12 Ocak 2025

Lavanta kokulu özlemler

Yazgımızın hep bir şeyi özlemek olduğunu biliyorum ama özlediklerimiz bulmayı düşlediklerimiz mi eksiltip yitirdiklerimiz mi, bunu bilmiyorum

“Yüreğim! Unutacağız onu!
Sen ve ben-bu gece!
Sen verdiği sıcaklığı unut,
Işığı unutacağım ben de!

- Emily Dickinson, Aşk Yaşamdan Önce Gelir

Hiçbir şeyin yaşamdan önce gelmediği, her şeyle aramızı bozan memlekette, örümceklerin mesken tuttuğu bir panjuru aralayıp özlemekten dem vuracağım.

İçine sitemsiz hüzünlerin karıştığı, gözyaşlarımızla akıp gitmesinden sakındığımız için yutkunduğumuz, insanın hem burnunun direğini hem de belleğini sızlatan o derin, kusursuz lavanta kokulu özlemleri yoklamak niyetindeyim.

İnsanın içini çeke çeke çok özlediklerine uğrayan kokuları alan duyu sinirlerimiz de gözyaşı kesemiz de işte o sızladı dediğimiz yerde yani tam burun kökümüzde.

Neyi ne kadar özlediğimizi anlamamız için bir ses bir görüntü yetiyor…

Özleminin derinliğini ölçmek ise kokuyla ilişkili.

Koku bize eşlik etmiş en kadim duyumuz.

 Koku almak ilişkili olan merkezimizin, anıların yaratılması için yaşamsal olan merkezin hemen yanında yer aldığını da belirteyim

Ez cümle , kokular bir bellek kazıcısı gibi özlemleri manâlandıran anıları gün yüzüne çıkarıyor...

Gözlerim ne zaman ufku olmayan bir boşluğa dalıp gitse, bir koku beynimin kıvrımlarına süzülüp bir anının telini titretse, neyi ve niye olduğunu bilmesem de beni derinliklerine çekenin ve benim direnmeye çalıştığımın eski bir özlem olduğunu duyumsarım.

Geçtiğimiz hafta bağıra çağıra bir marş gibi söylediğimiz “ben de özledim” şarkısının arabesk şarkıcısı ölünce, aslında o zaman da ne zihnime ne gönlüme seslenmemiş olan bu şarkının sözlerinin manasızlığını düşünerek duraksadım.

Doğası gereği savruk, hoyrat, hiçbir şeyi özlemeyen gençliklerimizde naif özlemleri yadırgar ama bir şeyi özleyeceğimizi, özlemezsek bir geçmişimiz olmayacağını sezerdik.

Özlem olmazsa geçmiş olmaz ki…

 Ben özlediklerimizin bildiklerimiz, bizatihi yaşanmışlıklarımız olduğunu, geçmişi kuranın da özlemler olduğunu düşünürüm.

Arabesk bir kahırla o şarkıyı bağıra çağıra söylerken bilincimi acıklı özlemlerle tanıştırmaya yeltenmiş olmalıyım.

Çünkü benim 12 Eylül sonrasına kalmış gençlik yıllarım mahzun ve kimsesizdi.

 Bizim “kimselerimizin” sevda kokulu gençlikleri kara deliklere yuvarlanmıştı…

Biz de öyle olmasak da mahzun hisseden kimsesizleri hissederek acıklanıyorduk.

Sonraları, acıya katlanabilen ama acıklı şeylere katlanamayan kişiliğimi keşfederek benliğime lavanta kokulu pansumanlar yaptım.

Okuyarak anlamak ve kavramak çabaları, Stravinsky, Brahms, Sibelius, Rachmaninoff, Jazz’ın ruha üfleyen notaları ve sinema ile özlemlerime lavanta kokusu serpiştirişim.

 Yine de makulleştirdiğim özlemekliğimin, sıkça zihnimin hükmünden kurtulup arabesk kahıra, havadaki bulutlara, tozlara karışıp burnumun direğini sızlatışı.

Gül suyu ve enfiye kokulu ninemle, bizden uzak geçirdiği günlerden sonra kavuşup birbirimize sıkı sıkı sarıldığımızda;

“Burnumun direği sızladı, çok özledim sizi” derdi.

Kusursuz bir özlemin anahtar sözcükleri gibi.

Bizim yanımızda kalırken, ben kucağından kolunun altından inmezken, başka neyi ve neden böyle ağlayacak kadar özlediğini de anlayamazdım.

Kavuşmak onu teskin etmeye yetmiyordu belli ki

“Niye hep ağlıyorsun sen” derdim.

Gözlerini kaçırıp enfiyesinden derin bir nefes çeker “kadersizim ben” derdi.

Belki de en derin özlemimiz budur yani kaderimizdir.

Yazgıyı özlüyoruzdur.

Özlediklerimizi seçtiğimizi değil onlara çekildiğimizi böylece onların bir anahtar gibi ortak belleğin bize denk düşen kilidini açtığını düşünüyorum.

Tüm özlemlerinin sonsuz bir aşk ile son bulacağını düşünenlerden olmadım hiçbir zaman.

Ama henüz küçük bir kız çocuğuyken ve nedense hepimiz evleneceğimiz bir adam olacağından eminken, evcilik oyunlarında benim kocamın adı “deniz kokulu koca” olurdu.

İsimsiz, deniz kokan bir adamı özlemem ile sadistçe dalga geçen büyük kızlar “Seni balıkçıyla evlendirecekler, deniz kokusunu anlarsın o vakit” derdi…

Hiç aldırmazdım.

Yalnızca adını koyduğum bu özlemi bulmuş olmanın kendisi, içimi kavuşmanın sevincinden daha çok doldururdu.

