Yeni yılın ilk günlerinde, 2021 yılının sonlarında yayımlanmış Söz ve Yazı (Fol Kitap, Aralık 2021) adlı kitabı okurken ilkin Platon'un Phaidros diyaloğuna giden bir yolculuğa çıkmış hissettim kendimi. Okuma yolculuğumdan dönünce de bildiklerimle öğrendiklerimi karıştırdım gibi geldi bana. Adıyla ilk kez karşılaştığım Louis Lavelle; dil, sözlü ve yazılı kültür, yazı, okumak, ilham vb. konularda, bana bildiklerimi mi anımsattı yoksa bilmediklerimi mi öğretti, doğrusu pek ayıramadım. İnsanın Görkemi yazarı filozof Ralph Waldo Emerson'u dinleyip de evlerine döndüklerinde, eşlerinin "bugün hoca ne anlattı" sorusuna karşılık, "hoca ne anlattı bilmiyorum ama çok güzel şeyler anlattı" diyen çiftçilerden biri saydım kendimi. İyi ki -bir önceki yılın sonlarındaki Dil, Söz ve Yazının Gelişimi (Jürgen Trabant, Aralık 2020) sonrasında- okumuşum Lavelle'in, "dil, sessizlik, düşünce ve okuma üzerinden, okuru, söz ve yazı hakkında derin bir düşünüme davet etmek" iddialı Söz ve Yazı kitabını.
"Sessizlikten Çığlığa" alt başlığıyla yayımlanan altı "kısım"lık Söz ve Yazı, deneme tadında sevimli bir kitap benim için. "Sözün ve Yazının Mevcut Tehlikeleri Üzerine" başlıklı "Giriş" yazısı ile "Esinlenme Disiplini Üzerine" başlıklı "Sonuç" yazısını da birer "kısım" olarak eklemeliyim kitaba. Dil (Şeylere İsim Vermek; Düşüne ile Dil Arasındaki Mesafe; Çığlıktan Fikre), Ses (Soluk; Çocuğun Cıvıldaması; İşitmeyle Görmenin Karşılaştırılması), Söz (Sözün Özellikleri; Kelam; Diyalog), Sessizlik (Sessizlik Atmosferi; Sessizlik Çeşitleri; Dinsel Sessizlik), Yazı (Zamansalın İçindeki Sonsuz; Sözle Yazının Karşılaştırılması; Yazarın Beni) ve Okuma (Okumak ve Yazmak; Dolu Dolu Bir Yalnızlık; Okumanın Kuralları), Lavelle'in, içindekilerden fazlasını söyleyen kitabının "kısım" başlıklarıdır. İlgilisinin bilgilenmesi için açık seçik yazdım kitabın kısım başlıklarını. Bile isteye de 'edebiyat ilgilisi' ifadesini kullanmadım çünkü Söz ve Yazı, kendisini 'edebiyat' ile sınırlandırmamış ilgilinin de bilmesi gereken bir kitaptır.
Sözlü kültürün insanın tarihindeki oldukça uzun süren egemenliğinin yazıyla değişip ardından matbaayla yeni boyuta evrildiği bir dünyadayız. Bu çağda, konuşan ile dinleyenin yerini yazan ile okuyan almış elbette ancak her ne olursa olsun söz ve yazı, düşüncemizi somutlaştıran ve onu birbirimize iletmemizi sağlayan başat ögeler. Bu nedenle olmalı "Söz ve yazının çürümesi tüm diğer çürümelerin işaretidir: hem neden hem de sonuçtur." Lavelle, kitabını söz ve yazı ile ilgili önemli belirleme ve soruyla açarken kendi tartışma zeminini açıkça gösterir, okurunu da bu tartışmaya davet eder. "Dünyanın bunca büyük altüst oluşlara maruz kaldığı, ulusların biçim değiştirdiği, toplumların yeni bir denge aradığı, bütün insanlığın yazgısının her bir kişide sorgulandığı bu dönemde, sözün ve yazının özünü tanımlama çabası, göründüğü kadarıyla, gayet önemsiz bir konuyla zihni meşgul etmektir. Kaygılarımızı unutmamızı sağlayacak bir oyalamaca değil midir bu? En ivedi ve en cesaret gerektiren görevlerle cesurca yüzleşmek yerine, kendi oyunundan aldığı zevki hiçbir şey bozmasın diye, en uçarı temayı seçen düşüncenin bir tür kaçışı mıdır?"
