20 Şubat 2022

Türkiye'de Alman İzleri (V) | Yavuz'un yaramazlıkları

Karadeniz'e kıyısı olmayan ülkelerin savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçişini sınırlayan, Boğazlar rejimini tümüyle regüle eden Montrö Antlaşması'nın gündeme getirildiği, Karadeniz kıyıdaşı iki ülkenin savaşa girmek üzere oldukları, bunlardan birine Batı ülkelerinin illa Boğazları kullanarak yardım göndermek isteyeceklerinin konuşulduğu şu günlerde hatırlamakta fayda var

Karadeniz bir zamanlar neredeyse tam bir Osmanlı iç deniziymiş. Zaman içerisinde Karadeniz kıyılarını Rusya'ya terk etmek zorunda kalmış. Rusya kuzeyimizde hep dev bir güç olarak varmış ve Osmanlı'nın belalısı olmuş. Osmanlı ile girdikleri 12 savaşın yedisini Rusya kazanmış.

SSCB hayattayken 5.800 kilometrelik Karadeniz kıyısının 1.700 kilometresi bir NATO ülkesi olan Türkiye'ye, kalan 4.100 kilometre ise SSCB ve Demir Perde ülkelerine aitti. Şimdi ise Rusya'ya sadece 800 kilometre kalmış durumda. Bir NATO ülkesiyle (Türkiye) Karadeniz ve Kafkasya üzerinden komşu olan Rusya haliyle batıdan da NATO ile komşu olmak istemiyor. Ukrayna'nın NATO'ya katılmasına karşı çıkıyor.

Müslüman ve Orta Asya kökenli bir İmparatorluk Avrupa'da oldum olası istenmemiş. Kuzey Avrasya'da da… Araplarca Müslümanlaştırılmış Orta Asya kökenli Türkler Hristiyanlaşmış Grek-Latin-Slav kültürleriyle hiç bağdaşmadıkları gibi fetih yoluyla gelebildikleri kadar batıya gelmiş ve orada durdurulmuşlar.

İmparator Wilhelm Goeben güvertesinde. Gemi artık Türkleştirilmiştir.

Doğu ile Batı arasındaki doku uyuşmazlığı kâh Truva Savaşı'nda, kâh Büyük İskender'in Helen-Pers çatışmalarında, kâh Dördüncü Haçlı Seferi'nin Bizans işgalinde, kâh Osmanlı'nın Viyana kuşatmalarında, kâh Birinci Dünya Savaşı'nın Çanakkale Savunmasında kendini gösteriyor. Dolayısıyla "kültürel sınır" bazen Viyana varoşlarında, bazen Makedonya'da, bazen Boğazlarda çizilmiş. Doğu'nun Batı'ya, Batı'nın da Doğu'ya olan hükmetme arzusu hep ağızları sulandırmış. Gerek ticaret yolları gerek doğal kaynaklar bunun sebebi tabii. İtiş kakışın tam ortasındaki Türkiye oldum olası tercih yapmak zorunda olan bir ülke. Doğu'ya mı aitim, Batı'ya mı?

Görülen o ki, eskiden sosyalist Doğu Bloku ve özgürlükçü-demokrat Batı arasında geçen halat çekme oyunu bize ideolojik bir çekişme diye yutturulmuş.

1853'te Kırım Savaşı başlamış. Başkaları buna "Şark Savaşı" diyor. Modern tekniklerle yapılan savaşların ilki diye anılır. Fransa, İngiltere ve İtalyan Piyemont devletinin desteğiyle Osmanlı zar zor kazanmış Kırım Savaşını. Karadeniz'in tartışmasız hâkimi Rusya'nın gözü Akdeniz'e inmek için Boğazlar'da. Batılı güçlerin de tek derdi Rusya'yı Akdeniz'e indirmemek.

Ardından 93 Harbinde Rus ordularının doğuda Kars, Ardahan, Erzurum'a kadar, batıda ise başkent İstanbul'un varoşuna, Yeşilköy'e kadar geldiklerini hatırlayalım. Yeşilköy'ün eski adı malumunuz Aya Stefanos, Slav kültürlerinde pek saygıdeğer bir Hristiyan şehittir kendisi. Haliç kıyısındaki ünlü Demir Kilise de aynı adla anılır.

İnanılır şey mi? Rus orduları Osmanlı Sarayına, Dolmabahçe'ye 20-30 kilometre yaklaşmışlar.

Birinci Dünya Savaşı uvertüründe Osmanlı ile çok yakın dost olan Alman İmparatorluğu emperyal duygular geliştirdiğinde dünya, deniz gücü kuvvetli Avrupalılar tarafından paylaşılmıştı. Orta ve Güney Amerika, Afrika, Uzak Asya ve doğal kaynağı olan her coğrafya en erken Kristof Kolomb sonrası gelişen denizcilik ve navigasyon bilgileri sayesinde sömürgeleştirilmişti. Almanya bu arada kendi iç "birlik ve beraberliği" ile meşgul olduğundan uyandığında her yerin paylaşılmış olduğunu fark ettiğinden olsa gerek, ne yapsın, o da Orta Doğu'ya yönelmiş, Osmanlı topraklarına. Dostumuz olmuş.

