02 Ekim 2023

Kenan Evren’e rahmet okutmak

Türkiye’deki rejimi şu an için mutlak bir diktatörlük olarak niteleyemiyoruz belki ama Yargıtay’ın kararı, o konuda hayli mesafe alındığının altını çiziyor

Yargıtay’ın Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater Utku’nun mahkûmiyetlerini onaması, Türkiye’de rejimin niteliğini tartışmasız bir şekilde netleştiriyor:

Bugünün Türkiye’si, Arap Baharı öncesi Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün, Yemen, Moritanya, Suudi Arabistan, Umman, Irak, Lübnan ve Fas rejimleri ile aynı yolun yolcusu.

Bunu ben söylemiyorum, Yargıtay’ın onama kararında yazılı.

Yargıtay, bu ülkelerdeki diktatörlere karşı girişilen ayaklanmalar ile Türkiye’de Gezi Protestolarını aynı zeminde değerlendiriyor; hükümete karşı ayaklanma olarak niteliyor.

Zaten demokrasiler ile diktatörlükleri birbirinden ayıran kırmızı çizgilerden biri de tam bu noktadan geçer.

Demokrasilerde hükümetler kutsal değildir. Seçimle işbaşına gelirler, seçimle giderler. Vatandaşların iki seçim arasında siyasete katılmaları, hükümet icraatlarını denetleyebilmelerinin bir yolu da kitlesel gösterilerdir.

Protesto ve gösteri yapma hakkı, demokrasilerde zaten bu nedenle temel bir insan hakkı olarak kabul edilir.

Oysa diktatörlüklerde durum bunun tam tersidir.

Hükümetler eleştirilemez, kitlesel protestolarla kınanamaz, toplantı ve gösteri yapmaya kalkışmak şiddetle cezalandırılır.

Türkiye’deki rejimi şu an için mutlak bir diktatörlük olarak niteleyemiyoruz belki ama Yargıtay’ın kararı, o konuda hayli mesafe alındığının altını çiziyor.

Anayasa ve AİHS tarafından garanti altına alınmış bir hakkın kullanılmış olmasını suç haline getiriyor.

Üstelik, Gezi protestolarının hükümeti devirmeye yönelik bir eylem dizisinin bir parçası olduğunu kanıtlayabilmiş de değiller.

Kaldı ki Gezi protestoları hükümeti istifaya zorlamak amacıyla düzenlenmiş olsaydı bile bu bir demokraside suç değildir.

Demokratik bir hakkın kullanımıdır.

Gösterilere dayanamayan hükümet istifa eder, yenisinin nasıl atanıp, güvenoyu alacağı Anayasa’da yazılıdır.

Gösterilere rağmen istifa da gerekmeyebilir, bakın örneğin Makron çok daha şiddetli protestolara rağmen istifa etmedi. İstifasını istediler diye de kimse mahkûm edilmedi. Çünkü orada demokrasi var.

Darbe, bu Anayasal düzeni ortadan kaldırır ki Gezicilerin böyle bir darbe yapacak ne silahları vardı ne de arkalarında ordu, polis vs.

Protestolar sırasında bu kitlesel eylemi çalmak isteyen goşist grupların faaliyetlerini önleme görevi de gösterileri düzenleyenlerin ya da katılanların değil, gösterilerin huzur içinde yapılmasını sağlamakla görevli olan devletin güvenlik güçlerinin işidir.

Güvenlik güçleri görevlerini Anayasa ve kanunların içinde kalarak neden yerine getirmediler de protestoların bir şiddet gösterisine dönüşmesini kışkırttılar?

Araştırılması ve soruşturulması gereken buydu.

Kim bilir, olayların bu şekilde tahrik edilmesinin ardındaki amaç belki de buydu.

Demokrasi tramvayından inme zamanının yaklaştığını hesaplayan birisi, böylece önündeki Anayasal bir engeli daha kaldırmış oluyor.

Protesto gösterisi yaparsanız başınıza nelerin gelebileceği ile ilgili bir fikriniz olmasını istiyorlardı; Yargıtay’ın kararı bu emri yerine getirdi.

Düşünüyorum da 12 Eylül döneminde bile Yargıtay, hükümetin bu kadar emrine girmemişti.

Kenan Evren’in şöyle bir sözünü hatırlıyorum:

“Biz ne yapacağımızı biliriz, lakin kanunlar elimizi ayağımızı bağlıyor.”

Hafızamda böyle kalmış, bir iki kelime farklı olabilir.

