26 Şubat 2023

Doğal olmayan afet, "felaket ütopyası" ve "sınıfsal deprem": Meksika'dan dersler

Meksika'dan alınması gereken en önemli ders, depreme karşı dirençli toplum oluşturabilmek için yoksulluk ve eşitsizlikle mücadelenin de depreme hazırlık sürecinin önemli bir parçası olması gerektiği ve bu zorlu sürecin ancak toplumsal mücadele ile inşa edilebileceği olmalı. Sınıfsal depremlerin önüne geçmek, başka türlü mümkün değil

Depremin vurduğu şehirde hastaneler ve oteller dâhil binlerce bina yıkılmış, tarihî kent merkezi yerle bir olmuştu.

Enkaz altında kalan yaklaşık 4 bin kişi günlerce yardım bekledi. Bazıları, gönüllülerin yardımıyla enkazdan çıkarıldı, ancak arama kurtarma çalışmaları yetersizdi. Devletin yardım kurumları yıkılan binalara müdahale etmekte gecikmişti.

Devlet başkanı ortalarda görünmüyordu ama ilk iş olarak depremle ilgili haberlere yayın yasağı getirdi. Nihayet depremden iki gün sonra kameraların karşısına geçtiğinde ölü sayısını düşük gösterdi ve uluslararası yardımları (gerek olmadığını belirterek) reddetti.

Enkazın altında hâlâ kurtarılmayı bekleyen insanlar varken, devlet başkanının derdi, hayatta kalanlara (çoğunlukla da kendi destekçilerine) ulaştırılan devlet yardımlarının reklamını yapmaktı

İlerleyen günlerde hükümet, arama kurtarma çalışmaları henüz sonlanmamışken enkaz kaldırma kararı aldığında, öğrenciler buldozerlerin önüne uzandılar.

Bu tanıdık manzara, 1985 yılının Meksika'sına aitti.


1985 Mexico City Depremi'nde yıkılan ünlü Regis Oteli

Meksika'nın 19 Eylül'ü

Dünyanın en sismik ülkelerinden biri olan Meksika, üç büyük tektonik tabakanın üzerinde yer alıyor. İspanyol sömürgecilerin yüzyıllar önce doldurdukları göllerin üzerine inşa ettikleri başkent Mexico City ise deprem tehlikesi açısından en riskli bölgelerin başında geliyor.

19 Eylül 1985'te, sabahın erken saatlerinde büyük bir yıkıma yol açan 8,1 şiddetindeki Mexico City Depremi, ülkenin kolektif hafızasında hâlâ canlı. Depremde, resmi rakamlara göre 5 bin, tahminlere göre ise 20 ila 30 bin arasında insan hayatını kaybetti. Tahminlerin resmi rakamların kat kat üstünde olması, kayıtlara geçmeden defnedilen cenazelerden, bulunamayan kayıplardan ve bilhassa hükümetin felaketin boyutlarını gizleme çabasından kaynaklanıyordu.

Oysa esas felaket, depremden çok önce başlamıştı. 1929'dan beri iktidarda olan Kurumsal Devrimci Parti'nin (PRI) otoriter yönetimi altında, sisteme entegre edilemeyen tüm muhalif yapılar sistematik olarak baskı altında tutuluyor, devlet şiddeti tırmanıyor ve neoliberal politikaların dayattığı yeni sömürü biçimleri yoksulları dışlamaya devam ediyordu. Deprem, ülkedeki tek parti yönetiminin acizliğini ve imar rantına dayalı yozlaşmanın boyutlarını gözler önüne serdi.

19 Eylül 1985, Meksika'nın toplumsal dönüşümü açısından önemli bir kırılma noktası oldu. Devletin yokluğu gösteriyordu ki, toplumsal aktörlerin dayanışması hayati ve vazgeçilmezdi. Depremde ortaya çıkan dayanışma odaklı yatay örgütlenme, daha eşit ve daha adil bir gelecek inşa edebilmek güçlü bir temel oluşturdu.

