İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Gülşen için “mevcutlu getirme” kararı verdi.
Yani polis Gülşen’i bulunduğu herhangi bir yerde yakalayacak, bir otomobile koyup, savcı beyin karşısına dikecek.
Nitekim öyle oldu. Gülşen evine giden polislerce gözaltına alındı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şubesi'ne götürüldü, oradan da adliyeye sevk edilerek savcı beyin karşısına çıkarıldı.
Savcı bey “mevcutlu getirme” kararı verdiğine göre, en baştan tutuklansın diye hâkime sevk etmeyi düşünüyor olmalıydı. Öyle de yaptı. "Türkiye’de yargının bağlı olduğu şahsın talimatları doğrultusunda bir ihtimal tutuklama kararı bile verilebilir" diye düşünülürken o ihtimal de gerçekleşti ve Gülşen tutuklandı!
Bir dönem mizah dergilerinden birinde, "Nasıl oluyor da oluyor?" diye bir köşe vardı. Mesela, Gülşen gibi sürekli sahnede, kamuoyu önünde ve evinde olan bir sanatçının ifadesine, nasıl oluyor da gözaltına alınarak başvuruluyor? Ve nasıl oluyor da, kendisine yöneltilen suçlamadan ceza alsa bile infaz hükümlerine göre cezaevine girmeyeceği değerlendirilen Gülşen hakkında tutuklama kararı verilebiliyor?
Savcı, Gülşen’i daha önce çağırmış mı? Hayır.
Gülşen’in “bu savcı da adam mı, ben gitmem onun davetine” filan gibi konuştuğunu mu duymuş? Hayır.
Niye mevcutlu getirme kararı veriyor o halde?
Bunu niye yaptığını biliyoruz.
Çünkü normal bir hukuk düzeninde elindeki uyduruk suçlamayla Gülşen’e dava açabilmesi, açsa da tutuklama talebini kabul ettirmesi mümkün değil.
Soruşturma açması bile absürt.
Böyle yapıyor ki kendileri gibi olmayanlara göz dağı versin.
Böyle yapıyor ki belli bir çevreyi memnun etsin, milletvekili seçimleri de yaklaşıyor, belki bir adaylık da kapar.
İşte böyle oluyor; savcılık mesleğine başlayalı bir yıl bile olmamasına rağmen İstanbul Adliyesi'ne getirildiği belirtilen bir savcının tutuklama talebini değerlendiren... Ve bulunduğu Sulh Ceza Hâkimliği'ne birkaç hafta önce atanan bir hâkim, "kuvvetli suç şüphesini gösteren delil nedeniyle tutuklama tedbirinin daha uygun ve orantılı olacağına" hükmederek bir sanatçıyı tutuklayabiliyor.
Gülşen’e atılı suç, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek”!
Bu suçlama, iktidar yanlısı olmayan kesimleri sindirmek için bizim adliyelerimizde o kadar çok kullanıldı ki artık adliyedeki çaycılar bile biliyor; “yakın ve açık tehlike” yoksa suç yok!
Gülşen’in söylediği iddia edilen sözler böyle bir tehlike mi yaratmış?
İlginç.
Savcı hangi ülkede yaşıyor acaba, benim yaşadığım ülkede böyle bir tehlikeli ortam doğmuş gibi görünmedi gözüme çünkü.
Bu memlekette birtakım İslamcı faşistler kendileri gibi yaşamayanlara Allah’ın her günü hakaret ediyor.
İmam kılığına girmiş cinsi sapıklar sosyal medya kanallarında, tarikatların kürsülerinde başı açık olan, mayoyla denize giren, onların istediği gibi örtünmeyen kadınlara açık açık hakaret ediyorlar, savcıda tık yok.
Festivalleri iptal ettirmek isteyen faşistler, o festivallere katılan gençlere kendi sapık hayallerinde yarattıkları gerekçeleri ileri sürerek, kaymakam süsü verilmiş tiplere festival yasaklatıyorlar, insanların yaşam biçimlerine müdahale etmeyi hak görüyorlar, savcılarda yine tık yok.
Yaşam biçimlerindeki farklılıkları toplumsal barışı bozmak için kaşıyanlar, halk arasında düşmanlık yaratmıyor, Gülşen’in bir sözü “mevcutlu getirme” ve "tutuklama" kararına konu oluyor.
Ne diyeyim?
Allah müstahakınızı versin!
