12 Ekim 2020

Ali Babacan: Çözüm sürecinde "hükûmet bir adım atacak, örgüt bir adım atacak" tavrı örgütü güçlendirdi

Uzun sohbetten, biz gazetecilerin sorularından ve Babacan'ın yanıtlarından aldığım notlar...

Gece 23… Sabah saatlerinde Diyarbakır'a gelen ve hiç durmayan DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle yaptığı toplantının bitişini bekliyoruz. Programını haber yapmak için gelen meslektaşlarla (İpek Özbey, Özlem Gürses, İbrahim Kahveci) partinin temsilcileriyle yaptığımız sohbet sürerken Babacan geliyor. Yaklaşık 2 saatlik bir soru yanıt oluyor. En çarpıcı bölümlerden biri; hem kendisinin hem partisinin önemli isimlerinin de o dönem kabinede yer aldığı çözüm süreci ile ilgili yaptığı muhasebe. Şöyle söyledi: "Genelde hükûmetin attığı adımlar kendi vatandaşlarına hak ve özgürlük konusunda daha fazla alan açmak ama onun karşılığında da adım adım tanımlanmış ve örgütün yapacakları gibi. Şimdi geriye dönüp baktığımızda biz bunun çok da doğru bir strateji olmadığını düşündük, çünkü örgütü güçlendiren bir yanı da var bunun, çünkü Kürt vatandaşlarımız hükûmet adım attığında, yeni bir alanda bir özgürlük çerçevesini genişlettiğinde örgüt dönüp dedi ki 'ben olmasam olmazdı'. Dediler ki 'biz örgüt olarak aktif olmasaydık, eylemleri yapmasaydık, kimse vermezdi bu hak ve özgürlükleri'. Bunun gibi örgütü güçlendirici bir yanı da vardı bu işin.

Babacan'ın sürecin örgütü (PKK) güçlendirdiği tespiti ve ardından yeni dönemde partisini bu soruna yaklaşımının "özgürlüklerin geliştirilmesi şeklinde" bir noktada şekilleneceğini ifade etti.

Babacan anketler ve partinin şu anki durumu ile ilgili oldukça gerçekçi. Medya ambargosu yüzünden ortaya çıkan durumu şöyle anlatıyor:

"Arkadaşların sahadan aktardığı bilgiler şöyle: 'Ali Babacan ve arkadaşları parti kurmuş haberiniz var mı?' dediklerinde kabaca toplumun yarısı haberdar. Bu kimi yerlerde 20 ile 40 arasında da değişiyor. DEVA Partisi kurulmuş bilgisi daha da düşük. Diyarbakır'da DEVA Partisi kuruldu bilgisi yüzde 50'ye yakın, Babacan DEVA eşleştirmesi yarısı kadar. Eskişehir, Kütahya'da DEVA Partisi kurulduğuna dair bilgi yüzde 30'larda. Kimileri 'çekindikleri için' söylemediklerini de söylüyor. Anketlere gelince. Biz parti olarak yaptırmadık. Zaten son dönem hep telefonla yapılıyor ve bunların ne kadar sağlıklı olduğu tartışmalı. KONDA bir süredir sahaya döndü ama Bekir Ağırdır Bey'in söylediği bir şey var. Anketlere cevap verme oranı düştü. Yanıt verenler de kimi sorulara yanıt vermek istemiyor. Başta parti tercihi… Ama biz özellike sosyal medyadan bizlere gösterilen büyük ilgiyi gördüğümüzde iyi bir noktaya gittiğimizi de görüyoruz."

Babacan ekonomi konusunda Türkiye'nin içinde bulunduğu çok büyük zorlukların altını çiziyor ama bir iktidar değişiminde sorunların altından kalkılabileceğini de söylüyor, "umutsuz değilim" diyor. "Yabancı yatırımcılar küçücük bir ışık görsünler bir sene sonrasına bile dair oluk oluk para gelecek ülkeye" diye konuşuyor. Başta ekonomik zorluklar, ülkenin içinde bulunduğu ortamda, 2021 sonbaharından itibaren bir erken seçim beklemenin de makul olacağı görüşünde.

Uzun sohbetten, biz gazetecilerin sorularından ve Babacan'ın yanıtlarından aldığım notlar şöyle:  

- Bugün Diyarbakır'da, iş insanlarıyla, STK temsilcileriyle buluştunuz. Esnaf ziyaretleriniz oldu. Sizden beklentilerini ne şekilde ifade ettiler?

