06 Kasım 2024

İki Amerika, tek kazanan: Trump'ın dönüşü Amerikan siyasetinde derin bir ideolojik ve toplumsal dönüşümün simgesi

Eğer Trump’ın kazandığı kesinleşirse Amerika başka bir Amerika olacak

2024 seçimlerinin ilk sonuçları Trump’ın seçimleri kazanmaya çok yakın olduğunu gösteriyor. Trump’ın geri dönüşü Amerikan siyasetinde derin bir ideolojik ve toplumsal dönüşümün simgesi.

Trump, beyaz Amerikalıların kültürel ve ekonomik kaygılarını merkezine alan bir kampanya yürüttü. Göçmen karşıtlığı, dini muhafazakârlık ve Amerikan kültürünü “koruma” söylemleriyle kırsal, muhafazakâr, daha az eğitimli seçmenleri kendine çekmeyi başardı. Ancak etkisi sadece beyaz Amerika ile sınırlı kalmadı; göç, suç ve ekonomi konularında “beyaz Amerika”nın kaygılarını paylaşan diğer kimlik gruplarından da 2016 ve 2020 seçimlerine oranla daha fazla oy almayı başardı.

Eğer Trump’ın kazandığı kesinleşirse Amerika başka bir Amerika olacak. Robert Kagan’a göre Amerikan siyasetinde beyaz üstünlükçü eğilimler hep olmasına rağmen Trump bu eğilimleri tek bir parti içinde topladı. Trump kazandığı takdirde Cumhuriyetçi Parti beyaz üstünlükçü, otoriter bir siyasetin bayraktarlığını yapacak. Üstelik Trump kendi seçmen kitlesi ile de bir uyum içerisinde. Kamuoyu araştırmaları Trump destekçilerinin sadece daha iyi bir ekonomi değil daha otoriter bir yönetim istediğini ortaya koyuyor. Seçimlerden hemen önce yayınlanan PRRI anketine göre Amerikalıların %40'ı otoriter eğilimlere yatkın, ancak bu oran Trump destekçileri arasında üçte ikiye yükseliyor. Trump destekçileri arasında siyasi şiddeti destekleme eğilimi de daha yüksek.

Pew Research Center'ın analizlerine göre Harris ve Trump destekçileri arasında kültürel meseleler, hükümetin rolü ve dış politika konularında çok ciddi görüş ayrılıkları var. Harris destekçileri göç, cinsiyet kimliği gibi konularda daha dahil edici görüşlere sahipken, Trump destekçileri çeşitliliği ve eşitliği bir tehdit olarak görüyor.

Kısacası bu zafer herhangi bir zafer değil, Amerikan siyaseti için ciddi bir dönüşüm demek.

Ancak her şeye rağmen bu seçim başa baş bir yarıştı. Yarışan Trump ve Harris değil, iki farklı Amerika’ydı. Diğer Amerika da pekâlâ galip gelebilirdi.

Peki, ne oldu da Trump’ın Amerika’sı kazanmaya bu kadar yakın?

Negatif partizanlık stratejisinin sınırlı etkisi

2020 seçimlerinde Amerikan siyasetinde "negatif partizanlık" belirleyici bir rol oynadı. Bu seçimlerde, seçmenler kimi daha fazla sevdiklerinden ziyade, kime daha fazla karşı olduklarına göre oy kullanma eğilimindeydi. Demokrat Parti, Trump’a karşı duyulan olumsuz duyguları mobilize ederek geniş bir seçmen kitlesini bir araya getirdi. Trump karşıtlığı, Demokrat Parti’yi iktidara taşırken, Biden %51 oy oranına ulaşarak zafer kazandı.

