derslerimizden hatırladığım kadarıyla bu tür yorumlara "lafzî" yorum denir. Dilbilim açısından, "yüzey yapı" denilen düzlem söz konusu.

Ancak, hukuktaki "gaî yorum" ya da dilbilimin "derin yapı"sı ve "geniş bağlam"ı açısından bakarsak, hükümet tarafından görevlendirilmiş olsun ya da olmasın tüm kişiler tarafından aynı amaçla söylenmiş olan sözlerin benzer biçimde yorumlanması, en azından yasanın hesaba katılması uygun olmaz mı?

Mizah ustası zaytung[4], tutuklanan gazeteci Merdan Yanardağ'ın soruşturma konusu edilen sözlerini daha önce AKP'li yetkili kimselerin de söylemiş olduğuna dikkat çekerek, "yoksa telif hakkı mı?" diye soruyor. Güzel şaka. Gelgelelim, Barış Açısını Savunmak[5] konusunda bir arpa boyu da olsa yol almak istiyorsak, yukarıdaki bilgileri ve çok daha fazlasını bulabileceğiniz ortak kitabı unutmaktan lütfen vazgeçin. Elbette koltuklarınızdan ve sıfatlarınızdan öte "gaî yorum"da, yani amaçta aynılık söz konusu ise.


[1] https://t24.com.tr/yazarlar/riza-turmen/teror-ve-hukuk,14046

[2] Cumhuriyet Akademi, 12 Nisan 2017; ya da

https://necmiyealpay.blogspot.com/p/12-nisan-2017-tarihli-cumhuriyet.html

[3] https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.6551.pdf

[4] https://zaytung.com/

[5] https://www.metiskitap.com/catalog/book/6083

Not. Kürt sorunu ve Çözüm Süreci konusunda çok sayıda yetkin yazarın katkıda bulunduğu bu çok boyutlu başvuru kaynağının telif geliri Barış Vakfı'na bırakılmıştır. Ve kitap hâlâ ikinci baskısını yapmış değildir.

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

- Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

- Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

- Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)


- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)


- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)


- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)
- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)


- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)


- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)


- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tabelalar, yeniden

Şu son günlerde o eski ulusal kaygılar “Arapça tabelalar” biçimini almış olarak yeniden ortalığa döküldü

Devlet vekilleri, Rojava, Jineoloji...

Ben bu satırları yazarken kimsenin tahliye edilmediği, duruşmanın 16 Mayıs’a bırakıldığı haberi geldi. Demek hukuksuzluğa devam...

Aksiyon almak, insanlara dokunmak, fokus olmak, satın almak...

Sözcüğü sözcüğüne çeviri, zaman zaman dikkat çekmekten kendimi alamadığım üzere, başka dillerden sözcük ya da terim alınırken kullanıldığı görülen başlıca üç yordamdan biri. Aşağıda İngilizceden bu yolla buyur edilen az çok yeni birkaç sözcük ve sözceye değiniyorum. Her zamanki gibi, geleceğin dil tarihçilerinin dikkatine!