Amerikalı yazar Rebecca Solnit, depremde ortaya çıkan bu potansiyeli "felaket ütopyası" (disaster utopia) olarak tanımlıyor. Solnit, 2009 tarihli Cehennemde İnşa Edilen Cennet: Felakette Ortaya Çıkan Olağanüstü Topluluklar adlı çalışmasında, depremin Meksikalıları nasıl dönüştürdüğünü şöyle anlatıyor:

"1985 Mexico City Depremi boyunca Meksikalılar birbirlerini keşfettiler, kendi güçlerinin farkına vardılar, her şeye gücü yeter ve her yere nüfuz eder gibi görünen bir hükümete ihtiyaç duymadıklarını anladılar. Ve keşfettikleri şeyin kaybolmasına izin vermediler. İşte bu, ulusu yeniden şekillendirdi." [1]

Meksikalılar, her şeyden önce ne kadar korunmasız olduklarını anladılar ve bu farkındalıkla birlikte siyasi bilinçleri arttı.[2] Deprem, bir doğa olayı olabilirdi ama yaşadıkları felakete "doğal felaket" denemezdi. Çürük binalar, rant temelli yapılaşma, denetimsizlik, imara aykırı yapıldığı halde onay alan yapılar, bütün bu kırılganlık koşullarını inşa eden karar vericiler, topyekûn bir sosyal felakete işaret ediyordu.

Böyle bir düzende ayrıcalıklı kesimler her zaman daha korunaklı olacaktı. 3 bin bina yıkılmış, 100 bin bina ağır hasar görmüş, 5 milyon insan elektrik ve içme suyundan yoksun kalmıştı. Devletin güçlü eli, depremzedelere uzanmıyordu. O halde toplumun geniş kesimlerini oluşturan dar gelirliler ve yoksullar, kendi kendilerini korumak zorundaydılar. Hayatta kalma mücadelesi, birlik olmayı ve örgütlenmeyi gerektiriyordu.

Depremde evlerini kaybeden insanların barınma hakkı talebiyle örgütlenmesi, Damnificados (Afetzedeler) Hareketi'ni ortaya çıkardı. Tabandan yerel gruplar bir araya gelerek evsiz ve işsiz kalanların ihtiyaçlarını karşılamak için dayanışma ağları kurmuştu. Bir ay içerisinde, 40'tan fazla yerel grup, Afetzedelerin Birleşik Koordinasyon Komitesi'ni (Coordinadora Única de Damnificados/CUD) kurdu ve böylelikle sorumluluklarını yerine getirmesi için hükümet üzerinde baskı oluşturan güçlü bir toplumsal hareket inşa edildi. Hükümetin evleri yıkılan depremzedeler için önce prefabrik konutlar yapması, sonrasında ise 45 bin konutluk bir proje başlatması, aşağıdan gelişen bu baskı sayesinde mümkün oldu.  

CUD ile birlikte yıkıntıların arasından doğan bir diğer önemli örgüt, Meksika'nın yakın tarihinde kadınların kurduğu ilk bağımsız sendika olan 19 Eylül Konfeksiyon İşçileri Sendikası'ydı. Depremin ertesi günü, 7,3 şiddetindeki ikinci bir depremde konfeksiyon bölgesi olan San Antonio Abad'da 800'den fazla atölye yıkılmış, 1600'den fazla kadın işçi hayatını kaybetmiş, 40 bin ila 70 bin arası konfeksiyon işçisi işsiz kalmıştı

Bu atölye ve fabrikalarda çok zor şartlar altında çok az ücrete çalışan kadınların politik olarak bilinçlenmeleri ve örgütlenmeleri, depremin açığa çıkardığı gerçekle mümkün oldu: İşverenlerin gözünde onların hayatının hiçbir değeri yoktu.

Kadın işçiler göçük altında kalan mesai arkadaşlarını çıkarmaya çalışırken, işverenler ve fabrika sahipleri enkazdan makineleri ve giysileri kurtarmakla meşguldü. En az 400 tekstil işçisi kadın, enkazın altında ölüme terk edildi.

