MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “öncü” rol alarak gündeme getirdiği, adına “çözüm süreci” denilmeyen süreç iktidara göre bir biçimde devam ediyor.
DEM Partililerin elini sıkarak başlattığı süreci, İmralı’daki Abdullah Öcalan’ın umut hakkından yararlandırılarak TBMM’ye gelmesi ve silah bırakıldığını açıklaması çağrısıyla boyutlandıran Bahçeli, son grup toplantısında da örtülü mesajlarını sürdürdü.
Bahçeli’nin iki açıklaması kritikti.
Birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrılarından haberdar olmadığını iddia edenlere karşı yaptığı, “Cumhurbaşkanımızla yolculuğumuz ve bağımız sarsılmazdır. Cumhur ittifakında görüş ayrılığı yoktur. Cumhur ittifakının soluğu başkaları gibi kesik değildir. Öküz altında buzağı arayacaklarına gitsinler, kendilerine münasip kapak arasınlar” açıklaması.
İkincisi, MHP’nin sosyal medya kampanyasının da başlığı olan, “Vakit tamamdır, söz konusu vatandır” sözleri.
Şöyle devam etti Bahçeli:
“Makamda gözümüz yoktur. Koltuğa merakımız yoktur. Yeter ki Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti sonsuza kadar yaşasın dursun. Yeter ki haine, teröriste karşı bir olalım. Kürt kardeşlerime sesleniyorum. PKK Kürtleri temsil edemez. Dün terörist başının yoldaşı olanlar şimdi Amerika’nın uşağı olmuşlar. Biden’ın üvey evlatlarına Türk milletinin asil evlatlarını kurban edemeyiz. Gelin bir olalım, beraber olalım hep beraber Türkiye olalım."
Yeri gelmişken, MHP, Bahçeli’nin sözlerinin ne anlama geldiğini teşkilatlara da anlatıyor. “Hilal’e Doğru” adı verilen, teşkilat buluşmalarında MHP yöneticileri mutlaka bu konuya dayanıyor ve meselenin “iktidar” olmadığını ifade ediyor.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
* * *
Bahçeli’nin son mesajının artık DEM Parti, İmralı ya da Kandil’i değil, doğrudan Kürtleri odak aldığını söylemeye gerek yok. Neyin, neden yapılacağı uyarısı gibi de görülebilir.
Bu önceki çağrıların artık geçerli olmadığı anlamına da gelmiyor.
Ancak Kandil ve PKK’nın Suriye kolu YPG’den istenilen mesajların gelmediği ortada.
Ankara, özellikle Kandil’in Öcalan’ın çağrısı doğrultusunda hareket edebileceğini hesaplıyordu-hesaplıyor.
Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi’nin, “Öcalan’ı diri diri İmralı’ya gömdüler” yazısını da bu paralelde okumak gerekiyor.
Ancak Kandil’den gelen mesajlara bakıldığında, Öcalan’dan tatmin edici bir açıklama gelmediğini düşündükleri, bir müzakere sürecinin kendileriyle ve İmralı’yla, önceki süreçler gibi paralel yürütülmesini bekledikleri anlaşılıyor.
DEM Parti’de ise bekleyiş hâkim. DEM Parti yöneticileri, olası bir süreçte rol almaya istekli olduklarını söylüyor. Ancak parti kulislerinde, sanılanın aksine, İmralı’da Öcalan’la görüşmesine izin verilen DEM Milletvekili Ömer Öcalan’ın kapsamlı bir mesajla dönmediği konuşuluyor. Gelen mesajın bir müzakere yürütüldüğüne ve yürütüleceğine dair ifadeler içermediği ifade ediliyor.
Abdullah Öcalan ve DEM Parti Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan
İktidarın ve özellikle MHP’nin beklentisi, DEM Parti’nin “silah bırakın” çağrısına katılması. Sohbetlerde bunu açıkça da ifade ediyorlar. Öcalan üzerinden yapılan çağrının öneminin kavranması gerektiğini düşünüyorlar.
DEM Parti ise kapsamlı bir müzakere süreci yürütülürse bu konuda açıkça sorumluluk üstlenebileceğini belirtiyor.
Düğüm, yöntemle ilgili kafa karışıklığında.
Ancak Bahçeli’nin de örtülü biçimde söylediği gibi, iktidarın, önceki gibi bir süreç yürütme düşüncesi yok.
Orta Doğu’nun yeniden şekilleneceğinin düşünüldüğü bir dönemde, Suriye’de güvenli bir hat oluşturma düşüncesi, bütün bu sürecin temelini oluşturuyor.
Mesajların ABD ve bir yandan Rusya odaklı olduğu buradan anlaşılabilir.
Buna paralel olarak iç politika, yeni anayasa ve Erdoğan’ın yeniden adaylığı başlıkları da bu plana ekleniyor.
Düğümün çözülmesi kolay değil… Bu nedenle kayyım politikaların sürdürüleceği ve Suriye’nin kuzeyine yönelik operasyon planlarının “etkinleştirilmek” isteneceği anlaşılıyor.