Harris kampanyasına bu kutuplaşmayı (ve negatif partizanlığı) aşma iddiası ile başladı; ancak kampanyanın sonlarına doğru söylemini yeniden “Trump tehdidi” üzerine inşa etti. Ancak 2024 seçimlerinde Trump artık Amerikan kamuoyunda giderek daha tanıdık bir siyasi figür olarak görülüyordu. Elon Musk gibi bildik figürler çekinmeden onu savunuyor, Trump’a yönelik öfke azalıyordu. Dolayısıyla Demokrat Parti’nin Trump karşıtlığına dayalı stratejisi çok etkili olamadı.

Üstelik bu seçimlerde negatif partizanlık yalnızca Trump’a karşı değildi. Son dört yılda, Biden da güçlü negatif duyguların hedefi haline geldi. Yaşına ve sağlığına rağmen adaylıkta ısrar etmesi, yüksek enflasyon, İsrail’e karşı gösterdiği cesaretlendirici tutum gibi faktörler onu görev onayı en düşük (yaklaşık %39) başkanlardan biri yapacaktı. Trump bile seçilemediği 2020 seçimlerinde Biden’dan daha yüksek görev onayına sahipti.

Biden'ın seçim sürecine geç dahil olması ve Harris’in Biden’ın desteğiyle, bağımsız bir adaylık mücadelesi vermeden yarışa katılması, Harris’in güçlü bir aday profili oluşturmasını da zorlaştırdı. Harris’in Biden’a karşı hissettiği vefa duygusu hem başkanlık döneminde hem de adaylık kampanyasında Biden’dan net bir şekilde ayrışmasını engelledi. Seçmenler, Harris’i politikaları açısından Biden’ın bir devamı olarak gördüler ve bu durum, Harris’in Biden’a yönelik negatif duyguları devralmasına yol açtı.

Ekonomi algısı: Rakamlar değil duygular belirleyici oldu

Her seçimde olduğu gibi, bu seçimde de ekonomi ön plandaydı. Harris kampanyası, enflasyonun düştüğüne ve işsizliğin rekor seviyede azaldığına vurgu yaptı; Biden dönemi ekonomik performansı devraldı ve bu performansı daha ileriye taşıyacağını ifade etti.

Ancak seçimlerde, ekonominin “gerçek” durumu kadar, seçmenlerin ekonomiyi nasıl algıladıkları ve ekonomik sorunları gelecekte kimin çözeceğine dair düşünceleri de etkili oldu. Seçmenlerin ekonomi hakkındaki öznel algıları ise Trump’ın lehine çalıştı. Gallup’un araştırmasına göre, ulusal düzeyde Amerikalıların %46’sı ekonomiyi “kötü” olarak tanımlarken, “mükemmel” veya “iyi” olarak tanımlayanların oranı %25 civarında kalıyordu. Ekonominin daha da kötüye gideceğini düşünenlerin oranı %62 iken, iyiye gideceğini düşünenlerin oranı %32 civarındaydı.

Bu öznel değerlendirmelerde parti kimliğinin ciddi bir rol oynadığını belirtmek gerekir. Cumhuriyetçilerin büyük çoğunluğu ekonomiyi “kötü” olarak değerlendirip kötüye gittiğini düşünürken, Demokratların çoğunluğu ekonomiyi “mükemmel” veya “iyi” olarak tanımlıyordu. Ancak kararsızların ekonomi hakkındaki görüşlerinin Cumhuriyetçilerin görüşlerine daha yakın olması, sandığa gittiklerinde Trump lehine oy kullanmış olduklarının bir göstergesi olarak okunabilir.

Merkez siyasetin ve iktidarda olmanın dezavantajları

Dünyanın her yerinde iktidardaki partiler, küresel sistemin iki büyük savaşla sarsıldığı, enerji, gıda ve barınma fiyatlarının eşi benzeri görülmemiş şekilde arttığı, teknolojik dönüşümün toplumsal ilişkileri köklü biçimde değiştirdiği bu çalkantılı dönemde seçim kazanma konusunda dezavantajlı durumdalar. Bundan da öte, farklı çıkar gruplarını bir araya getirme ve toplumsal dönüşüm, ilerleme, eşitlik gibi konularda “ortalama siyasete” sıkışan merkezdeki partiler de aynı dezavantajı yaşıyor. Hem iktidarda olmak hem de merkez bir parti olmak, çifte dezavantaj demek.  