Kim bilir, karasal bir iklimin tam orta yerinde o deniz kokusu bilincimin hangi katmanından sızıp özlemim olmuş, ben onu özler olmuştum.

En acıklı özlemin de yabancılaşan tanıdıklara, bağışlanamaz olanlara duyulduğunu zannediyorum.

Artık kavuşmanın teskin etmeyeceği, yaşadıkları halde yitirilenleri, sizden eksiltenleri özlemek kadar acıklı bir şey olmadığını düşünüyorum.

Yaşadığınız anları eşsizleştiren bir duygudaşlığı vedasız ayrılıklarla anısız bırakan vefasızlara duyulan özlem nasıl yakıcıdır.

Vedasız ayrılanların, hep en derinde bir yerde bir gün gelmeleri beklenilir ama o gün geldiğinde de kavuşmanın mümkün olmayacağı sezilir.

Son zamanlarda bir zamanlar önemli zannettiğim hiçbir şeyin ve hiç kimsenin zannettiğim kadar önemli olmadığını kavrıyorum.

Çok yakın zamanda ve nedense, kızıp bir daha hiç düşünmediğim ve özlememeye karar verdiğim, ilk gençlik aşkımı yıllar sonra ilk defa merak ettiğimde, bir yıl önceki ölüm ilanıyla ürperdim.

Kavuşulsa ne aşk ne de ilk aşk olması mümkün olmayacaktı.

Yaşanmış hiçbir şeyin, karşılaşılmış hiç kimsenin unutulmaması gerektiğini anlıyorum.

Unutmamak ise ancak özlemek ile mümkün.

Geleceği düşleyen bir geçmiş kurmak istiyorsan eğer, hayat insanı yakıcı özlemlerle yaşamaya alışmayı zorunlu kılıyor.

Üstelik özlemek her vakit kavuşmaya, kavuşmak da sevinmeye yetmiyor.

“Benim içimde, daima var olacağını zannettiğim birçok şey yok oldu.” (Marcel Proust; Kayıp Zamanın İzinde)

Yazgımızın hep bir şeyi özlemek olduğunu biliyorum ama özlediklerimiz bulmayı düşlediklerimiz mi eksiltip yitirdiklerimiz mi, bunu bilmiyorum.

Esin Şenol kimdir?

Esin Şenol, lise eğitimini TED Ankara Koleji'nde tamamladıktan sonra, tıp eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1987 yılında tamamlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda Araştırma Görevlisi olarak uzmanlık eğitimine başlamıştır. 

Aynı anabilim dalında 1992 yılında ihtisasını tamamladıktan sonra uzman olarak göreve başlamış, 1995 yılında yardımcı doçent, 1996 yılında doçent, 2003 yılında da profesör unvanlarını almış ve 2009-2013 yılları arasında anabilim dalı başkanlığı yapmıştır. 

1999 yılında Tufts University, New England Medical Center, Boston/MA'da "Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi"nde Research Fellow (Araştırma Asistanı) olarak çalışmıştır. Halen kanser hastalarının infeksiyon izleminde konsultan olarak görev yapmakta ve bu konuda araştırmalarını sürdürmektedir.

Prof. Dr. Esin Şenol, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Anablim Dalı Öğretim Üyesidir.

Ayrıca bağışıklama ve özellikle erişkin aşılması ile ilgili çalışmalar yürütmekte olup,

Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı bünyesinde Türkiye'deki ilk "Erişkin Aşı Merkezi" kurmuştur. 

2013 yılında KLİMİK (Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları) Derneği alt grubu olarak, Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu (EBÇG) kurmuş ve halen başkanlığını yürütmektedir. 

Ayrıca; Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Komite (2005-2007), Gazi Üniversitesi Akademik Değerlendirme ve Akreditasyon Ofisi (GÜADEK) –Kurucusudur (2005-2007).

Gazi Üniversitesi - Avrupa Üniversiteler Birliği ve Bolonya Süreci Kurucusu (2005-2007) ve 

Febril Nötropeni Derneği Genel Sekreterliği (2005-2011) yürütmüş olduğu diğer görevlerdir.

TTB_Pandemi Çalışma Grubu üyesidir.

ATO Onur Kurulu Üyesi olarak çalışmıştır (2020-2022).

ATO-Yönetim Kurulu Üyesi (2006-2008) olarak çalışmıştır.

Halen T24 ve Birgün Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.

Yabancı dili İngilizce olup evli, 1 çocuk annesidir.

Dünya Kitle İletişim Vakfı tarafından gerçekleştirilen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali (3-11 Eylül 2020) ve 32. Ankara Film Festivalı (4-12 Kasım 2021) Düzenleme Kurulunda yer almıştır.

33. Ankara Film Festivalı (3-11 Kasım 2022) Düzenleme Kurulundadır.

İlgi alanları, sinema, yelken ve edebiyattır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yılın tam bu zamanları

Hep kalmak ihtimali olanları düşünüyor ve vefayı kutsuyorum. Henüz devrini tamamlamamış yılları birbiri peşi sıra çevirirken, hem bilincimizin sınırlılığını hem hiçbir şeyin elimizde olmadığını bir kez daha duyumsuyorum

Bu da geçmiş oldu

Fark ettim ki son onlarca yıl her biten yılın sonunda yüksek ihtimalle yaşanmışlıklarla yüklenmiş belleği silkelemek için geçip gitmekte olan yıla söylenmişim. Demek ki daha iyisinin olacağından umudu hiç kesmemişim

Hayat dersi

Hekimlik, hikâyeyi kaybetmeden hikâyeye katıştırılırsa insana yaşamı derinden kavratır. Ama hikâyeyi kaybetmek için önce bulmak gerekir. Yaralanmaktan korkan ise kendi hikayesini de hikâyeyi de bulamaz

"
"