Çığlıklara, haykırışlara aldırmadan enkazdan makinelerini çıkaran patronların görüntüsü karşısında, işçi kadınlar ilk günden itibaren bir sendika gibi hareket ettiler ve haklarını birlikte aradılar. Bir ay içerisinde 5 bin işçinin katılımıyla 19 Eylül Konfeksiyon İşçileri Sendikası kuruldu. Bu sendika, son on yıldır tek parti yönetiminin güdümündeki İşçi Federasyonu'ndan özerk olarak kurulan ilk bağımsız sendika oldu.

Nobel ödüllü yazar Mario Vargas Llosa'nın "mükemmel diktatörlük" olarak tanımladığı PRI yönetimi, 1985 Depremi'nin ardından itibardan düştüyse de, 2001 yılına kadar, tam 71 yıl boyunca iktidarda kaldı. Ancak Meksika, aynı Meksika değildi.

Depremden sonra hayatı yeniden kurmak ve demokratik bir toplum inşa etmek için birlik olan Meksikalıların adalet ve eşitlik mücadelesi devam etti. Damnificados Hareketi, ülkenin demokratikleşmesi için zemin hazırlamış, yeni bir bağımsız sendikanın kurulması ve feminist örgütlerle etkileşime girerek büyümesi, baskı altındaki sivil toplumu canlandırmıştı.

Ülkedeki toplumsal hareketler, afet yönetiminde sınıfta kalan PRI hükümetini istifaya çağırdı, protesto gösterileri düzenlendi. 1988'de, PRI'nın iktidara geldiği 1929'dan bu yana ilk kez rekabetçi seçimler yapıldı. PRI adayı Salinas de Gortari'nin hile iddialarıyla kazandığı şaibeli seçimlerde, toplumsal muhalefet aktörlerinin desteklediği solcu aday Cuauhtémoc Cárdenas yüzde 31 oy aldı.[3]

1997'de yapılan yerel seçimlerde ise Mexico City'de ilk kez solcu bir belediye başkanı seçildi. 22 milyonluk nüfusuyla dünyanın en kalabalık kentlerinden biri olan Mexico City'i o günden beri solcular yönetiyor. 2018'den bu yana iktidarda olan Meksika'nın ilk solcu devlet başkanı Andrés Manuel López Obrador da Mexico City'nin eski belediye başkanlarından biri.

Meksika'nın ikinci 19 Eylül'ü

1985 Depremi sonrası ivme kazanan toplumsal mücadele sayesinde Meksika, bugün afete karşı dirençli toplum oluşturma sürecinde örnek ülkelerden biri olarak öne çıkıyor.

Dirençlilik (resilience), afetle başa çıkabilme kapasitesini tanımlayan önemli bir kavram. Özellikle Türkiye gibi deprem ülkelerinde mutlaka toplumun afete karşı direncini artıracak etkin politikaların izlenmesi gerekiyor. Hem risklerin belirlenmesi ve azaltılması hem de afet sonrasında müdahale için hazırlıklı olunması, daha dirençli toplumların oluşturulmasını ve böylelikle felaketlerin önüne geçilmesini sağlıyor.

Meksika'da 1985 Depremi'nden sonra, altyapının güçlendirilmesi, daha sıkı bina yönetmeliklerinin uygulanması, SAS olarak bilinen Erken Uyarı Sistemi'nin uygulamaya konması ve düzenli tatbikatlarla desteklenmesi, eğitim programlarıyla vatandaşların farkındalığının artırılması ve müdahale için prosedürlerin ve acil durum planının hazırlanmasıyla dirençli bir toplum oluşturuldu.

Mart 2012'de Mexico City'i 7,4'lük bir deprem vurduğunda başkentliler hazırlıklıydı, can kaybı olmadı. 2014'te gerçekleşen 7,2'lik depremde yine kayıp yoktu.

2017'de, ironik bir şekilde yine bir 19 Eylül günü, Mexico City, 7,1 şiddetindeki depremle sarsıldı. Bu, 1985'ten bu yana en çok can kaybı ve yıkıma yol açan deprem oldu. Tam 32 yıl sonra, aynı gün, hatta neredeyse aynı saatte (sabahın altısında) gerçekleşen depremde 40 bina yıkılmış, 370 kişi hayatını kaybetmişti. Yine de yıkımın boyutları, 1985 ile kıyaslandığında oldukça sınırlıydı. Meksika, yaşadığı felaketten ders almışa benziyordu.