Nitekim, Harris’in merkezde durarak geniş bir tabana hitap etme stratejisi, toplumsal kutuplaşmanın yüksek olduğu bir dönemde sınırlı bir başarı sağladı. Bu merkezde duran "ortalama siyaset" yaklaşımı, özellikle hızlı toplumsal değişim karşısında daha köklü çözümler bekleyen farklı sosyoekonomik ve kültürel grupları aynı anda memnun etmekte zorlandı. Bu grupları yeni, ortak, yaratıcı çözümler sunamadı.

Öte yandan Trump, göç, suç ve aile değerleri gibi konular üzerinden kendi kitlesini mobilize etmeyi ve genişletmeyi başardı. Harris ise Trump’ın görünür hale getirdiği göç, suç gibi konulara yanıt verirken ya bunların bir sorun olmadığını iddia etti ya da bu sorunlara gerçekçi ve ikna edici çözümler sunamadı. Tabanını genişletmek amacıyla sağ-muhafazakâr gündemin söylemlerine yer verdiğinde ise ne kendi kitlesini ne de karşı tarafı memnun edebildi.

Harris’in ana söylemi kürtaj hakkı ve demokrasi üzerine odaklandı. Bu söylemin, özellikle kadın seçmenleri etkileyerek oy vermede belirgin bir “toplumsal cinsiyet” farkı yarattığını söyleyebiliriz. Ancak Trump kampanyası da tehdit altında olduğu hissedilen erkekliği (bir kadın başkan olasılığına karşı da) mobilize ederek erkek seçmenlerden ciddi oranda destek aldı.

Cesur çözümler gerekli 

Trump’ın 2024 seçimlerinde zafer kazanmasını sağlayan üç temel etken, tüm kutuplaşmış demokrasilerde benzer sonuçlara yol açıyor: Negatif partizanlık stratejisinin sınırlı etkisi, seçmen davranışlarını belirleyen öznel ekonomik değerlendirmeler ve merkez siyasetin gündemi belirleyememesi.

Bu durumu Türkiye’de de yakından biliyoruz ve bu yalnızca Amerika ile Türkiye’ye özgü değil. Filipinler’de Rodrigo Duterte’nin güvenlik ve düzen temelli söylemi, İtalya’da Giorgia Meloni’nin göç ve aile değerleri üzerine kurulu mesajları ve Fransa’da Marine Le Pen’in milliyetçi söylemleri, merkez partileri savunma hattına çekilmeye zorladı.

Bu örnekler, kutuplaşmış demokrasilerde kazanmak için cesur ve net çözümler sunmanın, seçmenlerin somut endişelerine savunmacı olmayan doğrudan yanıtlar vermenin önemini açıkça ortaya koyuyor. Ancak bu hiç de kolay bir görev değil. Hele dünyanın en güçlü ülkesinin radikal bir sağ aktör tarafından yönetildiği bir dünyada bu artık daha da zorlaşıyor.

New York Times’dan çok beğendiğim bir yazı başlığı ile bitireyim: eğer seçmenler için neyin iyi olduğu sandığımız kadar net olsaydı; seçim bu kadar kıran kırana olmazdı.

Okuma önerisi

Robert Kagan Rebellion: How Antiliberalism Tearing America Apart kitabında 2024 seçiminin, yapılacak son özgür seçim olabileceğini iddia ediyor. Kagan Amerika’nın tarihsel beyaz üstünlükçü karakterini ve Trump’ın bu geleneği nasıl kullandığını detaylı bir şekilde inceliyor. Trump Amerika’sını ve bu seçim sonuçlarını anlamak için şiddetle tavsiye ederim.