İki önemli tema ön plana çıkıyor. Birisi Kürt meselesi, diğeri de ekonomi. Ama zaten Kürt meselesi dediğiniz şeyin içerisinde özgürlükler var, adalet konusu var, hukuk var, demokrasi var. Yani bizim aslında Türkiye'nin her tarafında söylediğimiz sorunlar bu coğrafyada Kürt meselesini ortaya çıkartmış durumda.

- Bugünkü söylemleriniz, özellikle kongrenizde yaptığınız konuşma onları mutlu etmiş mi, umut vermiş mi?

Çok çok olumlu geri dönüşler aldık. Herkesten. Biraz evvel STK'larla yaptığımız toplantıda katılımcılardan üçte ikisi konuşmaya referans verdi. Hatta iki üç tanesi "altına imza atarım" ifadesini kullandı.

- Konuşmanızda bu bölge için çok önemli bazı isimlere referans vererek konuştunuz. Tahir Elçi, Ceylan Önkol gibi. Bu sizin siyasi yaşamınızda da ilk kez telaffuz ettiğiniz şeyler miydi, bugün söyledikleriniz Kürt meselesi çerçevesinde?

Kürt meselesi çerçevesinde aslında benim bakanlık dönemimde, hem Dışişleri Bakanlığı dönemimde hem de daha sonra Başbakan yardımcılığı dönemimde içinde çok olduğum bir konu. Bütün çalışma gruplarında hep oldum. Hep demokrasi tarafına işi götürmek isteyen grupta oldum. DEVA Partisi'nde şu an beraber olduğumuz arkadaşlar aslında o noktada hep gayet demokrat duruşu olan ve çözümden yana olan arkadaşlarımızdı. Dolayısıyla zaten içinde olduğum ve düşündüğüm konular. Ama ben bu konuları Türkiye içerisinde pek konuşmadım. Dışişleri Bakanı'yken yurtdışı temaslarda çok ele aldığımız bir konu oldu her zaman. Avrupa Birliği temasları olsun, diğer ülkelerle olan temaslar olsun... Bir yandan içeride süreçler devam ediyordu ama bunun yurtdışı çalışmasını ben yapıyordum. Hem yurtdışı basına hem de yurtdışı siyasi çevrelere ben yapıyordum. Sonra ekonomiye dönünce 2009'da başbakan yardımcısı olarak zaten sorumluluk alanı oldukça geniş ve pek çok politikayla ilgili bilgilendiriyordum, o dönemde de devam ettim. Dolayısıyla belki Türkiye içinde çok konuşmadım bu konuları ama dışarıda çok konuştum. Almanya'da yaşayan vatandaşlarımız için ısrarcı olduğumuz konular var. Mesela Almanya'da yaşayan vatandaşlarımız için Alman Devleti'ne diyoruz ki; önce anadilini bilecek ki Almancayı iyi öğrensin. Şimdi kendi iç meselemize dönüyoruz şapkalar değişiyor, bambaşka bir devlet tutumu var içeride. Dolayısıyla dışarıda epey bir çalıştık ama dediğiniz gibi belki Türkiye içinde yaptığımız siyaset içinde yeni yeni biraz detaylı olarak ele aldığımız konular. Ama parti kurulmadan önce yaptığımız televizyon programlarında, yaptığımız mülakatlarda, parti kurulduktan sonraki pek çok iletişimde de ele aldığımız bir konu. Ama buradaki konuşmada dediğiniz gibi biraz Diyarbakır'da yaşayanların, buradaki vatandaşlarımızın bildiği ve hafızalarında yer etmiş, duygu dünyalarında iz bırakmış konulara bir miktar dokunmuş olduk. Herhalde uzun uzun anlatmaktansa bir isim gönüllerinde, kafalarında, iç dünyalarında bir sürü pencereler açtı.

- O dönemin başbakanın sözleriyle girdiniz açılış konuşmanızda (Ağustos 2005). Sonra nasıl değiştiğini söyleyerek noktaladınız. O arada ne oldu?