Meksika'nın fiziksel olarak depreme daha dirençli olduğu ortadaydı. Ancak toplumsal eşitsizliklerin sürmesi belirli kesimleri daha kırılgan ve korunmasız bırakmaya devam ediyordu. 1985'ten sonra turistik kent merkezi El Centro başta olmak üzere yeniden rant değeri yüksek merkezî bölgeler yeniden inşa edildi. Türkiye'de olduğu gibi Meksika'da da riskli alan düzenlemeleri "kentsel dönüşüm" adı altında ranta açık projelerle yapıldı.[4]

Bu da depremin sermaye birikimi için bir fırsat olarak kullanılması, kent planlamasında oluşan rantın toplumun tüm kesimlerine eşit olarak dağıtılmaması ve yoksulların rantın olduğu merkezî bölgelerden çıkartılarak kentlerin çeperlerine itilmesi anlamına geliyordu. Mexico City'de şehrin merkezinden çeperlerine itilen yoksulların Slimlandia olarak anılan mahallerinde, binalar yönetmeliğe uyulmaksızın inşa edilmeye ve risk oluşturmaya devam etti. Bu süreç, tam da Damnificados Hareketi'nin kazanımlarını tehlikeye atıyordu.

Afet bölgeleri konusunda uzman coğrafyacı Kenneth Hewitt'e göre, 20. yüzyıl boyunca depremler, çoğunluğu gecekondu mahalleri ve yoksul köylerde olmak üzere, 100 milyon insanın ölümüne neden oldu.[5] Bu da dünya genelinde sismik risklerin eşit dağılmadığını ve felaketlerin sebep olduğu yıkımın büyük ölçüde yoksul kesimlere yüklendiğini gösteriyor.

"Sınıfsal deprem", bu eşitsizliği göstermek için geliştirilmiş bir kavram. İstanbul'daki gecekondu mahallerinin "Kuzey Anadolu fay hattının açılan fermuarlarından batıya doğru ilerleyen depremlerin" ana hedefi konumunda olması da sınıfsal depreme verilen örneklerden.[6]

Meksika'da Damnificados Hareketi sönümlenmiş olsa da sınıfsal depremlere karşı toplumsal mücadelenin birçok farklı alanda sürdüğünü söyleyebiliriz.

Meksika'nın üçüncü 19 Eylül'ü

Mexico City'de geçen sene, 19 Eylül 2022'de, tam da 1985 ve 2017 depremlerinde hayatını kaybedenlerin anıldığı resmi törenden kısa bir süre sonra, 7,6 şiddetinde bir deprem oldu, iki kişi hayatını kaybetti. 19 Eylül, Meksikalılar için artık depremle eşanlamlıydı.

Meksika'dan alınması gereken en önemli ders, depreme karşı dirençli toplum oluşturabilmek için yoksulluk ve eşitsizlikle mücadelenin de depreme hazırlık sürecinin önemli bir parçası olması gerektiği ve bu zorlu sürecin ancak toplumsal mücadele ile inşa edilebileceği olmalı. Sınıfsal depremlerin önüne geçmek, başka türlü mümkün değil.

Bunu ortaya koyan, Meksika'dan başka örnekler de var. Akademisyen Ceren Ergenç, Çin'de, 2008'de 87 bin cana mâl olan depremin ardından yatay toplumsal örgütlenmelerin arttığını belirtiyor ve felaketlerin büyük toplumsal dönüşümleri tetikleme gücüne işaret ediyor.

Bugün, yaşadığımız felaketin ardından yaralarımızdan bir yaşama gücü, yıkıntıların arasından başka bir gelecek vaadi çıkarabilmek için güçlü bir toplumsal adalet mücadelesine ihtiyacımız var.