İstinye

Hamburg'un ünlü Blohm & Voss Tersanesi kızağından 28 Mart 1911 günü dev bir çelik yığını denize indirilir ve Alman İmparatorluk Donanmasına katılır: SMS Goeben. Adını Prusyalı bir generalden alan bu dretnot İmparatorluk Donanmasının Akdeniz Tümeninde amiral gemisi olmak üzere yola çıkar. Çok hızlı ve ürkütücü bir savaş kruvazörüdür. Refakatçisi daha küçük olan kruvazör Breslau da hep yanındadır. Filonun komutanı Tuğamiral Wilhelm Souchon başarılı bir deniz subayıdır. Adriyatik'te görev yapmaktadırlar. Sırbistan'dan savaş tamtamları duyulmaktadır.

Olan olmuş, 3 Ağustos 1914 günü Almanya ile Fransa arasında savaş başlamıştır. Alman filosu Cezayir'den Fransa'ya ikmali engellemek için bazı Cezayir limanlarını tahrip eder ve Doğu Akdeniz'e kaçar. İngiltere Donanma Bakanı olan Churchill de kendi gemilerine Akdeniz'de dolaşan Almanları takip etmeleri emrini vermiştir. Fakat Goeben ve eşlikçisi Breslau hızlı manevralarla Ege Denizi'ni geçip Çanakkale Boğazı'na girerler.

Berlin ile İstanbul arasında birkaç gün süren bazı görüşmeler başlar ve sonucunda Çanakkale'deki mayın hattı açılır. Bu iki çelikten Alman İstanbul'a gelip Dolmabahçe'de demir atarlar. Gemiler burada birdenbire "Türkleştirilir". Bayrağından personelin kıyafetine kadar "uyum sağlar". Soranlara da "Ne var? Parasını verdik aldık" denmiştir herhalde bu kadar tiyatrodan sonra. Goeben malum Osmanlı padişahının adıyla "Yavuz" olur, Breslau da 1913'te Yunanistan'a geçen adanın adıyla "Midilli".

Boğazların bu iki Alman tarafından kesilmesi şu anlama geliyordu aynı zamanda: Fransa ve İngiltere'nin Rusya'ya silah ve mühimmat ihracatı ile Ukrayna ve Rusya tarlalarından tahıl ithalatının da İngiltere ve Fransa'ya ulaşması engellenmişti.

İstinye

Ve bir gece, 28 Ekim 1914'te Tuğamiral Souchon Yavuz ve Midilli'yle, Osmanlı bayrağı çekilmiş bu iki Almanla Karadeniz'e açıldı. Sivastopol ve Odessa limanlarını bombaladı, Rus mayın tarama gemisi Prut'u batırdı ve geri döndü. Yapılacak iş miydi bu şimdi? Bu emir nereden gelmişti?

Bu olaydan beş gün sonra Rusya İmparatorluğu Osmanlı İmparatorluğuna savaş ilan etti: 2 Kasım 1914.

Bundan sonra Yavuz hep Karadeniz'de savaştı, defalarca çatışmalara girdi. Ruslara epey hasar verdi. Rusya'nın Bolşevik Devriminden sonra dünya savaşından çekilmesiyle Yavuz'a de pek iş kalmamıştı Karadeniz'de. Bu sefer 20 Ocak 1918'de Çanakkale Boğazından çıktı ve İmroz yakınlarında İngilizlerle çatıştı bu ikili. Burada Midilli battı, Yavuz yara aldı ama İstanbul'a getirildi. Etraflı tamirattan sonra cumhuriyet döneminde de TCG Yavuz adıyla hizmet etti. Ta ki 1973'te sökülene kadar.

Karadeniz'e kıyısı olmayan ülkelerin savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçişini sınırlayan, Boğazlar rejimini tümüyle regüle eden Montrö Antlaşması'nın gündeme getirildiği, Karadeniz kıyıdaşı iki ülkenin savaşa girmek üzere oldukları, bunlardan birine Batı ülkelerinin illa Boğazları kullanarak yardım göndermek isteyeceklerinin konuşulduğu şu günlerde bunları hatırlamakta fayda var.

Hafızası kuvvetli Rus ayısı elbette Yavuz'un yaramazlıklarını unutmamıştır.

Yavuz'un uskurlarından biri. Gölcük.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’de Alman İzleri (IX) | Dostluk Yurdu

O günlerde Galiçya cephesinde zaferden zafere koşan Mareşal von Mackenzen'in "Türkiye Türklerindir" ve "Almanlar da Türklerin en iyi dostlarıdır" diye biten telgraf metni oldukça alkış topladı. Hâlâ kullanılan "Türkiye Türklerindir" sloganı demek bir Alman'dan çıkmış.

Üzüm Bayramı

Apostolik Ermeniler her sene 15 Ağustos günü kutlanan Asdvadzadzin gününe en yakın pazar günü üzümleri kutsarlar, yani "okurlar" üzümü. Dindar Apostolik Ermeniler daha önce üzüm yemez. Cemaat üyeleri kilolarca üzümü bayram öncesinde kiliseye bağışlarlar ve okutmak için getirirler. Kilise bahçelerine kasalar dolusu üzüm yığar, halka dağıtırlar

Türkiye'de Alman İzleri (VIII) | Almanya'da unutulmuş bir kunduracı çırağı

Oğlu Rudi Achmed'den bir kız bir erkek iki torununu ve onlardan olan üç torun çocuğunu da gören Achmed Talib Doğu Almanya'dan hiç çıkamadı. Hatta, Fürstenwalde'den çıkamadı