Söz ve Yazı kitabı, başlıkların ayrıntısına geçmeden, toplumsal gelişmelerle söz yerine yazılı kültürde ilerleyen, her bir kişinin "kendini aşan ama hayatı üzerinde yankılanan olaylarla kuşatılmış hâlde" olduğu bir dünyayı görelim ve sorgulayalım istiyor. Yaşadığımız dünyada bize, "tekrar yetiyor" ve bizim artık "keşif zevkimiz kalmadı" ise bu durumda biz, "hem bir doğuşa hem de bir vahye benzeyen ifadenin o kıyaslanamaz nezaketini yavaş yavaş yitiriyoruz" demektir. Tanığı olduğumuz medyatik çağ, bu nâhoş durumun somut örneğidir. Lavelle, "âna ait" olan söz ile "söze benzemesi ve söz gibi yok olup gidebilir olması" yönüne dikkat çektiği yazının, "üslup olmadan bir hiç" olacağını ısrarla vurguluyor. "Herhangi bir yazı ancak üslup varsa kalıcı olur; üslup bizzat kişinin damgasını taşır, değeri sonsuz olmakla birlikte biricik olan bir yordamla gerçeği az çok kavradığı âna işaret eder."
Lavelle'in "dünyanın özeti" diye tanımladığı 'dil' söz konusu olduğunda Dil Denen Mucize (Walter Porzing), benim başvuru kitaplarımın ilkidir diyebilirim bu nedenle Lavelle'in, "Her isim insan gücünün işaretidir: İsmi elinde bulunduran kimse, şeyi de elinde bulundurduğunu sanır ve ismi telaffuz ederek şeyi ürettiğini hayal eder." cümlesini okuyunca andığım kitabın dil felsefesine kaynaklık eden "İsimlerin Doğruluğu" başlıklı bölümü okudum yeniden. İnsan düşüncesinin, dil aracılığıyla evreni yönetme/yönlendirme çabasında ilk insandan bu yana 'adlandırma' yetkisi, üzerinde durulmaya değer bir konu. Bu bağlamda çokça tartışılanlardan biri de varlıklara/şeylere verilen adlar olan 'kelime' ile ad verilen 'şey' arasındaki ilginin ne'liğidir.
Dil konuşulduğunda çoklukla onun "iki kapısı" olan "söz ve yazı" öne çıkar. Kadim zamanlardan bu yana sözlü anlatım geçerli iken sonrasında yazı dili yaygınlaşır ki Lavelle de vurgular bu gerçeği. Düşüncenin zaman içindeki maddi dayanıklılık kazanışı dille artarken öte yandan düşünenin "yazının içinde ölüp gömülme riski" vardır ki bu durumda "Düşünceyi diriltmek dinleyene, okuyana düşer" tezi, alımlama estetiği bağlamında önemli. Lavelle'in, insanlar arası "bütün iletişimlerin aracı olan dil, aynı zamanda bütün ayrılıkların da aracı" olduğu belirlemesiyle Tanrı'nın "kibir çılgınlığını cezalandırmak" amaçlı Babil Efsanesi'ne göndermesini de gözden kaçırmamak gerekir. Dil kısmının "Çığlıktan Fikre" başlıklı yazısının "Dil imkân ile gerçeklik arasındaki ara dünyadır" tezi, dilin 'yaratıcı yazı' sürecindeki kullanımıyla ilgili önemli ayrıntılar içeriyor, eline kalemi alacaklara elbette.
Konuşan kişiler, "hem rol yapan aktör hem de dinleyen seyirci" olduklarından, onların "Ağızdan çıkan seslerin istediği sesler olduğundan emin olmak, onları yönlendirip düzeltebilmek, doğruluklarını algılayabilmek için bu sesleri işitebilmesi gerekir." ise bu doğrulama yazanlar için de böyle olmalıdır. Ağızdan çıkanı başka bir kulak duyacak ise yazanından çıkan yazı da artık onun olmayacağından sahibinden ayrılmadan özen ister. Lavelle'in, "Çocuk konuşmayı öğrendikçe ses yaratma gücünü sınadığı bütün denemelere sevinçle girişir." tespiti, yazı için de geçerlidir. Yazı yoluna çıkmış kişi, konuşmayı öğrenen çocuğun cesaretine benzerlikle her yazısının ardından yeni yazıları deneyendir.
