Fenerbahçe son sekiz haftaya girilirken, kendi evinde Konyaspor’u geriden gelip devirerek Şampiyonlar Ligi ön eleme iddiasını kuvvetli bir şekilde devam ettirmeyi başardı.
Fenerbahçe maçın baştan sona hâkimiydi ama yine maçı ikiye bölüp anlatmak gerekiyor. İlk yarı aslında Konya’nın istediği gibi gitti, Fenerbahçe topa hâkimdi ama topla yavaştı. Konya ceza sahasından uzakta, sık ama gereksiz paslar yaparak Konya’nın ekmeğine yağ sürdüler. Kilidi açması beklenen oyuncular, kaleden uzakta, risk almadan, rakibin izin verdiği pasları yaparak kişisel istatistiklerine oynadılar ama takımı faydaları yoktu. Koca ilk yarı belki yarım denebilecek pozisyonla bitti ve bir de Samuel’in gaflet anında yenilen gol sonrasında işler zora da girdi. Zira bir Anadolu takımının en iyi yapabildiği şey kapanmak, özellikle son yarım saatte zamana oynamak ve kontratak ile gol aramaktır. Sezon başından beri de Fenerbahçe’nin buna çözüm üretemediğini çokça gördük ve ilk yarı da sezon boyu yaşanan bu üretimsiz hâkimiyetin güzel bir başka örneğiydi.
İkinci yarı Mesut çıkıp Pelkas oyuna girince oyun üretime doğru dönmeye başladı. Konu Mesut’un etkisiz oynaması ve yerine giren oyuncunun etkili oynamasından ibaret değil; konu aslında Mesut’un etrafındakilere Mesut oyundan çıktıktan sonra ne olduğu ile ilgiliydi. İlk yarı boyunca bir pozisyon dışında hücuma neredeyse hiç çıkamayan Samuel ikinci yarıda yanına aldığı Rossi ve üçgeni tamamlayan İrfan Can ile birlikte oyuna ağırlığını koydu. Oyun kanatlara doğru açıldığında arkasına savunması sağlam Szalai’yi alan Pelkas, öne itilen oyunda göbekte daha cüretkâr olabilen Crespo ve Zajc etkili olmaya başladılar. Kanatlardan geriye yasladıkları rakibi topu kanatlardan içeri çevirip şutla zorlayarak çaresiz hale getirdiler. Konya kalecisinin kalesinde en çok şut gördüğü maçı yaşamasının da sebebi buydu. Bek, açık ve bir orta saha oyuncusunun kanatta yapacakları üçgen organizasyonları diğer kanatta ve göbekte en az biri boşta olmak üzere beş oyuncuya geniş alan imkanı yaratıyor. Golün geleceği belliydi ve gitgide kendini bulmaya başlayan Pelkas’ın golüyle de galibiyet geldi. Böyle bir oyunda göbekten şut imkanı aramaya meyilli oyuncuların varlığı bir anahtar olarak ortaya çıkacaktır. Zira isim ne olursa olsun takımın santrfor üzerinden gol bulma planı yok.
İsmail Kartal’ın her ne kadar ben katılmasam da Arda’yı baskıdan koruma güdüsünü anlayabiliyorum ama halen daha en ufak bir kıpırdama olmamasına rağmen Mesut’a bu kadar bel bağlamasını anlayamıyorum. Mesut defansif bir yönü olsa defansın önünde ilk topu çıkaran oyuncu olarak belki oynayabilir ama geçen hafta forvet arkasında bu hafta da kanatta üretim sorununun merkezini teşkil ediyor. Hele ki forvetleri bu kadar yetersiz olan bir takımda hiç risk almadan yan pas yapması sadece rakibi savunmaya yerleştirmeye yarıyor. İrfan Can’ın bu maç oynama isteği olumluydu, sahada bulunduğu sürede iyi işler yaptı. Fizik gücü tam olduğunda bir de kanada oturduğunda daha fazla verim verecektir. Crespo mükemmeldi, Pelkas’ın geri dönüşü umut vericiydi, Zajc ve Rossi de bir takım oyuncusu olmanın gereğini yerine getirdiler. Kim için artık parantez de açmaya gerek yok, bu kadar istikrarlı bir şekilde bu kadar iyi oynayan bir defans oyuncusu az bulunur.
Son 6 haftada toplanan 16 puan oldukça görkemli ve milli ara iyi değerlendirilirse bu takım hedefsiz kaldığı sezonda en azından teselli ikramiyesini kazanabilecek gibi duruyor. Yine de bir şeyi tekrardan hatırlatmakta fayda var; kimse bu sezonunun önümüzdeki sezonun fragmanı olmasını beklemiyor ve istemiyor; gelecek sezona bir parça devredebilirse yeter de artar. Yakında başlayacak olan “İsmail Kartal önümüzdeki sezon için doğru adres” güzellemelerine karşı peşinen hatırlatayım istedim. Beşiktaş’ta Önder Karaveli güzellemelerinin hazin sonunu herkes ibretle izlemelidir.
Konya’ya gelince ben bu filmi defalarca izledim. Bu sene iyi bir yerde bitirirler, seneye Avrupa’ya giderler, hoca ile uzun vadeli planlamalardan bahsederler, Ekim gibi hoca gider, gelecek sene ya da belki ertesi sene yine küme düşme korkusu yaşarlar. Biraz parlayan Anadolu takımlarının hele ki Avrupa’da mücadele ettikleri yıllarda başka bir durum yaşadıklarına hiç şahit olmadım.