28 Aralık 2023

Anadili ve öğretmenin dili

Ülkemizin dil alanındaki gerçeklikleri baskı altında tutulageldi. Dilbilim ve toplumdilbilim disiplinleri de bu baskılardan payını aldı. “Anadili” kavramı unutturuldu ve sonuçta bilimsel temelden uzak, standart öğrenci varsayımına dayalı bir eğitim sistemi oluştu

İnsanların yüz yüze geldiği durumlarda dilleri de yüz yüze gelir.

Noam Chomsky’ye göre asli dil organımız ağzımızda değil, beynimizde, beynimizin büyükçe bir köşesindedir. Ağzımızdaki dil, tıpkı gırtlağımız gibi, bir kolaylaştırıcıdan ibarettir. Chomsky’nin bu kuramı fiziksel deneylerle de kanıtlanmış durumda.[1]

Anadili, bebeğe ilk duygularla birlikte, sarıp sarmalayan o ilk seslerle gelir ve bebeğin beynindeki henüz biçimlenmemiş olan dil bölgesini hızla biçimlendirmeye başlar. Bebek, birey olarak anadilini edinmektedir, ama aynı zamanda kendi “birey dili” de oluşmaya başlamıştır. Artık kendine özgü bir sesi ve seslenme, seslendirme tarzı var denebilecek duruma gelir. Anadili belirli topluluklar için ortaktır ama bebek ve yakınları dahil herkesin bireysel dili, sesinin tını ve tonu benzersizdir. Tıpkı kişiliği ya da parmak izi gibi birey dili de herkesinkinden az ya da çok farklıdır. Yine de, bireyin dili aynı anadilini konuşan diğer insanlar tarafından anlaşılır.

Bu süreçte azar azar çevre girer devreye: akrabalar, komşular, sonra okul, arkadaşlar, sonra sonra iş yeri, radyo, TV... Birey yeni ya da yepyeni yüzlerle ve seslerle karşılaşır, tanıdık tanımadık insanlarla, tanıdık tanımadık dillerle yüz yüze gelir. Böylece günümüzde “iletişim” diye adlandırılan deneyimleri yaşar.

Gerçi “iletişim” Türkçede işteş yapıda, yani çift yönlü olan bir fiile dayanır. Ancak çoğu durumda iletişimden çok, iletim söz konusudur. Büyükler küçüklere, üst kademedekiler alttakilere, güçlüler zayıfa iletirler sözlerini. Sözgelimi radyo ve TV. gibi modern olanaklara “iletişim araçları” denir ama siz radyocu ya da televizyoncu olmadığınız sürece sözünüzü onlara iletmeniz kolay değildir. Daha çok onlar size bir şeyler iletip dururlar. Peki, okuldaki iletişimde durum nedir?

Okul, çocuğun toplumsal ufkunda bir sıçrama yaratır. Hayatına yeni arkadaşlardan başka, yeni bir “üst kademe” de girer. Çocuğun anadili artık yalnızca yakınlarının dilleriyle değil, yepyeni bir otorite olarak öğretmenin diliyle de karşı karşıya gelmiştir.

Bu karşılaşmanın çocuğun gelişiminde belirleyici bir rolü var. Öğretmen çocuğa yalnızca okuma-yazmayı öğretmekle değil, aynı zamanda yaşadığı dünyayı ve toplumsal hayatı tanıtmakla, onu hayatın daha geniş boyutlarına hazırlamakla görevlidir. Bütün bunlarda dilin hayati bir rolü vardır. Öğretmenin yöntemi hem iletim hem de iletişim olmak zorundadır. Başka bir deyişle eğitim dilinin çift yönlü olması şarttır. Aksi halde yalnızca iletim vardır ve iletilenler çocuğa ya hiç ulaşamaz ya da “Tarzanca” denilen yöntemle sınırlı olarak ulaşır. Dolayısıyla eğitim sürecinde çocuğun anadilini hesaba katmak vazgeçilmezdir ve yolu yordamı bulunmak zorundadır. Oysa örneğin bu konudaki en iyi başvuru kaynaklarından birinin, Prof. Dr. Ömer Demircan’ın 1988 tarihli Türkiye’de Yabancı Dil adlı çalışmasının yıllardır baskısı bulunmamaktadır.

Ülkemizin dil alanındaki gerçeklikleri baskı altında tutulageldi. Dilbilim ve toplumdilbilim disiplinleri de bu baskılardan payını aldı. “Anadili” kavramı unutturuldu ve sonuçta bilimsel temelden uzak, standart öğrenci varsayımına dayalı bir eğitim sistemi oluştu.

Başka bir deyişle müfredat, öğrenci odaklı değil, tepeden inmecidir, öğrencinin özgül durumunu, anadilini ve ihtiyaçlarını değil, devletin ve iktidarın öngördüğü genel kurallar ile ideolojileri esas almakta, böylece eğitimde temel ayrımcılık noktaları oluşmaktadır.

Eğitimdeki ayrımcılık olgularının en önemlilerinden biri, çocuğun anadilinin Türkçeden farklı olduğu durumlarda ortaya çıkıyor. Tepeden inmeci zihniyet “anadili” kavramını saptırdığı gibi, konuyla ilgili gerçeklikleri de gizliyor. Bir dilbilim kavramı olan “anadili” teriminin[2] imlası “anadil” ya da “ana dil” biçiminde değiştirilmiş ve anlamı bulandırılmış durumda.

