13 Ocak 2025

Halk “güçlü lider” arıyor

Özgür Özel, gerçekten CHP’yi iktidar yapan adam olarak tarihe geçmek istiyorsa bunun yolu belli: Tek tek Erdoğan'a karşı üstün görünen İmamoğlu ve Yavaş ikilisinden birinin önünü açacak. CHP’lilerin kimi daha çok benimseyeceğini bilemem. Ancak İmamoğlu ve Yavaş’a önerim şu ki, eğer niyetiniz varsa ortaya çıkın. Programınızı, ekibinizi halka tanıtmak için vaktiniz daralıyor

Mansur Yavaş, Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olmayacağını tekrarladı ve “Atatürk’ün partisini yeniden iktidara getiren genel başkan olmak istiyorum” dedi.

Kendisini üzmek istemem ama bunun gerçekleşebilmesi mucizelere bağlı.

Türkiye’de böyle mucizeler geçmişte olmadı değil.

Ancak dönemin şartlarına ve politik aktörlerine bakınca bu pek mümkün görünmüyor.

Başında olduğu CHP yönetiminin “politika yapmak” zannettiği şeye bakınca hiç mümkün görünmüyor.

Geçtiğimiz haftanın sonuna doğru bir “kırmızı kart faciası” yaşadık.

İzmir’de söylediği sözleri gerçekten inanarak söylüyorsa işe bu kırmızı kartı bir politik iletişim aracı olarak kullanmayı aklına sokan kişilerle vedalaşarak başlamalı.

Bir gün önceden “Türkiye’nin yıllardır beklediği büyük sürpriz” diye halkı meraklandırdıktan sonra, elinde kırmızı kartla ortaya çıkıp “canınız sıkıldıkça iktidara gösterin” demek günümüz şartlarında bir şaka bile değil.

Danimarka’da yaşıyor olsaydık ana muhalefet partisi liderinin bu şakasına gülebilirdik belki ama Türkiye’deyiz.

“Bu pazar seçim olsa” araştırmaları gösteriyor ki özellikle ekonomik koşullardan kaynaklanan memnuniyetsizlik nedeniyle iktidar partilerinden uzaklaşan seçmen, giderek en büyük seçmen kitlesini oluşturuyor.

İktidar partisinden uzaklaşıyorlar ama ana muhalefete ya da diğer küçük muhalif partilere yönelmiyorlar; ortada bir yerde “kararsız” olarak duruyorlar.

Bu seçmenin önemli bölümünün, seçimlere yakın bir dönemde uygulanacak seçim ekonomisiyle yeniden AKP – MHP koalisyonuna sempati duyar hale gelmesi sürpriz olmaz.

Oy verme kabininde tek başına kalan seçmenin, ne kadar kızsa da o son anda daha önce oy verdiği partilere gönül kaydırması olağan bir durum.

Muhalefet partileri için iktidar şansı, bu seçmeni o gün gelmeden önce kendi saflarına çekmek, kendi politikalarına inandırmakla mümkün olabilir.

Erdoğan’ın son derece iyi başardığı sınıfsal sorunları kültürel farklılıkların arkasına saklayabilen politikalarının peşine takılmak, bunu sağlamaz.

Öte yandan bir gerçek var ki Türkiye bir doğu toplumu ve doğu toplumlarında “liderlik” en az politik pozisyonlar kadar önemli. Hatta bazen onun da önüne geçebildiğini geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz.

T24 Yıllık’ta da sözünü etmiştim: Panoramatr’nin 2024’ün son aylarında yaptığı bir araştırma, halkımızın ezici çoğunluğunun “mevcut siyasi sistemi baştan aşağı değiştirip yenileyecek güçlü bir lider” arayışı içinde olduğunu gösteriyor.

Halkımızın yüzde 80,2’si “güçlü bir lider” bekliyor!

Düşünün ki Recep Tayyip Erdoğan gibi güçlü bir karaktere oy veren AKP’lilerin yüzde 65,6’sı, MHP’lilerin yüzde 74,1’i bile “sistemi kökten değiştirebilecek güçlü lider özlemi” içinde!

Muhalefet partileri böyle güçlü bir lider ortaya çıkaramazlarsa Erdoğan bir kez daha seçimi alır gider, söylemiş olayım.

Özgür Özel bu tanıma uymuyor. Uymak konusunda da bir çaba gösterdiğini söyleyemeyiz. Zaten “Cumhurbaşkanı adayı olmayacağını” da mümkün olan her fırsatta tekrarlıyor.

Çok partili siyasi hayata geçtiğimiz günden beri, 1970'lerde Ecevit’in yakaladığı ivmeden sonra ilk kez siyaseten çok güçlü ve halkın teveccühünü kazanmış iki CHP’li politikacı var: Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş.

Her iki isim de tek tek Erdoğan’a karşı üstün görünüyor.

Ancak bu iki ismin içinden çıktığı parti, Erdoğan’ın partisini ya geçebilir ya geçemez. Aradaki farklar araştırmaların hata payı içinde kalıyor.

Son genel seçim de bize göstermiş olmalı ki ülkeyi yönetebileceği izlenimini halkta yaratamayan partinin de seçim kazanabilmesi mümkün değil.

Özel’in genel başkanlığında CHP’nin böyle bir şansının olmadığını düşünüyorum.

CHP’nin iki güçlü adamından birinin parti genel başkanlığını, diğerinin Cumhurbaşkanlığını üstleneceği bir iş bölümü, Türkiye’de siyasetin doğasına aykırı.

Almanya’da belki olabilirdi ama Türkiye’de birbirine makam armağan eden iki politikacı, ancak oksimoron olabilir.

Ekrem İmamoğlu, Cumhurbaşkanlığı seçimi için kendi kampanyasını başlattı ve sürdürüyor.

