11 Aralık 2024

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Çizgi: Tan Oral

2025 yılı bütçesi ile ilgili TBMM Genel Kurulu'ndaki görüşmeler pazartesi günü başladı.

Bizim anayasal düzenimizde bütçe yapma hakkını, millet adına TBMM kullanıyor.

TBMM, Bütçe Kanunu'nu kabul ederek yürütme organına harcama yapma ve gelir toplama yetkisi veriyor.

İngiltere Kralı John, ülkesinde her ne isim altında olursa olsun “vergi konulmasını halkın rızası şartına” bağladığında 1215 yılıydı. “Bütün anayasaların atası”, Magna Carta ilan edilmişti.

O günden beri de vergi koymak, kaldırmak, vergi ile toplanan paranın nereye, nasıl harcanacağına karar vermek halkın temsilcilerine, parlamentolara verilen bir yetkidir.

Meclisler, bütçeyi belirlerler, vergi koyarlar, toplanan vergilerin nasıl ve nereye harcandığını denetlerler.

Kâğıt üzerinde Türk milleti adına yasama yetkisini kullanan organ Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir, bu hakkı elinde tutar.

Bütçe Kanunu'nu çıkarır, yürütme organını gelirleri toplamak ve harcamaları yapmak için yetkilendirir.

Böyle bir yetki olmadan bunların hiçbiri yapılamaz. Yapılıyorsa orada temsili demokrasiden söz edilemez.

Yasama, bütçe yapma yetkisini elinde tutarak yürütmeyi dengeler, denetler.

Eğer Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı.

Bu cümleyi yazınca duraksadığımı itiraf edeyim.

Acaba bir yanılsama içinde miyim?

Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Adı henüz padişah olmasa da bir tek yetkili hem ne kadar para toplayacağına hem de o parayı nasıl harcayacağına kendi keyfine göre mi karar veriyor?

Böyle bir yanılsama hissi içinde kalmam, “yeni Türkiye” ile Mülkiye’de bize öğretilenler arasındaki farktan kaynaklanıyor.

Ana akım maliye ve anayasa hukuku ders kitaplarında yazılanlar ile Türkiye’nin gerçeklerinin uyuşmamasından kaynaklanan bir fark bu.

Orta Çağ krallıklarında da tıpkı bugünün Türkiye’sinde olduğu gibi “güçler ayrılığı” yoktu.

Evet hesapta halk tarafından seçilmiş milletvekillerinin oluşturduğu bir Meclis var ama o Meclis çoğunluğunu bizzat seçen kişi Cumhurbaşkanı.

Nitekim Cumhurbaşkanı bir bütçe hazırlıyor, Meclis’e gönderiyor, parmaklar iniyor kalkıyor ve oldu sana bir bütçe!

Cumhurbaşkanı, Meclis’i o kadar küçümsüyor ve aşağılıyor ki zahmet edip hazırladığı bütçeyi milletvekillerine anlatmak için Meclis'e bile gitmiyor.

Onun yerine seçilmiş değil, atanmış bir memur olan yardımcısı bu işi yapıyor.

Cumhurbaşkanı’nın memurları, Meclis’i o kadar takmıyorlar ki, onlar bile bütçe için Meclis’e gitmiyorlar.

Mesela bu yıl MİT Başkanı, Diyanet İşleri Başkanı, İletişim Başkanı zahmet edip Bütçe Komisyonu'na gitmediler.

Bu yıl henüz bakanların konuşmalarına sıra gelmedi ama geçtiğimiz yıllarda tayinle göreve gelen memurlar olan bakanlar, Meclis’e gidip milletvekillerine hakaret bile edebildiler.

Benzer sözleri milletvekillerine herhangi bir vatandaş söylese, TBMM’nin manevi kişiliği filan denilip, yaka paça karakola götürülürdü.

Türkiye’ye özgü bir gelenek hâline gelen bakanların milletvekillerini aşağılama turları başladığında bu yılki bütçe görüşmelerinin bu eksiği de giderilmiş olacak.

Ve kulislerden sızan haberlere bakıyorum, önümüzdeki yasama döneminde TBMM Başkanlığı için heveslenen çok kişi var.

Şimdiki Başkan Numan Kurtulmuş, eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı, şimdi Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı Fuat Oktay, Meclis Başkanvekili Bekir Bozdağ, AKP Grup Başkanvekili Abdulhamit Gül’ün adları Meclis Başkanlığı için geçiyor.

Kimsenin takmadığı böyle bir Meclis’e başkan olsalar ne yazar, olmasalar ne yazar?

Ama makam arabası manda kasa Mercedes! Plakası bile on numara sayılır: 0001!

Zaten bu beyler de sadece bunun için başkan olmak istiyorlar.

* * *

Apo’nun “uygun bir günü!”

Adalet Bakanı Tunç, DEM Parti’nin Öcalan ile görüşmek için verdiği dilekçeyle ilgili olarak, "Uygun bir günün belirlenmesi için çalışmamız olacak" dedi. Öcalan’ın cezaevinde bir özel kalem ofisi ve sekreteri var da mesela onunla mı konuşulacak?
Abdullah Öcalan

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, DEM Parti’nin İmralı adasındaki cezaevinde hükümlü Abdullah Öcalan ile görüşmek için verdiği dilekçeyle ilgili olarak, Ssüreç devam ediyor. Uygun bir günün belirlenmesi için çalışmamız olacak. Size bildireceğiz” dedi.

Tunç, gazetecilerin “Yakın bir zamanda mı” sorusuna ise yanıt vermedi.

Hâliyle benim de kafam biraz karıştı.

“Uygun bir günün belirlenmesi” için nasıl bir çalışma olacak? Öcalan’ın cezaevinde bir özel kalem ofisi ve sekreteri var da mesela onunla mı konuşulacak, “ne zaman görüşmeye uygun olur” gibisinden?

Yoksa, lodosun dinmesi mi bekleniyor?

Demek ki sürece “meteoroloji” de dahil edilecek ki acaba Bahçeli Bey buna ne diyor?

Yalnız unutmayın ki “lodosun gözü yaşlı olur” derler, ardından yağmur gelir.

Bir süreç de “şemsiye tedariki” için mi gerekecek? İşportada ucuza satılanlar rüzgârda ters dönüyor, uyarmış olayım.

Zaten şu da var ki, bu mevsimde Marmara’da lodos dindiğinde, poyraz ya da yıldız esmeye başlar.

Bu rüzgârlar Marmara’da bazen 100 kilometre hızı geçebiliyorlar.

Haydi bakalım bir “süreç” de uzun yol kaptanları ile yürütülmeli bu durumda.

Ama unutmayın ki Ankara’daki en sert rüzgâr da Ankara’nın kuzeybatısından eser. Baktım, Beştepe de oradaymış.

Yani Bakan Yılmaz’ın işi çok zor.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

Suriye’nin artık zamana ihtiyacı var

HTŞ lideri Colani’nin “değiştik, eskisinden farklıyız” iddiasını ortaya koyabilecek fırsatı bulabilip bulamayacağı da şu an için belirsiz. Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun içinde yer alan grupların da “demokrasi aşkıyla” yanıp tutuşmadıklarını söyleyebiliriz. Yani Suriye’de taşların yerine oturması için önümüzde çok zaman var

"
"