 

Evren Balta kimdir?

Evren Balta, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. ODTÜ’de ‘sosyoloji’, Columbia Üniversitesi’nde ‘uluslararası ilişkiler’ alanında yüksek lisans yaptı. Doktora çalışmasını ‘siyaset bilimi’ alanında New York City Üniversitesi’nde tamamladı. Karşılaştırmalı siyaset, siyasal şiddet, popülizm, güvenlik, dış politika, vatandaşlık ve ulusötesi siyaset alanlarında yoğunlaşan çalışmalar yaptı.

Derleme çalışmaları Türkiye’de Devlet, Ordu ve Güvenlik Siyaseti (İsmet Akça ile birlikte, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010); Küresel Siyasete Giriş (İletişim Yayınları, 2014), Kuşku ile Komşuluk: Türkiye ve Rusya İlişkilerinde Değişen Dinamikler (Gencer Özcan ve Burç  Beşgül ile birlikte, İletişim Yayınları, 2017) adlarıyla yayımlandı.

Küresel Güvenlik Kompleksi (İletişim Yayınları, 2012), Tedirginlik  Çağı: Şiddet, Siyaset ve Aidiyet Üzerine (İletişim Yayınları, 2019), The American Passport in Turkey: National Citizenship in the Age of Transnationalism (Özlem Altan-Olcay ile birliktee, UPenn, 2020) adlı kitapları yayımlandı.

Türkiye’de Amerikan Pasaportu / Ulusötesi Çağda Aidiyet ve Vatandaşlık (Koç Üniversitesi Yayınları, 2024) adıyla Türkçe’ye çevrilen ortak çalışması, 2021 yılında Amerika Sosyoloji Derneği’nin en iyi kitap ödüllerinden birine değer görüldü.

Araştırmaları Fulbright, Mellon Vakfı, Social Science Research Council, American Association for University Women ve TÜBİTAK tarafından desteklendi.

Özyeğin Üniversitesi’ne katılmadan Avusturya ve ABD’de akademik çalışmalar yaptı, Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde ‘kıdemli araştırmacı’, TÜSİAD bünyesinde oluşturulan Küresel Siyaset Forumu’nda ‘akademik koordinatör’ olarak görev üstlendi, New York City Üniversitesi The Graduate Center’dan ‘seçkin mezun’ ödülü aldı.

Özyeğin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanlığı görevini yürütürken, 2024/2025 akademik yılı için “kıdemli araştırmacı” olarak Harvard Üniversitesi Weatherhead Uluslararası İlişkiler Merkezi’nde çalışmaya başladı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Amerikan seçimlerini kimin kazanması Türkiye için daha hayırlı olur?

Kendini Avrupa'ya yakın hisseden bir Türkiye, Trump’ın seçilmesinden kaygı duyabilirken, Orta Doğu'ya yakın hisseden bir Türkiye aynı kaygıyı taşımayabilir. Ya da belki bu iki kimlik arasındaki sınır artık o kadar belirgin değildir?

Yeni “normal”: Faşizm

Donald Trump'ın siyasi sistemin nasıl işlediğine dair daha net bir kavrayışa sahip olarak göreve dönme ihtimali dünyanın en büyük gücünün faşist bir devlete dönüşme riskini olağanüstü artırıyor

İki kader ortağı: Trump ve Netanyahu

Netanyahu, Hamas'a karşı başlayan ve giderek genişleyen savaşın etkisiyle İsraillileri güvenlik endişeleri etrafında bir araya getirerek kendi siyasi tabanını güçlendirirdi. Mesele Hizbullah ve İran’a gelince Netanyahu’nun kamuoyu desteği artmaktaydı. Üstelik savaşın direksiyonunu Filistin sorunundan İran sorununa kırmak İsrail’in hem bölgesel hem de küresel destek arayışı ile uyumluydu

"
"