Herhalde bir çıraklık dönemi var, kalfalık dönemi var. Ustalık dönemi pek iyi olmadı. Sürenin çok uzaması sorunları beraberinde getirdi. Üç dönem kuralını boşuna koymamıştık parti kurulurken. Üç dönem kuralı önemli bir kural. Süreler çok uzayınca o zaman ilkeler değerler değil de kişisel tutumlar daha ön plana çıkmaya başlıyor. O da hataları çoğaltıyor. Her konuda olduğu gibi Kürt meselesinde de çoğalttı. Şu da oldu tabii; AK Parti'nin destek kitlesi daraldıkça yanına bir ortak parti almak mecburiyetinde kaldı. Yanına aldığı ortağın da bu meselelere bakışı bambaşka. O ortağı yanında tutmak için de mecburen o çizgiye doğru yaklaşmak zorunda kaldı AK Parti. Bunun sonunda ne oldu? İşte AK Parti seçmen tabanı daralıyor. MHP'ye gidiyorsunuz, yine daralıyor şu an. Bu sefer bu dar seçmen tabanına hitap edip geri kalan tüm toplum kesimlerini öteleyen, iten, hatta onları bir miktar düşman gösterip, kutuplaştırıp, buradan halktan aldığı destekle varlığını sürdürmeye çalışan bir iktidar var şu anda. Türkiye'ye bir faydası yok bu saatten sonra. Şu anda Türkiye için iyi şeyler üreten, çözümler üreten, fayda üreten bir hükûmet yok artık.

- Konuşmanızda çözüm sürecine referans verdiniz. Masanın nasıl devrildiğiyle ilgili sürece referans verdiniz. Şarkınızda çözüm kelimesini kullanıyorsunuz, açılım kelimesini kullanıyorsunuz. Her ikisi de aslında geçmişte sizin de parçası olduğunuz AK Parti'nin başlattığı süreçlerin simge kelimeleriydi. Toplumun da aslında ilk başta kredi açtığı bir sürecin iki anahtar kelimesiydi. Fakat geri dönüp baktığımızda hem Türkler hem Kürtler açısından eleştirilebilecek bir süreç yaşandı. Bugün sizin bulunduğunuz nokta yarım kalan ve aslında o eleştirilere de referans teşkil eden aynı temel üzerinden bir devamlılık ilkesi mi sunuyor yoksa farklı, yeni başka bir şey mi sunuyor?

Aslında biz bu konuya oldukça yeni bir çerçeve geliştirdik. Parti programında da yazdık. Çözüm süreci dediğimiz, biliyorsunuz önce açılım dendi. Önce Kürt açılımı dendi, sonra açılım süreci dendi. Öyle bir süreç ki kelime dayanmadı, kelimeleri bile yıprattı. Tüm o süreçlerde tabii o günkü devlet yapısında, hükûmet bazı işler yapmak istiyordu fakat devlet yapısı hep kuşkuyla, şüpheyle bakıyordu. Dolayısıyla bazı bürokratik birimler diyeyim, çok açmadan söyleyeyim, hep kuşkucu baktılar bu işlere. Dolayısıyla bir yandan bir şeyler yapılmaya çalışılıyordu bir yandan da AK Parti üzerindeki şüpheci bakış ve oradaki tehditler, riskler biraz hızlı hareket etmeyi önlüyordu. Ve yine içeride baktığımız zaman özellikle çözüm sürecinde aslında bir al-ver vardı, bir müzakere paketi vardı. Yani zamanlandırılmış, adımları tanımlanmış. İşte hükûmet adım atacak ya da Meclis'te yasal düzenleme yapılacak, ondan sonra örgüt bir adım atacak. Hükûmet bir adım atacak, örgüt bir adım atacak...

Genelde hükumetin attığı adımlar kendi vatandaşlarına hak ve özgürlük konusunda daha fazla alan açmak ama onun karşılığında da adım adım tanımlanmış ve örgütün yapacakları. Şimdi geriye dönüp baktığımızda biz bunun çok da doğru bir strateji olmadığını düşündük, çünkü örgütü güçlendiren bir yanı da var bunun, çünkü Kürt vatandaşlarımız hükûmet adım attığında, yeni bir alanda bir özgürlük çerçevesini genişlettiğinde örgüt dönüp dedi ki "ben olmasam olmazdı". Dediler ki "biz örgüt olarak aktif olmasaydık, eylemleri yapmasaydık, kimse vermezdi bu hak ve özgürlükleri". Bu gibi örgütü güçlendirici bir yanı da var bu işin. Dolayısıyla bu da stratejik olarak çok doğru değil.

Biz parti kuruluşundan önce, şöyle şubat 2019'da parti kurma kararımızı aldık ama partinin kuruluşu 2020. Bu süreç içerinde bunlarla uğraştık. Parti programını oluşturduk ama parti programını oluşturma sürecimizdeki çalışmalar; mesela Kürt meselesiyle ilgili çalıştay yaptık Ankara'da geniş katılımlı, iki tam gün sürdü. Çok çok faydalı oldu. Hem her şeyi güncellemiş olduk, hem gerçekten konuyu en iyi bilen arkadaşlarla yaptık bu çalışmaları. Bir tam gün durum tespiti, bir tam gün de çözüm üzerine çalıştık. Peki ne yaptınız derseniz. Onların hepsini rapor haline getirdik. Ve sonuçta şöyle bir karar aldık: Biz kendi vatandaşlarımıza zaten doğal hakları olan, insan olmaktan kaynaklanan ne kadar hakları ve özgürlükleri varsa biz bunları aynen tanımlıyız ve bunları bir pazarlık konusu yapmamalıyız. Biz bunları yapalım, peki siz ne yapacaksınız dememeliyiz. Kendi vatandaşlarımızın hak ve özgürlük konusunda zaten sahip oldukları insan olmaktan kaynaklanan ne var ne yoksa hepsini tanıyacağız, ama terör örgütüyle mücadeleyi de ayrı bir hattan yürüteceğiz, bunu da açık açık programa yazdık.

