Devlet, bazen yaptıklarını gösterir.
90’lı yıllar boyunca Ankara’nın, İstanbul’un göbeğinde yaşayan insanların, evlerinden, işyerlerinden kaçırılarak öldürülmeleri, tarihe faili meçhul olarak geçen faili belli bu cinayetler, gösterilmek istenilenlerden biridir.
Bu suçları işleyen devlet görevlileri, böyle bir niyet olmadığında, elbette cinayetlerin üzerini örtmesini gayet iyi bilir.
Yurtdışına kaçtı derler, örgüt öldürmüş olabilir derler, izini biz de bulamıyoruz derler.
Eğer cesetler, Bolu, Hendek, Düzce gibi Ankara-İstanbul hattındaki yollara bırakılmışsa, gizleme gibi bir dert yoktur.
Bilakis, amaç göstermektir.
***
Tıpkı Hizbullah cinayetleri gibi.
Yıllarca her yaptığına göz yumulan örgütün, sokak ortasında insanları ensesinden silahla vurabilmesi, verilen cesarettendir.
Artık örgüte ihtiyaç kalmadığında, bir anda yıllardır bulunamayan failler bulunur, domuz bağı yapılarak gömülmüş cesetlere ulaşılır, örgütün bütün şifresi bir günde çözülür.
Yapılan başarılı operasyon gerekçe gösterilir akıl sır ermez bu masala.
Ancak sonrasına da bakmak lazım.
Örgüt liderlerinin davalarının karara bağlanmayarak, tahliyelerinin sağlanmasına.
Örgütün tetikçi kadrosundan yaklaşık 400 kişinin sessiz sedasız tahliye edilip kayıplara karışmasına…
Hizmetler unutulmaz.
***
Devlet, bazen işkenceyi bile gösterir. Mağdurların anlatımları dışında, işkence dışarıya sızmışsa, nedeni, yaratılmak istenilen korku iklimidir.
Amerikan filmlerinde, cezaevlerinin ne kadar da ürkütücü olduğunun, Amerika’nın imajını bozacağı kaygısına düşülmeden işlenmesi gibi.
Nasıl bir akılsa, bu akla göre, devletler için bazen korkutmak gereklidir.
***
T24’te yayımlanan Mehmet Eymür röportajının önemli bir bölümü, geçmişten bugüne hayatımızdan silinmeyen aktörlerin eylemleriyle ilgiliydi.
Özellikle de Ankara’da devam eden faili meçhul cinayetler davası odaktaydı.
Daha önce mahkemede tanıklık yapan Eymür, “Sözüm para etmedi” diyerek ekliyordu:
“18 insanı para için öldürdüler.”
Faili meçhul cinayetler adı verilen faili belli cinayetlerde öldürülenlerin isimleri dönemin başbakanı Tansu Çiller tarafından açıklanan listede yer alıyordu.
İddiaya göre, liste Milli Güvenlik Kurulu’nda da gündeme geldi.
Ve listede yer alanlardan, istenilen paraları vermeyenler, öldürüldü.
Üstelik, öldürülmelerinin nedeni örgüte yardım etmeleri olarak sunuldu kamuoyuna.
Gizli saklı yoktu, bir yandan korku iklimi yaratılmak isteniliyordu, bir yandan cinayetlerin ihale edildiği isimlere, “istediğinizi yapın” deniliyordu.
“Kahraman” olarak sunulan çeteciler, elleri kolları bağlı insanları, evlerinden alıp, işkence ettikten sonra öldürdüler. Üzerlerinden çıkan paraları paylaştılar.
Eymür, işte bununla ilgili Ankara’da devam eden davaya işaret ediyordu röportajda.
Tek işaret eden Eymür değil.
Duruşmalara katılan tek sanık olan Ayhan Çarkın, yıllardır cinayetlerin nasıl işlendiğini anlatıyor ama onun da sözü para etmiyor elbette.