Sözün gücü anlatılmaya kalkıldığında buna söz yetişmez, yine de Yunus Emre'nin dizeleri yetişir: "Söz ola kese savaşı/ Söz ola kestire başı/ Söz ola ağulu aşı/ Bal ile yağ ede bir söz." Bu, Lavelle'in söylence kaynaklı anlatımıyla arıların, balı "çocuk Platon'un ağzında" bulmasıdır. Söz, bizi başkalarıyla buluşturandır, başkasıyla olmak konuşmaktır ki bu "uygarlığın bir ürünü" olan 'diyalog' ile gerçekleşebilir. "Kimse kulak vermeden derin düşüncelere dalamaz. Derin düşüncelere dalmak daima derlemektir; kulak vermek ise kendine kulak vermektir. Bu, ikna olmayı kabul etmektir, zira dilin ileri sürdüğü gibi, dinlemek baştan itaat etmektir. Yoksa kim işitildiğini söyleyebilir ki?" Konuşan kişinin işitildiğini bilmesi, yazanın okunduğunu bilmesine denk düşen bir diyalog türü gibi geliyor bana.
İnsan düşüncesinin, 'söz dili' ve 'yazı dili' ile dışa vurularak açık edildiği yaygın kabuldür. Condillac, İnsan Bilgisinin Kaynağı Üzerinde Deneme (MEB,1989) kitabında, Âdem ile Havva'nın "olağanüstü bir yardım sayesinde" konuşabilmelerinin öncesinde ayrıca bir "hareket dili" olduğunu ve zamanla 'söz' denilen aracın bu dilin yerini aldığını belirtiyor. Ona göre, "gövdenin sert hareketinin yerini tutmak için ses, pek belli fasılalarla yükselmiş ve alçalmış" olmalıdır. Sözlü ve yazılı dil konusundaki görüşleri Lavelle benzeri pek düşünüre esin kaynağı olduğu anlaşılan Condillac, insanların "zaruret olmadıkça" sözlü dildeki kelimelerinin sayısını çoğaltmayışlarını "kelimelerin sayısı çoğaldıkça bunları düşünmek ve ezberde tutmak kendilerine pek külfetli oluyordu" gerekçesine bağlar. Nihayetinde insanlar "düşüncelerini birtakım seslerle birbirlerine anlatmak" gereği duyup "bu düşünceleri kendilerinden sonraları da yaşatmaya ve mevcut olmayan kimselere tanıtmaya" yönelince başlangıçta "basit bir resim olmaktan ileri gidememiş" yazıyı kullanmaya başlamışlardır. Anlaşılan, yazı için 'tarihi başlatmak' yanına, daha pek çok görev eklememiz gerekiyor.
Hakkında yazılanların bellekleri alt üst eden çokluğuyla irkildiğimiz 'yazı' için önemli bildiklerimden Yazı İnsanın Belleği (Georges Jean, YKY 2002) kitabındaki bir alıntı, Lavelle'in yazıya yüklediği görevlerin zorluğunu anlatır. Alıntı şöyle: "Yazının ne olduğunu bilmezsen güçlüklerini hafife alırsın, ama ayrıntılı bir açıklama istiyorsan sana şunu söyleyeyim ki bu çok zahmetli bir iştir: Gözü bozar, sırtı kamburlaştırır, mideyi ve kaburgaları ezer, böbrekleri kerpeten gibi sıkar ve bütün vücuda acı verir[…] En sonunda yazıcı, limana geri dönen denizci gibi son satıra gelmenin neşesini yaşar." Lavelle de aslında "bir söz" iken "zaman içinde akmak yerine süre içinde sabitlenir" olan yazıyla uğraşıp nihayetinde "limana geri dönen denizci gibi son satıra gelmenin neşesini yaşa"yacak kişinin bedenselin ötesindeki konumunu belirler: "Yazarın sorumluluğu andan süreye bu geçişte yatmaktadır." Yazarlığın, öncelikle de yaratıcı yazarlığın, bu "andan süreye geçiş" aşamasındaki ustalık eksenine odaklanışını göz ardı etmemek gerekir. Kitapta söylenildiği üzere, "yazı sözün kanatlarını koparıp yeryüzüne zincirleyen bir noter hilesi" ise yazarın göreviyle sorumluğunun sınırlarını belirlemek de güçleşiyor. Ne ki 'yazan kişi' olmaktan çıkıp "sonsuzu zamansalın içinde yakalamak" olan yazıyı kullanarak 'yazar kişi' olmak, böylesine çileli bir yolculuk olsa gerekir. Söz ve Yazı kitabının "Yazarın Beni" başlıklı kısmı, adının önündeki genç ya da deneyimli sözlerine bakılmaksızın elinde kalem olanlar içindir.