- Bugünkü konuşmanızda da bunu söylediniz. Temel fark buradan kaynaklanıyor öyle mi?

Pakete katıp da müzakere masasında al-ver konusu yapmamak. Bu baya ciddi bir fark daha önceki yaşanan süreçten. Tabii şartlar da değişti. Şimdi bugün örgütün en önemli önceliği Suriye'de kendi entitelerine kavuşmak, bir numaralı önceliği orada. Onun için uluslararası camianın desteği gerekiyor. O camianın desteğini almak ve korumak için de bu dönem daha farklı bir tutum almak zorunda hissediyorlar muhtemelen kendilerini. Terör eylemlerinin dozunun düşmüş olmasının sebeplerinden birinin de ben açıkçası bu Suriye'deki gelişme olarak görüyorum ama örgüt hâlâ var, hâlâ ellerinde silahlar var. Şimdi öyle bir noktaya gelmeli ki iş, bizim kendi halkımız bu örgütle ilgili artık gereksiz, bugünün şartlarında, bugünün Türkiye'sinde hiçbir fonksiyonu olmayan, tam tersine baş ağrısı çıkaran, güvenlik riski oluşturan, çocuklarını dağa kaçıran, böyle algılamalı. Yoksa çok zor. Bir örgütün toplumsal karşılığına mutlaka bakmak lazım, her ülkede böyle. Toplumsal karşılık zemini çözmeden siz örgütün varlığını ortadan kaldırmak mümkün değil

- Sizin bakanlığınız sürecinde Kürt sorununa çözüm arayışları da dahil küçük çekirdek çevredeydiniz ve hep bilginiz dahilindeydi pek çok şey, haberiniz oluyordu, çözüm sürecinde özellikle. Şimdi şöyle bir şey, o süreçte çatışma çözümleri, hazırlık süreci de var ağustos 2005'ten başlayan.

2005'ten itibaren AB müzakerelerine de baktığım için, AB müzakerelerinin de önemli başlıklarından bir tanesiydi. Epey bir içinde olduk. Ama sessiz bir şekilde olduk.

- Orada çatışma çözüm örnekleri de var dünyadaki bu tarz ülkelerin. Bir taraftan siz çok net söylediniz az önce. O süreç örgütü güçlendirdi dediniz. Bir taraftan da, çocuklar var dağa giden ki siz de bugün analar ağlamasın dediniz. Bu metaforu daha evvel Tayyip Bey de kullanmıştı "Hakkari'deki anne, İstanbul'daki anne" şeklinde. Şimdi onları tamamen yok sayarak sadece terörle mücadele kısmıyla bakarak bir şey mümkün mü? Yani siz şöyle söylüyorsunuz; Türkiye'deki özgürlükler demokrasi arttırılmalı. Bir taraftan da bir gerçek var, çocuklar var dağda, örgüt var, azalsa bile. O da bir sıcak sorun olarak duruyor orada. O nasıl çözüme kavuşacak?

Örgütün varlık sebeplerini iyi araştırıp, toplumsal karşılığını iyi araştırıp o zemini zayıflatmak... Örgütü mümkün olduğunca uluslararası camiada, bölgede yalnızlaştırmak... Genel strateji bu. Şu an baktığımızda yalnız kalan Türkiye ama örgütü Amerika destekliyor, Rusya destekliyor. Herhangi bir ikilimde, Avrupa'nın herhangi bir ülkesi, Türkiye mi örgüt mü; Avrupa içinden Türkiye'yi destekleyen yok. Bir yandan AB terör örgütü olarak tanımış, ABD tanımış, Ruslar tanımıyor hâlâ. Ama ikisi arasında bir tercih olduğunda, çok sıkışmadıkaları sürece, çok önemli bir tehdit karşılarına çıkmadığı sürece tercihlerini örgütten yana kullanıyorlar. Bu felaket bir durum. Akıllı devlet politikası devleti yalnızlaştırmak, ülkenin dostlarını çoğaltmak. Şimdi örgütün dostları çoğaldı, ülke yalnızlaştı ve hiçbir şey elde edilemedi.