Günümüzün muktedirlerinin ise elini kolunu bağlayan hiçbir şey yok.

Anayasa, kanunlar filan var da Evren’in dönemindeki kadar bile bir yargı yok.

Kenan Evren’e rahmet okutmak da memleketin Siyasal İslamcılarına nasip oldu ya, daha neler göreceğiz kim bilir!

Cinsiyet farklılığı nedeniyle aşağılama suçu

Türkiye’de yargının kanunları yorumlarken, uygularken “özgürlükçü” olmaması yeni bir durum değil.

Hakimlerimiz ve savcılarımız, kanunları hep “zamanın ruhuna göre” uyguladılar; bugün de bu durum değişmedi.

Hakimler ve savcılar, özgürlükleri budamak için her dönemin ruhuna göre bir kanun maddesini tercih ettiler.

Günümüzde bu işlevi gören kanunlardan biri TCK’nin 216. Maddesi.

Geçmişte yazdığınız bir şarkı sözünden tutun da yaptığınız bir şakaya kadar akla gelebilecek her türlü eylem, bu maddelerin içine sokuluyor.

Uzun hapis cezaları öngörmediği için bu maddeye dayanarak yapılan kolay tutuklamalar, cezalandırmanın bir yöntemi olarak da işe yarıyor.

Bu kanunun ikinci fıkrası şöyle:

“Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Büyük Aile Platformu isimli bir dernek, 150 bin kişiden imza toplamış, TBMM’den “LGBTİ+ faaliyetlerinin yasaklanmasını ve örgütlerinin kapatılmasını” sağlayacak bir kanun çıkarmasını istiyor.

Örgütlerin nasıl kapatılacağını anladım, Türkiye’de bunun yabancısı sayılmayız da Meclis’in “LGBT faaliyetleri” nasıl yasaklayabileceğini kavrayamadım.

Bu iş sonunda her yatak odasına bir polis koymaya kadar da uzanabilir gibi görünüyor çünkü.

Derneğin genel sekreteri şöyle diyor:

“Küresel çetelerin ailelerimizi yok etmek, nesillerimizi bozmak, üremeyi durdurmak, cinsiyetsiz insan tipi oluşturmak için kurduğu, desteklediği ve yaygınlaştırdığı LGBT’nin ülkemizdeki faaliyetlerine ivedilikle son verilmesini istiyoruz.”

Tam da TCK 216. Maddenin ikinci fıkrasının uygulanabileceği bir durum.

Halkın bir kesimini cinsiyet farklılığına dayanarak alenen aşağılıyor!

Bu suçu işleyen sadece bu dernekteki tipler değil tabii. Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak sıkça işlenen bir suç bu.

Cumhurbaşkanı’nın dokunulmazlığı var, aklına ne geliyorsa söyleyebilir. Onu geçelim.

Ama bir şaka için Gülşen’i şu kadar gün tutuklayan, ardından da mahkûm eden “bağımsız” yargımızın, suçun bu boyutu hakkında görmez – duymaz rolü yapması da ayıp değil mi?

Anayasa, kanunlar önünde bütün vatandaşların eşit olacağını emretmiyor mu?

Yanlış anlaşılmasın, benim gibi düşünmüyorlar diye bu tiplerin hapse atılmasını filan savunuyor değilim.

Merak ettiğim şey şu: Yargının çifte standartlı olması, Adliye’de herhangi bir utanca, yüz kızarmasına filan neden olmuyor mu?

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Tuvalet kâğıdı yerine zımpara!

BRICS beş benzemezler topluluğu. AB gibi bir "ortak yönetişim" arayışı değil. Ve bu birliğin günün birinde AB gibi ortak bir kurumsal yapı yaratmak gibi bir hedefi de yok. Birisi tuvalet kâğıdı ise diğeri zımpara. Aynı amaçla kullanılamazlar, biri diğerini ikame etmez

Avrupa hukukuna resmen veda

Yargıtay Başkanı, "Avrupa hukukuna uyum sağlama çabasını" terk etmeyi, yerine "milli hukuk sistemi" konulmasını öneriyor. Yeni Anayasa'nın nasıl bir şeye benzeyeceğinin ipucu burada: Rejim, evrensel hukuktan hoşlanmıyor!

Adamı zorlamayın, cibilliyeti böyle!

Erbaş’tan Anıtkabir’e gitmesini, Atatürk ruhuna Fatiha okumasını filan beklemeyin. O öyle birisi değil. Cibilliyetinin gerektirdiğini yapıyor, hepsi bu

"
"