Bir kez daha belirteyim: Anadilimiz, doğuşumuzdan itibaren annemizden ve ilk yakın çevremizden edindiğimiz dildir. Dilbilim, anadili konuşurluğu olgusunu da “öğrenmek” fiiliyle değil, “edinmek” fiiliyle anlatır. Bu gerçekliği dikkate almayan ve karşılıklı anlayışa dayanmayan bir eğitim sistemi gelişmeden çok tepki biriktirir.

Türkiye’de konuşulan tek anadili Türkçe değil. Resmî dilimiz Türkçe aynı zamanda çoğunluğun anadili olmakla birlikte, Türkiye’de başta Kürtçe olmak üzere çok sayıda başka anadili de konuşuluyor. Bunlardan Rumca ve Ermenice, cumhuriyetin kuruluşunda “azınlık dilleri” olarak resmen kabul edilmiş olduğundan, Rum ve Ermeni yurttaşlarımızın çocukları kendi anadillerinde öğrenim görebiliyorlar. Bu iki dilin ve Türkçenin dışında anadilinde eğitim ise yasaklanmış durumda. Çoğunluk mensubu çocuklar, ülkemizde farklı anadillerinin de var olduğunu bilimsel bir bilgi olarak öğrenmeden büyüyorlar.

Demektir ki MEB, devlet eliyle ayrımcılık yapmakla görevlendirilmiştir.

Bakanlık, “anadil” imlasıyla yazdığı sözcüğü, hem ‘resmî dil’, hem ‘birinci dil’, hem de ‘anadili’ anlamında kullanmakta, kısacası dil konusunda dilbilime aykırı davranmaktadır. Bunu görmek için çok uzağa gitmek de gerekmiyor: Bakanlığın internet sitesinde “anadil” sözcüğünü taratmak yeterlidir.   

Buraya kadar söylediklerimi yirmi küsur yıldır yazar çizerim, yazılarımın büyük bölümü dili konu alan kitaplarımın “anadili” bölümlerinde yer almaktadır.[3] Ancak, kabul etmek gerekir ki söz konusu ayrımcılığın bir numaralı kurbanı ve muhatabı Türkçe dışındaki anadillerinin konuşurları ile, toplumun bu sorunuyla en dolaysız biçimde yüz yüze gelen mesleğin mensupları, yani öğretmenlerdir.

Öğretmenlerin meslek örgütü Eğitim-Sen onyıllardır bu konuda bilim temeline dayalı çalışmalar ve yayınlar yaptı, mücadeleler verdi ve bu uğurda kapatılma tehdidi dahil, çeşitli baskılara maruz kaldı. Ne yazık ki bu alandaki baskılama ve örtmece devlet eliyle bütün ülke kültürüne yayıldı ve yayılmaya devam ediyor.

Bilim insanlarının bazı temel gerçeklikleri umursamıyor görünmesi gerçekte çok temel bir demokrasi sorunudur. Demokrasi demek, hak ve özgürlüklerin baskı altında tutulmadığı, tam tersine, eğitim konusu yapıldığı rejim demek. Bunun olmadığı ya da bizim gibi yarım kaldığı toplumlarda bilim, özellikle de sosyal bilimler, ne gelişebiliyor ne de uygulamada yer bulabiliyor.

Bir türlü karar veremedik: Gerçek bir bilim toplumu ve demokrasi mi olacağız, yoksa sahteci, haydi ötesini söylemeyeyim, yasakçı ve özenti bir toplum mu?


Bu yazı, Mektepli Gazete’nin 1 Aralık 2023 tarihli Tebeşir bülteninden biraz kısaltılarak alınmıştır. –N.A.

https://mektepligazete.com/public/file/bulten/mektepli-bulten_sayi31.pdf


[1] William H. Calvin ve George A. Ojemann, Neil'in Beyniyle Konuşmalar: Düşünce ve Dilin Sinirsel Doğası, çev. Gürol Koca, Metis Yay., 2022, s. 202, 207.

[2] Bkz. Kâmile İmer, Ahmet Kocaman, A. Sumru Özsoy, Dilbilim Sözlüğü, Boğaziçi Üni. Yay., 2013.

[3] Necmiye Alpay, Dilimiz, Dillerimiz: Uygulama Üzerine Yazılar I, Metis Yay.

Necmiye Alpay, Dil Meseleleri: Uygulama Üzerine Yazılar II, Metis Yay.

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)


- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)


- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)


- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)
- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)


- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)


- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)


- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Taşın altında ne var?

Bahçeli’nin el sıkarak başlattığı Öcalan çıkışı AKP Genel Başkanı’nı zorladı. RTE her zorlukta yaptığı gibi önce uzun uzun sustu, sonra Bahçeli’yi “bilge” mevkiine oturtup överek “elini, hatta gövdesini taşın altına koymak” konusunu değerlendirdi. Belli ki her iki siyasetçi de birbirlerinden kopmayı göze alabilecek durumda değildiler

Trump ve Trevor Noah

Küreselleşmenin sıfır numara emperyal boyutunu Rosa Luxemburg ve Lenin anlatmışlardı. Trevor Noah da bir başka yolu hem içeriden hem dışarıdan aydınlatıyor

Ve melezler

Gaël Faye melezmiş. Annesi Ruandalı, babası Fransız. Eh! Gerçi her halinden Afrikalılık bilinci akıyor ama, yine de... Her durumda insana bir Ruandalı görmek iyi geliyor

"
"