Şarkıcı Gülşen, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği'nce,
"halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik" suçundan tutuklandı
***
Şeref bahsi ve Mübarek Cuma – 43
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, jandarma mezuniyet töreninde bir konuşma yaptı.
Kendisini ne zannediyor bilmiyorum ama laik bir ülkede kamu görevlilerine dini telkinlerde bulundu.
Hep söylemişimdir, bir ülkede kamu görevlileri görevlerini yerine getirmek yerine böyle dini gösteriler yapıyorlarsa başka şeyleri saklamaya çalışıyorlardır.
İster Hristiyan olsun ister Müslüman, isterse Yahudi.
Aralarında frak yoktur.
Dindarlık kisvesi altında her şey saklanabilir.
Gerçi bunları size niye söylüyorum, onu da bilmiyorum.
Bu dünyada dindar görüntüsünün altına her türden ahlaksızlığın ve beceriksizliğin gizlendiğini Türkiye’de yaşayanlardan daha iyi bilecek kim olabilir zaten?
Soylu, din ticareti yapacağına hakkındaki iddialara yanıt vermesini isteyen Şirin Payzın’a da veryansın etti.
“Bildiğinizi söylemezseniz namertsiniz. Bir tek şey çıkarsa 1 dakika görev yapan şerefsizdir. Herkesi kendi şerefinizde sanmayın” dedi.
Şeref bahsini açması iyi oldu bence.
Mesela kendisi bir politikacının mafyadan maaş aldığını açıkladı.
Sonradan anladık ki bu kişi AKP’li bir politikacı imiş.
Şimdi mafyadan maaş alan politikacıyı korumak amacıyla bütün AKP’lileri töhmet altında bırakmak şerefli bir davranış sayılır mı?
Mafyadan maş almak kuşkusuz ki şerefsiz bir iş. Bu şerefsizliği yapanı bilip, korumak şerefsizlik sayılmalı mıdır?
Bu ismi soruşturma dosyasında saklayan savcı için hangi sıfatı kullanmamız daha uygun olur? Şerefli mi, şerefsiz mi?
Kendisine gazeteci süsü veren birisi, iş adamı Sezgin Baran Korkmaz’dan (SBK), İçişleri Bakanı Soylu’ya verilmek üzere 10 milyon Euro istedi.
Böyle bir paraya ortak olmak şeref bahsinde nasıl bir duruma işaret eder?
SBK, avanta alabilmek için “kendisine operasyon çekilirken bazı adamlarının içeride rehin tutulduğunu” da söylüyor.
Bak bak bak!
SBK’nın adamlarını rehin tutan güvenlik görevlilerinin cebinde Ayetü’l kürsi var mıydı acaba? Abdest durumları neydi? Devletin üniformasını böyle bir işe alet edenlerin aklına “şeref” denilince Utamaz Adam Şeref Haktanır mı geliyor?
Adalet Bakanı Yardımcısı yapılan bir savcı ile bir hâkim, olmayan bir MASAK raporunu gerekçe göstererek, Sezgin Baran Korkmaz’ın mal varlığı üzerindeki tedbiri bir an için kaldırdılar.
Böylece 150 milyon dolarlık mal bu sayede uçup gidiverdi.
Savcı ve hâkim bu işi yukarıdan gelen bir emirle mi yaptılar, doğrudan doğruya rüşvet mi aldılar?
Bu eylemlerinin şeref skalasındaki yeri neresidir?
Bu soruları yanıtlayan şerefli, yanıtlamayan şerefsizdir gibi bir şey söylemeyeceğim tabii.
Önce yanıtları alalım, sonra bu yanıtlara bakıp kimin şeref skalasının neresinde yer aldığına daha kolay karar verebiliriz.
İçişleri Bakanı Soylu,
Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Başkanlığı Subay ve Astsubay Öğrencileri Mezuniyet Töreni'nde
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?
Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya’da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi’nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü’nden 1977 yılında mezun oldu
Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara’da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi’nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş’e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı
Askerlik görevini Kara Harp Okulu’nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları’nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları’nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu
1985 yılında Hürriyet’e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu’nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.
Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık’ın 1 Numara Yayıncılık’a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30’u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.
1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.
2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu’nun CEO’luğu görevini üstlendi.
2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018’den itibaren T24’te yazmaya başladı.
Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı”, “Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma”, “Aşktan Sonra Hayat Var Mı”, “Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür” isimli kitapları yayımlandı. “Aşk Herşeyi Affeder mi” isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı.
“Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci” olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.
|