11 Ekim 2021

Otoriter popülizmden demokrasiye geçiş mümkün mü?

Gücü merkezileştiren otoriter sistem, kaynakları siyasileştirmiş ve kurumları araçsallaştırmıştır. Gücü bırakmamak için direnir. Demokratik güçlerin otoriter popülizmin direncini aşacak ortak iradeye, dayanışmaya ve kapasiteye ihtiyacı olacaktır. Demokrasiye geçişin zaman alacağı öngörülmeli, dönüşüm duyarlılıkla planlanmalıdır...

Birleşmiş Milletler (BM) Üniversitesi Siyaset Araştırma Merkezi, BM sistemi içinde yer alan bağımsız bir düşünce kuruluşu. New York’ta yerleşik. Uluslararası akademisyen ve araştırmacıların katkılarıyla raporlar hazırlıyor. BM’de yürütülen çalışmalara akademik boyutta katkı sağlıyor.

Çalışmalarından birinin başlığı: “Diktatörler Düşünce: Otoriter Yönetimden Geçiş Sırasında Çatışma ve Şiddetin Önlenmesi” (When Dictators Fall: Preventing Violent Conflict During Transitions from Authoritarian Rule).

BM’nin temel işlevlerinden birinin çatışmaların önlenmesi olduğunu biliyoruz. BM, uluslararası çatışmalarda olduğu gibi, üye devletlerde iç çatışmaların önlenmesine yönelik önemli bir işlev üstlenebiliyor. Çok sayıda örnek var: Burkina Faso, Kolombiya, Kırgızistan, Guyana, Liberya ...

Özellikle uzun yıllar yerleşmiş otoriter sistemden demokratik düzene geçiş koşulları oluştuğunda, değişimin şiddet ve çatışma olmadan geçekleşmesini sağlayacak önlemlerin alınması önemli. BM Üniversitesi’nin çalışmasında vurgulanan bazı unsurları özetle sıralamaya çalışalım:

“Yerleşik otoriter sistem gücü merkezileştirir. Anlamlı siyasi ve ekonomik katılımı sınırlar. Demokratik alan daralır ya da yok olur. Farklı ülkelerde değişik uygulamalar görülmekle birlikte genelde tek kişi uzun dönemde iktidarda kalır. Askeri rejim göreli olarak en kısa süreli olandır. Ortalama 10 yıl sürebilir. Kişisel rejim ortalama 15 yıl dolayında devam edebilir. Parti tabanlı rejim ise 24 yıl dolayında iktidarda kalabilir. Değişimi gerektiren neden de geçiş süreci bakımından belirleyicidir; seçim, darbe, ölüm, görevi yapamayacak durumda olma, genel direniş ... Dış müdahale, barışçı geçiş sürecini ciddi şekilde tehlikeye düşürebilir. Otoriter sistem değişime açık değildir, geçişe hazırlıksızdır. Uzun yıllar yerleşik olan sistemden çıkış ve yeni düzene geçiş, yeni lider ya da partiler için zorlu bir sınama niteliği taşır. Geçmiş dönemde gelişen sosyal gerilimin çatışmaya dönüşmemesinin sağlanması öncelik olmalıdır. BM’nin çeşitli araçlar yoluyla bu konuda katkıları olabilir.”

Raporda, bölgelerin ve ülkelerin farklı özelliklerinin olduğuna dikkat çekilerek, yerleşik otoriter sistemden demokrasiye geçişin barışçı koşullarda gerçekleşebilmesi amacıyla BM’nin olası katkılarına yönelik tavsiyelere yer verilmiş.

Desen: Selçuk Demirel

Uluslararası sistem 76 yaşında

İkinci Dünya Savaşı’nın trajik yıkımı sonrasında uluslararası toplum geleceğe umutla bakabilmek istedi. BM sistemini oluşturdu. Demokrasi, hukuk, insan hakları ve sosyal adalet; barış ve güvenliğin temeli olarak tanımlandı. Kurallara dayalı çok taraflı sistemin güçlenmesi ile demokratik güvenliğin sağlanması; böylece, oluşması beklenen istikrar koşullarında ekonomik ve sosyal kalkınma hedeflerine ulaşılması amaçlandı. BM’nin Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri bu anlayışla incelenmeli ve değerlendirilmelidir.

Sistemin ilk 45 yılına Soğuk Savaş damga vurdu. 1990’dan sonra uluslararası güvenlik mimarisi radikal bir dönüşüm geçirdi. Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu dünyası, yerini önce bir süre tek kutuplu bir düzene bıraktı, sonra yeni güçlerin yükselişi ile çok kutuplu sistem geliştiğini izliyoruz.

Ama, temel olarak, avantajları ve zayıflıkları olsa da, 76 yaşındaki Birleşmiş Milletler sisteminde yaşıyoruz ve görünebilir gelecekte de yaşamaya devam edeceğimiz anlaşılıyor.

BM reformu

BM sistemi mükemmel mi? Değil … Reform ihtiyacı var mı? Evet … Yaklaşık 30 yıldır devam eden reform çabaları; sorunları, beklentileri ve seçenekleri ortaya koymakla birlikte, anlamlı bir gelişmeye yol açmadı. En temel beklenti, BM Güvenlik Konseyi’nin yeniden yapılandırılması. Bunun için beş daimi üyenin tümünün onayı gerekli. Statükoyu değiştirmeye, sahip oldukları yetkileri paylaşmaya razı olurlar mı? Ufukta böyle bir olasılık görünmüyor.