Felaketler kendiliğinden "yeniden başlamak için bir şans" doğurmazlar. Bir felaket, eşitsizlikleri görünür kıldığı ve yeni bir mücadele alanı açabildiği gibi otoriter bir iktidarın baskıcı mekanizmalarını güçlendirmeye de yarayabilir.

O halde "cehennemde cenneti inşa etmek"ten başka seçeneğimiz yok. İngiliz yazar John Berger'ın, Latife Tekin'in İstanbul'da bir gecekondu semtinin hikâyesini anlattığı romanı Berci Kristin Çöp Masalları için söylediği gibi:

"Çöpten, dağılmış tüylerden, külden ve kırık vücutlardan yeni bir şeyin, güzel bir şeyin yeniden doğabileceğidir vadedilen."[7]  


[1] Rebecca Solnit, A Paradise Built in Hell: The Extraordinary Communities That Arise in Disaster, Penguin Books, 2009, s. 137.

[2] Rebecca Solnit, A Paradise Built in Hell, s. 138.

[3] 1988 Seçimleri, Meksika tarihinin en şaibeli seçimleridir. Cuauhtémoc Cárdenas, seçim yarışını önde götürürken PRI sistemin çöktüğünü açıklamıştı: se cayó el sistema (sistem çöktü). Sistem geri geldiğinde oy oranları çok farklıydı. Bugün hâlâ seçimle ilgili herhangi bir şaibe olduğunda "se cayó el sistema" denir.

[4] İstanbul'da neoliberal kentleşmenin sonuçlarını gösteren 2011 yapımı Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir belgeseli Mubi'de gösterimde. Ayrıca Asuman Türkün'ün derlediği, saha çalışmasına dayanan Mülk, Mahal, İnsan: İstanbul'da Kentsel Dönüşüm (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2014) kitabına yayınevinin sayfasından açık eser olarak erişilebilir: https://bilgiyay.com/wp-content/uploads/2019/01/mulkmahalinsan.pdf 

[5] Mike Davis, Gecekondu Gezegeni, çev. Gürol Koca, İstanbul: Metis, 2020, s. 156.

[6] Mike Davis, Gecekondu Gezegeni, s. 157.

[7] John Berger, "Rumour", Latife Tekin'in Berci Kristin Çöp Masalları'nın İngilizce baskısının önsözü. Alıntılayan: Mike Davis, Gecekondu Gezegeni, çev. Gürol Koca, İstanbul: Metis, 2020, s. 237.

Esra Akgemci kimdir?

Esra Akgemci, Lisans eğitimini Hacettepe İktisat (İngilizce), yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. ABD, Meksika, Şili ve Brezilya’da lisansüstü araştırmalarda bulundu.

Kâzım Ateş ile birlikte Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür (İletişim, 2020) adlı kitabı derledi. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktor öğretim üyesi. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları programında yüksek lisans dersleri veriyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Sömürgeciler: Ateş Toprakları'na özgü buz gibi bir western

Her ne kadar "dönem filmi" olsalar da bu filmlerin anlattığı hikâyelerin güncelliğini koruduğu aşikâr. Sömürgecilik dönemi geride kalmış olabilir fakat sömürgeciler hâlâ iş başındalar

Terra Nostra: Tekinsiz bir destan

Terra Nostra, sonsuz ve tuhaf bir düş gibidir. Durmadan dirilen kişiler, farklı zaman ve mekânlarda yeniden ve yeniden ortaya çıkar. Zaman, ilerleyen bir şey değildir; dağılıp parçalanmıştır. Gelecek diye bir şey yoktur, geçmiş sürekli tekrarlanıp durur:

Hareketin kırkıncı, isyanın otuzuncu yıldönümünde Zapatistalar

Zapatistalar için mücadele, bir gün sona erecek bir süreç değil. Marcos'un yazılarında yer alan efsanevi karakter Yaşlı Antonio, "daha ne kadar yürümeye devam edeceğiz?" diye sorar ve "kendi sırtını görebildiğinde" cevabını alır. Çünkü "Mücadele bir çember gibidir. Herhangi bir noktasında başlayabilirsin ama hiç bitmez." Çünkü "Gelecek, başlangıçtadır"