Mansur Yavaş’ın henüz böyle bir yola girmediğini, bu konuda bir şeyler yapıyorsa da kamuoyunun bunları bilmediğini de söyleyebiliriz.

Özgür Özel, gerçekten CHP’yi iktidar yapan adam olarak tarihe geçmek istiyorsa bunun yolu belli: Bu iki isimden birinin önünü açacak!

CHP’lilerin kimi daha çok benimseyeceğini bilemem.

Ancak İmamoğlu ve Yavaş’a önerim şu ki eğer niyetiniz varsa ortaya çıkın.

Programınızı, ekibinizi halka tanıtmak için vaktiniz daralıyor.

Erdoğan, Urfa’da da açıkça söyledi ki gelecek seçimde yine aday olmayı başaracak. Ya erken seçim yoluyla ya da Anayasa değiştirerek bunu yapabileceğine emin görünüyor.

Önümüzdeki genel seçimde sadece Cumhurbaşkanı seçilmeyi hedefleyip, partiyi bugünkü gibi hedefsiz ve ortada bırakmak iki seçimi de kaybetmek sonucunu doğurur.

***

Ayşe’nin suçu ne?

Savcılık, sapık bir hayalin ürünü bu iddialar üzerine bir menajerlik şirketi sahibi olan Ayşe Barım hakkında resen soruşturma başlattı. Soruşturmayı başlatan savcının fantezi dünyasını merak ettim. Bu dedikodulara nasıl inandı? Hadi inandı diyelim, bu iddialar kanunlarımızda tarif edilmiş hangi suça uyuyor? Artık “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesi de mi rafa kalkıyor? Gözlerini diktikleri, ele geçiremezlerse yok etmek istedikleri sektör dünyanın ikinci büyük dizi ihracatçısı

 


ID İletişim'in sahibi menajer Ayşe Barım

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz kasım ayının son günlerinde sosyal medyada televizyon dizilerini hedef alan bir mesaj yayınladı:

“Son yıllarda film ve diziler aile ile birlikte dini değerlerimizi hedef alıyor. Sarıklı, sakallı, baş örtülü cübbeli vatandaşlarımıza itibar suikastı yapılıyor. Buna sessiz kalmamız mümkün değil. Belli toplum kesimleri öcü gibi gösterilmektedir.”

RTÜK emri ikiletmedi tabii.

Kızıl Goncalar dizisinin fragmanında yer alan türban sahnesi, RTÜK’ün müdahalesiyle kaldırıldı.

Ardından da Rekabet Kurulu, dizi yapımcıları ve menajerlik şirketleri hakkında “inceleme” başlattı.

İncelemeyi başlatmak için de kendisine gazeteci süsü veren bir tipin akla hayale sığmayacak yalanları gerekçe yapıldı.

Ve savcılık, sapık bir hayalin ürünü bu iddialar üzerine bir menajerlik şirketi sahibi olan Ayşe Barım hakkında resen soruşturma başlattı.

Soruşturmayı başlatan savcının fantezi dünyasını merak ettim.

Bu dedikodulara nasıl inandı? Hadi inandı diyelim, bu iddialar kanunlarımızda tarif edilmiş hangi suça uyuyor?

Artık “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesi de mi rafa kalkıyor?

Yoksa bir Fetullah geleneği olarak yeni suçlar mı ihdas edilecek?

Ben soruşturma bitmeden söyleyeyim: Ayşe’nin suçu başarılı bir menajer olması. Temsil ettiği oyuncularının kariyerlerini üst düzeye çıkarması.

Yapım şirketlerinin suçu ise toplumun beğenerek izlediği diziler yapmaları.

Şimdi hepsini bir torbaya doldurup cezalandırmak istemelerindeki amaç belli: Bir türlü ele geçirmeyi başaramadıkları bir sektörü ele geçirmek, ele geçiremiyorlarsa da bozmak, yok etmek.

Gözlerini diktikleri, ele geçiremezlerse yok etmek istedikleri sektör dünyanın ikinci büyük dizi ihracatçısı.

“Ya benimsin ya da kara toprağın” sözünün dizi sektörüne uygulanmasının nedeni bu parayı ceplerine indirmek.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Popülist bir sivil darbeye ne kadar hazırız?

Türkiye’de güçler ayrılığının hâli ortada. Cumhurbaşkanı sadece yürütmeyi değil, yasama ve yargıyı da kontrol ediyor. İdarenin anayasal sınırlarının dışında hareket edebilmesini önleyecek kurumlar, yargı ve yasama organları doğrudan idareye bağlı. Buna ‘güçlü bir değişim için kuvvetli bir figür bekleyen’ halkın otoriterizme olan eğilimini de ekleyelim. Türkiye demokrasisini bekleyen darbe tehlikesi burada yatıyor…

Yasin Aktay o fotoğrafa niye girdi?

Yasin Bey belli ki Esad’ın devrilmesinin heyecanına kendisini kaptırmış, soğuk kanlı düşünse çektirmeyeceği bir fotoğraf karesine girmiş. Bu kadar heyecanlanmamış olsaydı, Erdoğan’ın dost olmaya çalıştığı bir ülkenin aradığı terörist ile yan yana olmazdı

Ne oldu da iktidar bir Meclis olduğunu hatırladı?

Hükümetin uygun gördüğü bir DEM Parti heyeti İmralı’ya gitti, Öcalan ile görüştü ve dönüşte de TBMM’deki parti gruplarını tek tek ziyaret ederek bilgi verdi. Bütün bu zaman içinde konuyla ilgili kendisine bilgi verilmeyen, “abi sen bu işlere ne diyorsun” denilmeyen bir tek kişi var: Recep Tayyip Erdoğan

"
"