***
Ve bir de kendi deyimiyle, “aklını kiraya verdiği” günden bu yana söyledikleri araştırıldığında doğru çıkan ancak herhalde bu nedenle sözleri soruşturma konusu yapılmayan Sedat Peker’in anlatımları var.
Peker de bu davayla ilgili olarak, Mehmet Ağar ve özel harekât polislerini işaret ederken, listedeki isimlerin nasıl öldürüldüklerini anlattı geçtiğimiz aylarda.
Devlet görevlilerinin, bununla yetinmediğini, organize suç örgütlerinden yararlanarak Halis Toprak gibi isimleri öldürtmek istediklerini de aktardı.
Kıbrıs’taki Kutlu Adalı cinayeti için kendilerine gelindiğini ve kardeşi Atilla Peker’i görevlendirdiğini, kardeşinin bazı gazetecilerin de ısrarla “kahraman” olarak göstermek istediği Korkut Eken’le KKTC’ye cinayet öncesinde gittiğini de söyledi.
Üstelik Peker bunları ilk kez anlatmadı.
2011’de, Ergenekon soruşturmasından tutuklu olduğu dönemde de faili meçhullerle ilgili açılan soruşturma kapsamında savcılara bunları aktardı. O gün ne dediyse, sonradan da aynısını tekrarladı.
Ama bu çetelere nasıl göbekten bağlanılmışsa bütün iktidarlar tarafından, hâlâ harekete geçilmiyor. Beraat etmeleri için ne lazımsa yapılıyor.
Zira Susurluk’tan bugüne uzanan cezasızlık çizgisi, bu isimlerin cezalandırılmasına engel. Bu isimlerle sonradan kurulan bağlantılar koruma zırhını daha da kalınlaştırmış durumda.
***
Aynı Peker, korku iklimi yaratmak için 15 Temmuz’dan sonra neler yapıldığını da açıklıkla anlatıyor.
“Ülkede korku iklimi yaratmak için silahlanın çağrısını yapmam ortak fikirdi. Oluk oluk kan dökülme çıkışını yapacağından haberdar değildik diyemezsiniz. O tarihlerin birkaç gün öncesinde yaptığım görüşmelerin HTS kayıtları da ortaya çıkacaktır.”
Peker, bu çağrıdan sonra İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in suç duyurusu üzerine, hakkında takipsizlik kararı veren Savcı Alim Yaşar’ın, ifadeye gittiğinde, kendisine devletin mesajını ilettiğini de söylüyor.
Savcı için elbette işlem yok.
Ve Peker, Akşener’le ilgili sosyal medya mesajları dahil, o dönemki bazı mesajların telefonuna hazır olarak gönderildiğini de anlatıyor.
SADAT’ın korku iklimi oluşturmak için nasıl kullanıldığını, bu yapıya bağlı olanların nasıl eğitildiğini de söylüyor.
Doğal olarak bütün bunların kanıtlanması çok kolay iddialar olduğuna işaret ediyor.
Öyle tanığa falan da gerek yok.
HTS kayıtları var, devletin arşivi var, dijital kanıtlar var…
İstenirse hepsi ortaya dökülür.
Ama şimdilik dökülemiyor.
Zira Susurluk’tan bugüne uzanan bir çizgide, “korku” salarak ülkeyi yönetme alışkanlığı var.
Yargı da bu yöntemin aparatı haline getirilmiş durumda.
Yoksa ülkenin bakanları, çıkıp da “siz halledin yargı arkanızdan gelsin” diyebilir mi?
Yoksa yargı, göz göre göre, “cezaevinden çıkmayacaklar” talimatını yerine getirebilmek için aynı isimler hakkında aynı eylemler ve iddialarla durmaksızın yeni davalar açabilir mi?
Tek sorun var artık bu sistemde.
Başlangıçta etkiliyse de artık değil.
İnsanlar korkmuyor ve susmuyor.
Sokaklara uzatılan mikrofonlara dün konuşamayanların bugün ne dediklerine bakmak bile bunu anlamak için yeterli.