Bu tartışmalar, harekete geçileceği güne kadar sürecek.
* * *
“Sansür” tutuklamaları
Dezenformasyon Yasası olarak nitelendirilen, gazetecilerin “sansür yasası” olarak andıkları düzenleme yasalaşırken, uygulamada bunun sonuçlarının ağır olacağı sıkça söylendi.
Elbette sonuçları iktidar ve iktidara “gönül verenler” için ağır olmuyor.
Buna rağmen AKP’liler, yasanın, düzenlemede sayılan bütün koşullar söz konusu olmadan uygulanmayacağı garantisi verdi.
Ancak düzenlemedeki, “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” ifadesinin AKP’lilerin söylendiği gibi kullanılmayacağı ortadaydı.
Nitekim geçen seneden bu yana onlarca gazeteci, düzenlemedeki koşullar oluşmadan, sadece “yanıltıcı bilgiyi yaydıkları” iddiasıyla tutuklandı.
Bu listeye, geçen hafta, zaten bir sene önce de tutuklanıp itiraz üzerine serbest bırakılan gazeteci Furkan Karabay eklendi. Karabay, itirazı haklı bulan mahkeme tarafından bir hafta sonra serbest bırakıldı ama neden cezaevine konulduğu, neden buna gerek duyulduğu sorusuna yanıt veren yok.
Yanıtı biliyoruz elbette. “Peşinen cezalandırma” yeni bir yöntem değil.
Şimdi AKUT’tan tanıdığımız Nasuh Mahruki de X mesajları nedeniyle tutuklandı.
Yine “yanıltıcı bilgiyi yaydığı” iddiasıyla.
Nasuh Mahruki
Hangi bilginin yanıltıcı olduğu, bunun tutuklama gerektirip gerektirmediği sorularının yanıtları belli ama yanıt yok.
Sonra istediğiniz kadar ifade özgürlüğünden, yargı bağımsızlığından söz edin.
Bu yöntemlerle korkan da yok ürken de… Zira insanın endişe etmesi için gerçekten suç işlediğini düşünmesi gerekir. Tutuklanan gazeteciler, sivil toplum örgütü temsilcileri suç işlemediklerini biliyorlar. Mesele normalleştirilmek istenen bu uygulamalardan kurtulmak. Muhalefetin aday pazarlıklarını bitirip bu gerçeklerle mücadele etmesi gerekiyor.
Zira rafa kaldırılan “etki ajanlığı” bir biçimde yasalaştırıldığında bundan çok daha kötüsüyle karşılaşacağız.
* * *
İşkence suçları ve suçluları
12 Eylül darbecilerinin üzerinde en çok durduğu konuların başında cezaevleri ve “ıslah politikası” geliyordu.
Meraklıları, Kenan Evren’le ilgili “sahte” yargılamanın notlarına dönüp bakabilir.
Muazzez İlmiye Çığ’ın ölümünden sonra konu yeniden gündeme geldi.
Muazzez İlmiye Çığ
Çığ’ın bir dönem başkanlığını yaptığı HZİ Vakfı’nın, cezaevindeki mahkumlar üzerinde, büyük bölümü iradeleri dışında ilaç deneyleri yaptığı 80’li yıllardan bu yana biliniyor.
Bilmeyenler, “Neden ölümü beklendi?” diyorlar ancak Çığ, bu sorulara defalarca yanıt verdi, vakfın projeyi yürüten ekibi de öyle.
Mesele bunun normal görünmesi.
Çığ’ı savunmak isteyenler, yıllarca birlikte çalıştığı isimler ve “Atatürkçü” olarak kodladıkları bu ismin şimdi işkenceyle anılmasını hazmedemeyenler.
“12 Eylül darbesi döneminde ne yapılsın, istemeden yapmışlardır” diyebilenler bile var.
Mesele Çığ’ın akademik yeterliliği değil.
Mesele, darbe koşullarında Genelkurmay’ın da izni ve onayıyla yapılan bu çalışmaya vakfın gönüllü olması.
Ne savunma yapılırsa yapılsın, onlarca mahkûmun, “Bize ilaç verildi” beyanları, şikayetleri orada duruyor.
Ölümünden sonra bu konunun gündem olmasının da hiçbir garip tarafı yok.
Türkiye’de darbeciler gibi darbenin hiçbir boyutu da gerçek bir yargılamanın konusu olmadı.
Bırakın da en azından hesap sormasına izin verilmeyenler, yeri geldiğinde yaşadıklarını anlatabilsinler. Gerçek bir yargılamanın konusu yapılırsa bütün bir hakikati de öğreniriz.
Zira insanlık suçlarının zamanaşımı da yok…
Süslü cümlelerle asıl Atatürkçülüğün hedef alındığını söyleyenler, insanların işkenceye tepki göstererek de Atatürkçü olabileceklerini anlamayanlar da memleketin halinin, neden 22 yıldır AKP’nin iktidar olabildiğinin kısa ve hüzünlü özetinden ibarettir.
Gökçer Tahincioğlu kimdir?
Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.
Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.
Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.
İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.
|