Okuma ile yazmanın "zıt iki entelektüel yöntem" oluşuna "Yazı içerden dışarıya giden bir hareketken okuma dışarıdan içeriye gider." cümlesinin tanıklığı yeter. Her iki eylem de kişiden özgür bir iradeyle uygun bir zamanı ister kuşkusuz. Lavelle'in "Söz, yazı ve okuma arasındaki ilişkiyi tanımlamayı bir zaman teorisine, yani an, süre ve sonsuzluk arasındaki ilişkilere başvurmak dışında hayal edemeyiz." yargısına karşı durmayı bir yana bırakalım, cümlenin açılışındaki o kendileri olmaktan çıkıp da edebiyat ortamını oluşturan üç ifade için ne çok sözü ve yazıyı bir araya getirmek durumundayız. Gutenberg Galaksisi (Marshall McLuhan), bu söz-yazı bağlamında yalnızca dolaşacağımız evreni değil, onun yol haritasını da gösterir bize. Her birimizin kılavuz kitapları vardır elbette, Okumanın Tarihi (Alberto Manguel) benim başat kitabımdır. Kelimelerin Büyülü Dünyası (John C. Condon), Kudretli Kelimeler (Northrop Fry), Okuma Üzerine (Proust), Sözün Düşüşü (Jacques Ellul), Öküzün A'sı (Baryy Sanders), Sözcükler (Sartre), Düzyazının İnce Sesi (Giorgio Manganelli), Yaratma Cesareti (Rollo May), Yazı Üzerine Çeşitlemeler & Metnin Hazzı (Roland Barthes),Okumak Yazmak ve Yaşamak Üzerine (Schopenhauer) Yazın, Gene Yazın (Tahsin Yücel) benzerleri, Lavelle'in üç ifadeyle ilintili yargısının oluşum izlekleridir. Bu bahsi, Walter J. Ong'un dünyanın kültürüne armağan Sözlü ve Yazılı Kültür (Metis, 010) kitabının, "Görüntü ayırır, ses birleştirir. Okuma duymaktır, görmek değildir. Gerçek okuyucular kulaklarıyla okuyanlardır, gözleriyle değil." sözleriyle bitireyim.
Dil, söz ve yazıya dair anlatılanın tarihiyle kaydı, belirsizlik durumundan kurtulamaz. Dilin söz ile anlatılanı, yazıyla kayda geçtiğinde elimizde okuyacağımız bir kitap var demektir. "Bir kitap yazmak kendini şekillendirmeyi, yani kendini bulmayı öğrenmektir. Kişinin kendi karşısında müşkülpesent olmasıdır, kendisiyle ve bütün evrenle ilişkilerini aydınlatması, zenginleştirmesi ve derinleştirmesidir; tüm güçlerini denemesidir; bilincini en derin varlığına, en derin varlığını da bilincine verdiği vahye denk kılmaya çalışmaktır. Hayatın bize sırayla sunduğu en yüksek deneyimleri kısa bir zamanda derlemektir; en sıradan vakitlerde kendimizin en iyi kısımlarıyla hâlâ temasta kalmaya imkân bulmaktır: bir kitapta bu asla tamamen olmaz; kitap sıradan hayatın kısıtlamalarını bildiği gibi başka kısıtlamaları da bilir. Fakat gelenek ve görenekleri ele almasa bile, yazarının bir hayat kuralı ya da akıl kitabı gibi başlamadığı hiç bir eser yoktur."
Olamaz ya üniversitelerin "edebiyat" bölümünde okuyacakların ilk derse Söz ve Yazı kitabı ile başladıklarını şöyle bir hayal etsenize! Kadim söyleyişle yazının ustası bir yazar, son sözünü söyleyip güvenli limanına dönebilmiş denizcinin mutluluğuyla bize Söz ve Yazı kitabını armağan etmiş, okuyarak "düşünceyi diriltmek" görevimizi aksatmamış olalım biz de.