Diyelim ki razı oldular, Konsey’in müzakere edilecek yeni yapısının nasıl belirleneceği konusunda uzlaşma sağlanması beklenebilir mi? Çok zor ... Bu belki de yeni çatışmalara zemin hazırlar. Aşamalı olarak ilerleme kaydedilebilmesi, kararlılığa ve demokratik uzlaşı anlayışının gücüne bağlı.

Birleşmiş Milletler sisteminin hangi koşullarda nasıl kurulduğunu ve geçirdiği evreleri; bu bağlamda Türkiye’nin rolünü ve konumunu; önceki birçok yazımızda ayrıntılı olarak izah etmeye çalıştık.

Yazımızın izleyen bölümünde, sistemi tehdit eden güncel riskler arasında özellikle otoriter popülizmin yükselişinin yarattığı kaygıları ele alacağız.

Uluslararası barış ve güvenliğe yönelik güncel tehditler

Uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden sınamalar artmaya devam ediyor. Liste uzun: Yaygınlaşan radikalleşme ve tırmanan terörizm; göçmen ve mülteci akını; yükselen ırkçılık ve yabancı düşmanlığı; küresel ısınma; artan nüfusa karşın azalan kaynakların yol açtığı su, beslenme ve sağlık hakkı ile bağlantılı sorunlar ... Bu arada, COVID-19 pandemisi her konuyu etkilemeye devam eden küresel sorun niteliği kazandı.

Ama en önemli tehditler arasında saymamız gereken; yükselen ve otoriterleşen popülizme karşı gerilemeye devam eden demokrasi. BM Üniversitesi’nin çalışmasının ışığında; popülizme, otoriterleşme eğilimine ve demokrasiyi geriletme gücüne; buna karşılık, demokrasinin geri dönüşü için ihtiyaç duyulan irade, dayanışma ve kapasite konusuna kısaca bakalım.

Popülizm konusunda genel kabul gören bir tanıma henüz rastlamadık. Bu konuda akademisyenlerin değerli katkılar içeren çalışmaları var. Buna karşılık, popülizmin belirgin özelliklerini sıralamayı deneyebiliriz:

- Yerleşik düzene karşı görünme ve düzenden memnun olmayan kesimlerin duygularını sahiplenme çabası.

- Kamuoyunun gözünde bir “düşman” ya da “tehdit” algısı yaratarak demokratik kurumların ve mekanizmaların üstünde bir yetki olarak bu düşman ya da tehditle mücadele güvencesi vererek gücü merkezileştirmesi.

- Kendisini toplumu temsil eden siyasi, sosyal ve ahlaki makam olarak takdim etmesi ve muhalif kesimleri hedef olarak tanımlaması.

- İfade ve medya özgürlüğünü sınırlayarak katılımcı demokrasi koşullarını askıya alması.

- Demokratik denge ve denetim mekanizmalarını geçersiz kılması; hukukun üstünlüğünü önemsizleştirmesi; yargının işleyişini siyasileştirmesi ve böylece yargı bağımsızlığını işlevsiz bırakması.

- Uluslararası hukuku ve insan haklarını koruma sisteminin işleyişini tanımaması.

Gelecekte ne görünüyor?

Popülist siyasi anlayışın öne sürdüğünün tersine, uluslararası toplum birlikte yaşamaya devam etmek durumundadır. Kimsenin sınırlarına duvar çekerek içine kapanması ve kendine yeterli olması mümkün değildir.

Çözüm siyaset sahnesinde aranacaktır. Popülist siyasetin zemin kazanması önlenebildiği ve hukuka sahip çıkılabildiği ölçüde, insan haklarına saygı temelinde, çok taraflılık ve kurallara dayalı uluslararası sistem güç kazanabilecek, böylece küresel sorunlara yönelik sorumluluk ve yük paylaşımı konusunda ilerleme kaydedilebilecektir.

Yerleşmiş otoriter sistemden demokrasiye geçiş mümkün, ama kolay değil. Gücü merkezileştiren otoriter sistem, kaynakları siyasileştirmiş ve kurumları araçsallaştırmıştır. Gücü bırakmamak için direnir. Demokratik güçlerin otoriter popülizmin direncini aşacak ortak iradeye, dayanışmaya ve kapasiteye ihtiyacı olacaktır. Demokrasiye geçişin zaman alacağı öngörülmeli, dönüşüm duyarlılıkla planlanmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları

Siyaset işkence yasağına sahip çıkmalı

Geçmişte ve bugün birçok ülkede siyasetin isterse işkence yasağına sahip çıkarak hızlı ve görünür ilerleme sağladığı biliniyor. “İşkenceye sıfır tolerans” ilkesinin yalnız sözde değil, uygulamada da gerçekleşmesi, demokratik istikrarın kalıcı olmasını sağlayacaktır

BM Komisyonu: Filistin’de ve İsrail’de uluslararası hukuk ihlal edildi

Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı’nın haklarında talep ettiği tutuklama müzekkerelerinin onaylanması durumunda, İsrail Başbakanı ve Savunma Bakanı yargılanmak üzere aranıyor durumuna düşecekler ve Roma Statüsü’ne taraf ülkeleri ziyaret edemeyecekler

İsrail Soykırım Sözleşmesi’ni aştı

Uluslararası hukuk İsrail’in yarattığı vahşeti tanımlamakta yetersiz kaldı. Yeni bir normatif yapı ihtiyacı bile tartışmaya açılabilir. UAD ve UCM kararları yönlendirici olacak. Hukuk üstünse cezasızlık olmaz. Cezasızlık varsa hukuk üstün değildir. Bakalım uluslararası siyaset hukukun üstünlüğünü tanıyacak mı?

"
"