- Sizin konuşmanızdaki bölümlerden birinde Kobane'yi Telabyad'ı da andınız. Sınırın iki yakasındaki akrabalıklardan bahsettiniz. Oradaki Kürt, Arap... Türkiye o bölgeyle çok uzun zaman mesafeli durdu, Cumhurbaşkanı hâlâ orayı farklı şekilde anıyor ama siz bugün oralardaki ilişkiler ağını da geliştirmek gerektiğini belirttiniz. Bunu açar mısınız?

Özgüven meselesi aslında. Türkiye'nin kendine güveni tamsa korkacak hiçbir şey yok. Bu bölgenin doğal cazibe merkezi Türkiye. Bu bölgenin doğal dominant ülkesi Türkiye.

- Siz ittifak ile ilgili soru sorulduğunda "biz bir partiyiz kendi programımız var ne ittifakı" diyorsunuz. Bir yandan da Türkiye'de seçim sistemi gereği ittifaksız bir sonuç zor gözüküyor. Bunları nasıl dengeliyorsunuz?

Seçim sanki hep birinci turda bitmesi gerekir diye düşünüyoruz. Aslında ikinci turu var bu seçimin. Anayasa illa ilk turda alacaksın demiyor yani. İkici turu var bu işin. Zaten bir kere yaşadık seçimi, orada da herkes ilk tura yüklendi. Muhalefet de organize olamadı ve aradan Tayyip Bey gene sıyrıldı çıktı. Tabii şartlar değişecek şimdi, 2018'den çok farklı şu an Türkiye. Destek haritası sürekli değişiyor, yeni partiler kuruldu. Biz bu aşamada herhangi bir parti ile yakınlaşırsak herhangi bir ittifaka daha yakın algılanırsak o zaman hiçbir zaman kendi özgün kimliğimizi oluşturamayız. Paket içerisinde değerlendirme bu. Tayyip Bey yine "kimler kimlerle beraber oldu" demeye başlar. O zaman niye bir parti kurduk ki, zaten var. Herhangi bir partinin şemsiyesi altında ittifaka gitmek çok yanlış strateji olur bizim için. Bizim önce kendi farkımızı ortaya koymamız gerek. Özgün yeni bir siyasi parti. İnsanların tanıması lazım. Biraz da gidişata bakmamız lazım. Seçim kararı alınır, o gün oturur konuşuruz ama bizim muhalefet tarafında bütün siyasi partilerle çok iyi bir diyaloğumuz var. O diyalog zemini hazır. Yani bir cep telefonunun ucunda bütün partiler birbiriyle. 30 saniyede ulaşılıyor birbirlerine.

- Erken seçim çağrıları yapılıyor. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu hem sizinle görüştükten sonra hem de birkaç gün önce MHP liderine seslenerek çağrı yaptı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu sistemin ekonomik finansal alt yapısı 2023'teki seçim tarihine kadar dayanmaz. Hükümetin siyasi meşruiyeti hızla erozyona uğruyor. Hele başarı da ortaya konamayınca bu erime daha hızlı oluyor. Toplumdaki tablo , hem sosyal hem ekonomik sorunlar, işsizlik, bütün bunlar bakınca bir süre sonra şartlar sanki bir seçimi gerektirecek.

Yazarın Diğer Yazıları

Sol seçmen "güçlü lider" arayışında, iktidar seçmeni "sistem değiştirecek lider"e açık, Kılıçdaroğlu davasının önemi

İktidar partisi seçmenleri de ‘sistemi değiştirecek bir lider arıyor.’ Yani ‘sistemin iflas ettiği’nin herkes farkında. ‘Yeni’ bekleniyor. Burada kritik nokta, kendini solda tarif edenler de dahil ‘sonuç’ güçlü liderden bekleniyor

Kaygıda ortaklık büyürken “Çözerse Erdoğan çözer” final yapıyor, iyi de kim çözer? 

Ekonomiden hukuka yaptığı yanlışlarla memleketi birbirinden farklı krizlere sokmuş olsa da her hâl ve karda özellikle kendi seçmeni ‘bir bildiği vardır’dan ‘din-güvenlik-ortak bizlik’ söylemini ‘satın almasına’, hemen her koşulda Erdoğan’ı destekledi. Uzun süre ‘Çözerse Erdoğan çözer’ tezi adeta Erdoğan için adı konulmamış bir ‘güven-destek’ sloganı oldU

"
"