18 Kasım 2020

Başkanları susturma baskısı

İki belediye başkanına, demokrasiye ve hukuka aykırı biçimde baskı yapılması, iktidarın üzerinden bir buçuk yıl geçen 2019 yerel seçim yenilgisini hâlâ içine sindiremediğini ve CHP'li belediye başkanlarını rakip olarak gördüğünü ortaya koyuyor

Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan'ın seferberlik ilân edip, ekonomi, demokrasi ve hukukta reform vaadinde bulunduğu günlerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında, "inceleme" başlatıldığı açıklandı.

Ardından bir başka bilgi de İzmir'den geldi. İçişleri Bakanlığı'nın deprem veya başka bir afet olduğunda sadece valilerin konuşabileceğini, belediye başkanı ve muhtarların konuşmasının yasaklandığını duyuran genelge yayımladığı anlaşıldı. Genelge vali muavini tarafından belediye başkanlığına bildirilmişti.

Bunun anlamı da İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in ve muhtarların deprem hakkında konuşmamalarıydı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'ün, "özgürlük" sözü verdikleri gün, İmamoğlu ve Soyer'i susturmak isteyen kararlar yansımış oldu.

İktidar açısından tam da "bu ne perhiz bu ne lahana turşusu" dedirten bir çelişki söz konusu.

Sözle uygulama birbirinin tam tersi olunca, hükümetin, demokrasi, reform, ifade özgürlüğü gibi vaatleri inandırıcı olmaktan çok uzak kalıyor.

İki belediye başkanına, demokrasiye ve hukuka aykırı biçimde baskı yapılması, iktidarın üzerinden bir buçuk yıl geçen 2019 yerel seçim yenilgisini hâlâ içine sindiremediğini ve CHP'li belediye başkanlarını rakip olarak gördüğünü ortaya koyuyor.

İçişleri Bakanlığı'nın Ekrem İmamoğlu hakkında inceleme başlatmasının nedeni Kanal İstanbul'a karşı çıkmış olması.

Aslında inceleme konusu yapılan, İmamoğlu'nun Kanal İstanbul projesine kişisel olarak karşı çıkışı değilmiş de,  "Ya Kanal, Ya İstanbul" afişini belediye kaynaklarından bastırmasıymış! Kanal İstanbul'u öven, yere göğe sığdıramayan bir afiş hazırlatsa bile yine inceleme başlatılırmış. Çünkü kamu kaynaklarıyla, bir "devlet projesi" ne övülebilirmiş ne yerilebilirmiş!

Gel de buna inan; belediyeler Kanal İstanbul'u öven afişler bastırsalarmış İçişleri, haklarında inceleme ve gerekirse soruşturma başlatacakmış!

İçişleri Bakanlığı'nın İmamoğlu hakkında başlattığı inceleme, devlet gücünü kullanıp 31 Mart 2019'da İstanbul seçiminin iptal ettirilmesine benziyor. O zaman da bağımsız olması gereken Yüksek Seçim Kurulu, iktidarın istediği gibi İstanbul seçimini iptal etmiş ancak 23 Haziran yenileme seçiminde İmamoğlu 800 bin oy farkla seçimden zaferle çıkmıştı.

İktidarın zorlama kararlarla CHP'li belediye başkanlarının elini kolunu bağlamaya çalışması vatandaş nezdinde iktidarın yıpranmasından başka bir sonuç doğurmuyor.

Tıpkı salgının başlangıcında İstanbul'da İmamoğlu'nun, Ankara'da Mansur Yavaş'ın başlattığı yardım kampanyasını yasaklamak, yerine Cumhurbaşkanı'nın katıldığı bir yardım kampanyası başlatmak veya belediyeler bedava maske dağıtıyorlar diye maske dağıtımını ve eczanelerde satışını yasaklayıp bu işi "devlet" yapacak diye insanların maskesiz bırakılması gibi. Tıpkı, CHP'li Mersin Belediyesi salgında bedava ekmek dağıtıyor diye bedava ekmek dağıtımını yasaklayıp, AK Partili belediyelerin bedava ekmek dağıtmalarına karışmamak gibi…

İmamoğlu'nu durdurmak

İktidar Ekrem İmamoğlu'nu afiş bahanesiyle durdurmaya çalışıyor.

İçişleri Bakanlığı mülkiye müfettişleri İmamoğlu'nun Kanal İstanbul'a karşı çıkışını idarenin bütünlüğünü bölmek şüphesiyle inceleyecekler.  Belediye kaynaklarından afiş bastırmasını mercek altına alacaklar.

5393 sayılı Belediye Yasası'na göre mülkiye müfettişlerinin belediyeleri mali açıdan denetleme yetkileri yok. Bu yetki Sayıştay'ın. Mülkiye müfettişleri belediyelerin idari tasarruflarını hukuka uygunluk açısından denetliyorlar. Bu nedenle, İmamoğlu'nun afişleri belediye kaynaklarıyla bastırmasının yasaya uygun olup olmadığına Sayıştay karar verebiliyor. Sayıştay da zaten şu anda belediyelerin 2020 harcamalarını denetliyor. Bir aykırılık görürlerse sorgu konusu yapacaklardır. Yargısal kararı ise ilgili Sayıştay dairesi verecektir.

Bugüne kadar Sayıştay tarafından belediyelerin afiş, ilân, yerel TV veya gazeteler yoluyla halkı bilgilendirmek amacıyla yaptıkları faaliyetler nedeniyle verdiği tazmin veya zimmet kararı yok. Bugüne kadar yasaya aykırı bir durum saptamamışlar.

Ayrıca, beldelerini ilgilendiren konularda, belediye başkanlarının halkı bilgilendirmeleri temel görevleri arasında. Kanal İstanbul'un, İstanbul halkını ilgilendirmediği söylenemeyeceğine göre, İmamoğlu'nun Kanal'ın İstanbullulara zararları konusunda bilgi vermesi ve afiş hazırlatması görevleri arasında.

"İdarenin bütünlüğünü bozduğu" gerekçesi ise çok su kaldıracak, çok tartışmalı bir konu. Belediyeler kamu tüzel kişisi olarak özerkliğe sahipler. Aynı zamanda hükümetin idare vesayeti de söz konusu. Kanal İstanbul'un İstanbul'a vereceği zararlar konusunda bilgilendirme yapmanın belediyenin özerklik yetkisi içinde mi yoksa hükümetin vesayet yetkisi içinde mi olduğu öyle içinden kolay çıkılacak bir konu değil. Bu bahaneyle İmamoğlu hakkında İçişleri Bakanlığı'nın yapacağı tasarrufun gideceği adres mahkeme olacaktır.

Soyer konuşmasın mı?

Belediye Başkanı oldukları ilde, deprem, sel, yangın gibi afetler meydana geldiğinde başkanlar konuşmasınlar mı?

İçişleri Bakanlığı genelgesi "konuşmasınlar" diyor. "Sadece AFAD'ın bilgilerini vali açıklasın" diyor.

Demokratik bir ülkede, seçilmiş belediye başkanın, beldesindeki bir felaket için konuşmaması nasıl talep edilebilir anlamak mümkün değil, Böyle bir yasak ne demokrasiye ne hukuka sığar.

Herhalde İçişleri Bakanlığı öyle istiyor diye, belediye başkanları illerindeki felaket hakkında ağızlarına fermuar çekecek değiller.

Böyle bir talep abesle iştigaldir.

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.

"
"